Sabah yazarı: Firuzağa olayını 'doğrulamak' anlamsız; vahim ve kabul edilemez
Sabah yazarı Hasan Bülent Kahraman: "İnanca saygı' adı altında başlayan böyle bir kalkışmanın nerede duracağı belli olmaz"
Kadir Has Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Sabah yazarı Prof. Hasan Bülent Kahraman, Cihangir’de Radiohead etkinliği düzenlenen Velvet Indieground adlı plakçıya düzenlenen saldırıya ilişkin olarak, "Ortada hiçbir biçimde kabul edilemeyecek, çok büyük bir hızla daha da vahim olaylara doğru genişleyebilecek bir tavır ve tutum var. Bu olayı daha fazla 'doğrulamaya' çalışmak anlamsız" dedi. "Ayrıca bu tür kalkışmaların altından asla beklenmeyecek başka boyutların çıktığı çok olayda görüldü" diyen Kahraman, "İnanca saygı' adı altında başlayan böyle bir kalkışmanın nerede duracağı belli olmaz" görüşünü dile getirdi.
Kahraman'ın Sabah'ta "Firuzağa ve gerçek/ler" başlığıyla yayımlanan (22 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Her gerçeğin birkaç yüzü vardır. Akira Kurosawa'nın filminin adı Rashamon bu nedenle film adı olmaktan çıkıp deyime dönüşmüştür. Aynı olayın farklı karakterler tarafından verilen çeşitli anlatımlarını/cephelerini yansıtır.
Rashamon sendromunun geçerli olduğu tek ülke değil Türkiye. Niçin olsun? Neticede hepimiz insanız. İnsan gerçeği kendi anlayışı, dünya görüşü, inancı ve en fenası çıkarı doğrultusunda eğip bükmeye çalışır. Hiçbirimiz ilk taşı atacak kadar masum da değiliz.
Onur duygusu, erdem anlayışı, eğitim biraz da gerçeği gerçek olarak kabul etmekle ilgilidir. Yenilgi duygusunu benimseyebilmek, şartların ağırlığına rağmen karşısında olduğumuz gerçeği kabul etmek ile onu sürekli yadsımak arasında erginlikle, olgunluklailgili bir boyut da vardır.
***
Türkiye'de toplum olarak sadece gerçeği eğip bükmekle yetinmiyoruz. Dahası var. Kendimizin çok haklı olduğuna inanıyoruz. Kendi gerçeğimizin kendi haklılığımızın/ doğruluğumuzun bir göstergesi olduğuna da inanıyoruz. Daha fazlasını söyleyeyim: haklılığımız oranında gerçeğin dönüşebileceğini varsayıyoruz ki, bu da 'yanlış insanlık'için geçerli bir genel doğrudur.
Bilimle, bilimsel gerçeğin soğukluğuyla yaşadığımız sorunlu ilişkiden kaynaklanıyor belki de bu alışkanlığımız. Ama 'gerçek' (!) şu ki, siyasal hayatımız bu anlayışın, yaklaşımın tesiri altında. Gece gündüz kendimizin ne kadar doğru ve haklı olduğunu anlatıyoruz da başkasının haklı olabileceğini, onun doğrusunun da geçerli olabileceğini hiç düşünmüyoruz.
'Tevil' dediğimiz kavram büyük ölçüde şu anlattıklarımla ilgili. İster açıklamak deyin, isteryorum deyin, ister bir anlamı başka bir anlama dönüştürmek deyin, tevil hayatımızın en önemli olgusu.
***
Firuzağa'da meydana gelen olayları görünce bunları düşündüm. Herkes o olayı şimdi kendince yorumluyor, açıklıyor. Fakat bunların hiçbirisi şu anda karşı karşıya bulunduğumuz durumu hafifletmeye yetmiyor.
Böyle olduğu içindir ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklama yapma gereğini hissetti ve olayı kınadı. Doğrusu budur! Ortada hiçbir biçimde kabul edilemeyecek, çok büyük bir hızla daha da vahim olaylara doğru genişleyebilecek bir tavır ve tutum var. Bu olayı daha fazla 'doğrulamaya' çalışmak anlamsız. Ayrıca bu tür kalkışmaların altından asla beklenmeyecek başka boyutların çıktığı çok olayda görüldü. 'İnanca saygı' adı altında başlayan böyle bir kalkışmanın nerede duracağı belli olmaz. Ben 1970'lerde yaşadım. O zaman da birileri devlet adına, gerçek adına, doğru adına (!) kendisini devletin yerine koyup 'mahallenin namusu'nu kurtarmaya çalışıyordu.
'Tevil'e yer bırakmayan bir olayın karşısındayız. Bazı hadiseler için 'şuyuu vukuundan beterdir' denir; o derecede ürkütücüdür, düşünülen, söylenen, akla gelen şey. Bu defa aklımıza gelmeyen başımıza geldi. Üstelik, ortada bir şayia, bir söylenti yok, daha beteri cereyan edemeyecek bir vaka var. Onu meşru, mazur, makbul göstermek olmayacak duaya amin demektir. Bir yanlış olabilir işin içinde ama yanlışı yok etmenin yolu bu değildir.
Şiddet, onu kullananı vuran silahın adıdır.
Kahraman'ın Sabah'ta "Firuzağa ve gerçek/ler" başlığıyla yayımlanan (22 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Her gerçeğin birkaç yüzü vardır. Akira Kurosawa'nın filminin adı Rashamon bu nedenle film adı olmaktan çıkıp deyime dönüşmüştür. Aynı olayın farklı karakterler tarafından verilen çeşitli anlatımlarını/cephelerini yansıtır.
Rashamon sendromunun geçerli olduğu tek ülke değil Türkiye. Niçin olsun? Neticede hepimiz insanız. İnsan gerçeği kendi anlayışı, dünya görüşü, inancı ve en fenası çıkarı doğrultusunda eğip bükmeye çalışır. Hiçbirimiz ilk taşı atacak kadar masum da değiliz.
Onur duygusu, erdem anlayışı, eğitim biraz da gerçeği gerçek olarak kabul etmekle ilgilidir. Yenilgi duygusunu benimseyebilmek, şartların ağırlığına rağmen karşısında olduğumuz gerçeği kabul etmek ile onu sürekli yadsımak arasında erginlikle, olgunluklailgili bir boyut da vardır.
***
Türkiye'de toplum olarak sadece gerçeği eğip bükmekle yetinmiyoruz. Dahası var. Kendimizin çok haklı olduğuna inanıyoruz. Kendi gerçeğimizin kendi haklılığımızın/ doğruluğumuzun bir göstergesi olduğuna da inanıyoruz. Daha fazlasını söyleyeyim: haklılığımız oranında gerçeğin dönüşebileceğini varsayıyoruz ki, bu da 'yanlış insanlık'için geçerli bir genel doğrudur.
Bilimle, bilimsel gerçeğin soğukluğuyla yaşadığımız sorunlu ilişkiden kaynaklanıyor belki de bu alışkanlığımız. Ama 'gerçek' (!) şu ki, siyasal hayatımız bu anlayışın, yaklaşımın tesiri altında. Gece gündüz kendimizin ne kadar doğru ve haklı olduğunu anlatıyoruz da başkasının haklı olabileceğini, onun doğrusunun da geçerli olabileceğini hiç düşünmüyoruz.
'Tevil' dediğimiz kavram büyük ölçüde şu anlattıklarımla ilgili. İster açıklamak deyin, isteryorum deyin, ister bir anlamı başka bir anlama dönüştürmek deyin, tevil hayatımızın en önemli olgusu.
***
Firuzağa'da meydana gelen olayları görünce bunları düşündüm. Herkes o olayı şimdi kendince yorumluyor, açıklıyor. Fakat bunların hiçbirisi şu anda karşı karşıya bulunduğumuz durumu hafifletmeye yetmiyor.
Böyle olduğu içindir ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklama yapma gereğini hissetti ve olayı kınadı. Doğrusu budur! Ortada hiçbir biçimde kabul edilemeyecek, çok büyük bir hızla daha da vahim olaylara doğru genişleyebilecek bir tavır ve tutum var. Bu olayı daha fazla 'doğrulamaya' çalışmak anlamsız. Ayrıca bu tür kalkışmaların altından asla beklenmeyecek başka boyutların çıktığı çok olayda görüldü. 'İnanca saygı' adı altında başlayan böyle bir kalkışmanın nerede duracağı belli olmaz. Ben 1970'lerde yaşadım. O zaman da birileri devlet adına, gerçek adına, doğru adına (!) kendisini devletin yerine koyup 'mahallenin namusu'nu kurtarmaya çalışıyordu.
'Tevil'e yer bırakmayan bir olayın karşısındayız. Bazı hadiseler için 'şuyuu vukuundan beterdir' denir; o derecede ürkütücüdür, düşünülen, söylenen, akla gelen şey. Bu defa aklımıza gelmeyen başımıza geldi. Üstelik, ortada bir şayia, bir söylenti yok, daha beteri cereyan edemeyecek bir vaka var. Onu meşru, mazur, makbul göstermek olmayacak duaya amin demektir. Bir yanlış olabilir işin içinde ama yanlışı yok etmenin yolu bu değildir.
Şiddet, onu kullananı vuran silahın adıdır.