SABAH GAZETECİLİK, ETİK VE AR KONULARINDA SINIR TANIMIYOR! YILDIRIM TÜRKER O MANŞETİ TOPA TUTTU!
Sabah gazetesinin geçmişte de Hürriyet'e yetişme çabasıyla defalarca bu tür unutulmazlara imza atmışlığını da hatırlayalım...
Yine sabah olmuyor
Sabah gazetesi bir kez daha kantarın topuzu meselini düşündürdü.
27 Mayıs 2011 tarihinde ilk sayfasında iki fotoğraf yan yana basılmış, birbirine de ‘Terörist ve eseri’ spotuyla bağlanmıştı.
Öncelikle bu iki fotoğraf farklı tarihlerde, farklı mekânlarda çekilmişti. Dolayısıyla bu parlak manşet iddialı bir yorumun sözcülüğünü üstleniyordu.
Sebahat Tuncel’in daire içine alındığı ilk fotoğraf 19 Nisan 2011 günü Taksim’de YSK’nın bağımsız milletvekili adaylarının adaylığını iptal etmesini protesto eden göstericilere aitti.
Fotograf üstünde ‘BDP’li Sebahat Tuncel’ ve kalabalıkta biraz ilerisinde görünen yüzünü puşisiyle örtmüş ‘PKK’lı Molotofçu’ işaret edilerek aynı başlığın altını dolduruyordu: “Terörist”.
Yandaki fotoğraf da 26 Mayıs 2011 tarihinde Etiler’deki bombalı saldırıda yaralananları gösteriyordu. Yani “Ve Eseri”ni.
Sabah, bağışlanmaz sorumsuzluğunu okuruna büyük bir gazetecilik bombası olarak sunmayı da ihmal etmiyordu. Bu fotoğraf istihbarat birimlerince Sabah’a özel olarak iletilmiş ve Sabah besbelli uzun bir karar sürecinden sonra bu nadir ve çarpıcı eseri ilk olarak kamuoyuyla paylaşmaya karar vermişti. İnsan gazeteciliğiyle gurur duyuyor!
Tuncel’in o fotoğrafta üstelik müdahale etmeye çalışır bir hali açıkça seçilebiliyor. Ama Sabah ve Erdal Şafak, büyük yerden almışlar besbelli emri. Habercilik başarısı olarak duyurdukları şu: Sebahat Tuncel ve gibilerinin yani teröristlerin kışkırtmasıyla 19 Nisan’da Taksim’e çıkan molotoflular, 26 Mayıs’ta Etiler’deki bombalı sadırıyı gerçekleştirenlerdir. Gazetenin bu konuda bir kanıta ihtiyacı yok nasılsa. Amaç, Tuncel’i ve BDP’yi itibarsızlaştırmak. Resmi geleneğin bayrağını düşürmemek.
Belki yeterince anlaşılmamıştır diye bu haberin verildiği iç sayfada yine polis kaynaklı bir ‘haber’ var: “Tecavüz evi itirafı”. Alt başlık da, “PKK’lı terörist Sara E. İfadesinde Öcalan’ın Şam’daki Yoğunlaşma Evi’nde kadınlara zorla tecavüz ettiğini açıkladı”. Anlayacağınız, Abdullah Öcalan da zaten ‘tecavüzcü’ imiş.
Bu üçü bir yerde haberlerin kaynağı, Sabah gururla duyurur ki istihbarat ve güvenlik güçleri.
Türkiye’nin en iyi gazetesine de böylesi güvenilir kaynaklar yakışır.
Her dem karanlık
Medya konusunda yazmaya bayılmam. İnsanı kendi çuvaldızıyla dürtüverirler. Ama kimi şeylerin kaydını tutmak da kötü bir huy değildir sonuçta. Hele sıkça çuvaldızladığın kendin ise.
Şimdi hükümetin en gözükara yandaşı olma yolunda gazetecilik, etik, ar konularında sınır tanımayan Sabah gazetesinin geçmişte de Hürriyet’e yetişme çabasıyla defalarca bu tür unutulmazlara imza atmışlığını da hatırlayalım. Andıçtan geçtim.
Sabah’ın eski genel yayın yönetmenlerinden Babahan’ın yakınlarda “kardeşim gibidir, dürüstlüğü ve gazeteciliğine kefilim” sözleriyle Ergenekon lekesinden kurtarmaya çalıştığı Tayfun Hopalı’nın bir haberini hatırlayalım.
2001 yılında 5 Kasım tarihli Sabah gazetesini alanlar gazetenin logosu yanında epeyi iri tutulmuş fotografıyla Sabah Haber Ajansı Genel Müdürü Tayfun Hopalı’nın matruş çehresini görüyor, onun bir gazetecilik zaferine tanıklık etmeye çağrılıyordu. Bunun nemene bir zafer olduğunu anlamak için öğlene kadar beklemek gerekecekti. Manşet, “Burası Filistin Değil İstanbul”. Altında Küçük Armutlu’dan iki fotograf. Birinde ‘terör örgütü tarafından görevlendirilmiş’ olduğu söylenen bir delikanlı, ‘Her sokakta bir örgüt nöbetçisi’ alt yazısıyla işaret ediliyor. Ötekinde ‘polis operasyonlarına karşı direnmek için’ bir barikat görülüyor. Büyük muhabir Hopalı haberin alt başlığında muradını dile getiriyor, şahrem şahrem kanayan toplumsal yaraya parmak basıyordu; ‘Küçük Armutlu terörün cirit attığı, polisin giremediği bir kurtarılmış bölge...yetkililer de bu durumu biliyor ama görmezlikten geliyor.’ Şimdi, ‘İstanbul’un ortasında bir terör kalesi’, ‘İstanbul’un kalbinde fitili ateşlenmemiş bomba’ ve benzeri adlandırmalarla kendini dışa vuran edebi coşkuyu bir tarafa bırakalım. Sabah gazetesi, müthiş bir atlatma haber sunar gibi bayram değil seyran değil Küçük Armutlu’yu neden baş gündemimize oturtuyordu?
Pazartesi günü öğleden sonra İstanbul polisi yine aynı gazetenin verdiği bilgiye göre bin kişilik bir ekiple Küçük Armutlu’ya operasyon düzenledi. Sonuç: 4 ölü. İkisi ağır olmak üzere 10 yaralı. Cezaevlerinde 32 kişinin öldüğü, o vahşi ironiyle adına ‘Hayata Dönüş’ denilen operasyondan sonra yine ölüm orucu eylemine müdahale amaçlı bu operasyonda gaz bombaları, otomatik silahlar, panzer ve iş makineleri kullanıldı. İki saat boyunca kesilmeyen silah seslerine rağmen Emniyet kurşunla ölüm olmadığını, ölenlerin kendilerini yaktıklarını iddia etti. Oysa Çağdaş Hukukçular Derneği, evde bulunanlara yakın mesafeden ve hedef gözetilerek ateş edildiğini ve kimyasal veya benzeri bir madde ile yakıldıklarını iddia ediyordu.
Bu ne olağanüstü bir tesadüftür ki ertesi gün normal şartlar altında ‘Biz dememiş miydik’, ‘Sabah’ın uyarısı sonuç aldı’ ve benzeri böbür makamı manşetlerle çıkması beklenen Sabah’ta bir suçüstü yakalanmışlık hali vardı. Neredeyse bir mahcubiyet. O gün de Sabah gazetesi, istihbarat ve polis teşkilatı ile medyanın eşgüdümü konusunda utanç verici bir ibretlik olarak karşımızda dikilmişti. Dürüst ve kardeş polis muhabiri Hopalı besbelli emniyet güçleri ile yakın irtibat kurabilen bir gazeteciydi. O zamanlar da sormuştuk: Sabah’ın ilk günkü manşeti polis tarafından sipariş mi edildi? Amaç, operasyona zemin hazırlamak mıydı? Medyanın polis teşkilatıyla kolkola haber hazırlaması nicedir yadırganmayan bir teamül müdür? Gazetecinin, ölümle sonuçlanan polis operasyonlarına çanak tutmuş olma ihtimali korkutucu değil mi? Kendine gazeteci diyen herkesin isyan etmesi gerekmez mi?
Ama yönetimler değişse de ne Sabah ne de ‘özgür Türk basını’ değişiyor. Sessizce üstünden atlıyoruz bu tür mesleki utanmazlıkların.
Hep aynı sorular
Şimdi de aynı soruyu sormanın zamanıdır. AKP’nin BDP’ye karşı bu kadar fütursuzca bir karalama ve hedef gösterme kampanyası yürütüyor olması ve gazetelerinin bunun tetikçiliğini üstlenmesi basın emekçilerini incitmez mi?
Bana şaşırtıcı gelen, en değer verdiğim kimi isimlerin de, sözgelimi Murat Belge’nin de aralarında bulunduğu bir grup demokratın BDP’nin seçim öncesi AKP’yi hedef almasını yadırgıyor, eleştiriyor olması. Bu noktayı öne çıkarmaları.
AKP’nin, BDP’ye yüklenme biçiminde bir ahlak dışılık, bir orantısızlık, bir gözü dönmüşlük fark etmiyorlar mı acaba?
İhtimal vermem ama, sadece Kürtlere mi yakıştırmıyorlar gerginliği, asabiyeti, öfkeyi?
Sabah gazetesi, YSK’nın beceremediğini becermeye çıkmış yola.
Sivilleşme, askeri vesayetten kurtulma konusunda hassas görünen Sabah’ın bu gazeteciliğin temel ilkelerine aykırı, militarist ruhlu, bozguncu tavrı karşısında sıkı durmalıyız.
Seferberlik basınından kurtulmak için. Bin bir şantajla eli kolu bağlanmış basın kurumlarına muhtaç olmamak için. Emniyet, istihbarat, genel kurmay dışında kaynaklardan beslenen bir basın için.
Nefret pompası, hükümet-devlet işbirlikçisi kimilerinin bir sonraki kuşağa da gazeteci olarak sunulmaması için.
Yıldırım Türker/Radikal
Sabah gazetesi bir kez daha kantarın topuzu meselini düşündürdü.
27 Mayıs 2011 tarihinde ilk sayfasında iki fotoğraf yan yana basılmış, birbirine de ‘Terörist ve eseri’ spotuyla bağlanmıştı.
Öncelikle bu iki fotoğraf farklı tarihlerde, farklı mekânlarda çekilmişti. Dolayısıyla bu parlak manşet iddialı bir yorumun sözcülüğünü üstleniyordu.
Sebahat Tuncel’in daire içine alındığı ilk fotoğraf 19 Nisan 2011 günü Taksim’de YSK’nın bağımsız milletvekili adaylarının adaylığını iptal etmesini protesto eden göstericilere aitti.
Fotograf üstünde ‘BDP’li Sebahat Tuncel’ ve kalabalıkta biraz ilerisinde görünen yüzünü puşisiyle örtmüş ‘PKK’lı Molotofçu’ işaret edilerek aynı başlığın altını dolduruyordu: “Terörist”.
Yandaki fotoğraf da 26 Mayıs 2011 tarihinde Etiler’deki bombalı saldırıda yaralananları gösteriyordu. Yani “Ve Eseri”ni.
Sabah, bağışlanmaz sorumsuzluğunu okuruna büyük bir gazetecilik bombası olarak sunmayı da ihmal etmiyordu. Bu fotoğraf istihbarat birimlerince Sabah’a özel olarak iletilmiş ve Sabah besbelli uzun bir karar sürecinden sonra bu nadir ve çarpıcı eseri ilk olarak kamuoyuyla paylaşmaya karar vermişti. İnsan gazeteciliğiyle gurur duyuyor!
Tuncel’in o fotoğrafta üstelik müdahale etmeye çalışır bir hali açıkça seçilebiliyor. Ama Sabah ve Erdal Şafak, büyük yerden almışlar besbelli emri. Habercilik başarısı olarak duyurdukları şu: Sebahat Tuncel ve gibilerinin yani teröristlerin kışkırtmasıyla 19 Nisan’da Taksim’e çıkan molotoflular, 26 Mayıs’ta Etiler’deki bombalı sadırıyı gerçekleştirenlerdir. Gazetenin bu konuda bir kanıta ihtiyacı yok nasılsa. Amaç, Tuncel’i ve BDP’yi itibarsızlaştırmak. Resmi geleneğin bayrağını düşürmemek.
Belki yeterince anlaşılmamıştır diye bu haberin verildiği iç sayfada yine polis kaynaklı bir ‘haber’ var: “Tecavüz evi itirafı”. Alt başlık da, “PKK’lı terörist Sara E. İfadesinde Öcalan’ın Şam’daki Yoğunlaşma Evi’nde kadınlara zorla tecavüz ettiğini açıkladı”. Anlayacağınız, Abdullah Öcalan da zaten ‘tecavüzcü’ imiş.
Bu üçü bir yerde haberlerin kaynağı, Sabah gururla duyurur ki istihbarat ve güvenlik güçleri.
Türkiye’nin en iyi gazetesine de böylesi güvenilir kaynaklar yakışır.
Her dem karanlık
Medya konusunda yazmaya bayılmam. İnsanı kendi çuvaldızıyla dürtüverirler. Ama kimi şeylerin kaydını tutmak da kötü bir huy değildir sonuçta. Hele sıkça çuvaldızladığın kendin ise.
Şimdi hükümetin en gözükara yandaşı olma yolunda gazetecilik, etik, ar konularında sınır tanımayan Sabah gazetesinin geçmişte de Hürriyet’e yetişme çabasıyla defalarca bu tür unutulmazlara imza atmışlığını da hatırlayalım. Andıçtan geçtim.
Sabah’ın eski genel yayın yönetmenlerinden Babahan’ın yakınlarda “kardeşim gibidir, dürüstlüğü ve gazeteciliğine kefilim” sözleriyle Ergenekon lekesinden kurtarmaya çalıştığı Tayfun Hopalı’nın bir haberini hatırlayalım.
2001 yılında 5 Kasım tarihli Sabah gazetesini alanlar gazetenin logosu yanında epeyi iri tutulmuş fotografıyla Sabah Haber Ajansı Genel Müdürü Tayfun Hopalı’nın matruş çehresini görüyor, onun bir gazetecilik zaferine tanıklık etmeye çağrılıyordu. Bunun nemene bir zafer olduğunu anlamak için öğlene kadar beklemek gerekecekti. Manşet, “Burası Filistin Değil İstanbul”. Altında Küçük Armutlu’dan iki fotograf. Birinde ‘terör örgütü tarafından görevlendirilmiş’ olduğu söylenen bir delikanlı, ‘Her sokakta bir örgüt nöbetçisi’ alt yazısıyla işaret ediliyor. Ötekinde ‘polis operasyonlarına karşı direnmek için’ bir barikat görülüyor. Büyük muhabir Hopalı haberin alt başlığında muradını dile getiriyor, şahrem şahrem kanayan toplumsal yaraya parmak basıyordu; ‘Küçük Armutlu terörün cirit attığı, polisin giremediği bir kurtarılmış bölge...yetkililer de bu durumu biliyor ama görmezlikten geliyor.’ Şimdi, ‘İstanbul’un ortasında bir terör kalesi’, ‘İstanbul’un kalbinde fitili ateşlenmemiş bomba’ ve benzeri adlandırmalarla kendini dışa vuran edebi coşkuyu bir tarafa bırakalım. Sabah gazetesi, müthiş bir atlatma haber sunar gibi bayram değil seyran değil Küçük Armutlu’yu neden baş gündemimize oturtuyordu?
Pazartesi günü öğleden sonra İstanbul polisi yine aynı gazetenin verdiği bilgiye göre bin kişilik bir ekiple Küçük Armutlu’ya operasyon düzenledi. Sonuç: 4 ölü. İkisi ağır olmak üzere 10 yaralı. Cezaevlerinde 32 kişinin öldüğü, o vahşi ironiyle adına ‘Hayata Dönüş’ denilen operasyondan sonra yine ölüm orucu eylemine müdahale amaçlı bu operasyonda gaz bombaları, otomatik silahlar, panzer ve iş makineleri kullanıldı. İki saat boyunca kesilmeyen silah seslerine rağmen Emniyet kurşunla ölüm olmadığını, ölenlerin kendilerini yaktıklarını iddia etti. Oysa Çağdaş Hukukçular Derneği, evde bulunanlara yakın mesafeden ve hedef gözetilerek ateş edildiğini ve kimyasal veya benzeri bir madde ile yakıldıklarını iddia ediyordu.
Bu ne olağanüstü bir tesadüftür ki ertesi gün normal şartlar altında ‘Biz dememiş miydik’, ‘Sabah’ın uyarısı sonuç aldı’ ve benzeri böbür makamı manşetlerle çıkması beklenen Sabah’ta bir suçüstü yakalanmışlık hali vardı. Neredeyse bir mahcubiyet. O gün de Sabah gazetesi, istihbarat ve polis teşkilatı ile medyanın eşgüdümü konusunda utanç verici bir ibretlik olarak karşımızda dikilmişti. Dürüst ve kardeş polis muhabiri Hopalı besbelli emniyet güçleri ile yakın irtibat kurabilen bir gazeteciydi. O zamanlar da sormuştuk: Sabah’ın ilk günkü manşeti polis tarafından sipariş mi edildi? Amaç, operasyona zemin hazırlamak mıydı? Medyanın polis teşkilatıyla kolkola haber hazırlaması nicedir yadırganmayan bir teamül müdür? Gazetecinin, ölümle sonuçlanan polis operasyonlarına çanak tutmuş olma ihtimali korkutucu değil mi? Kendine gazeteci diyen herkesin isyan etmesi gerekmez mi?
Ama yönetimler değişse de ne Sabah ne de ‘özgür Türk basını’ değişiyor. Sessizce üstünden atlıyoruz bu tür mesleki utanmazlıkların.
Hep aynı sorular
Şimdi de aynı soruyu sormanın zamanıdır. AKP’nin BDP’ye karşı bu kadar fütursuzca bir karalama ve hedef gösterme kampanyası yürütüyor olması ve gazetelerinin bunun tetikçiliğini üstlenmesi basın emekçilerini incitmez mi?
Bana şaşırtıcı gelen, en değer verdiğim kimi isimlerin de, sözgelimi Murat Belge’nin de aralarında bulunduğu bir grup demokratın BDP’nin seçim öncesi AKP’yi hedef almasını yadırgıyor, eleştiriyor olması. Bu noktayı öne çıkarmaları.
AKP’nin, BDP’ye yüklenme biçiminde bir ahlak dışılık, bir orantısızlık, bir gözü dönmüşlük fark etmiyorlar mı acaba?
İhtimal vermem ama, sadece Kürtlere mi yakıştırmıyorlar gerginliği, asabiyeti, öfkeyi?
Sabah gazetesi, YSK’nın beceremediğini becermeye çıkmış yola.
Sivilleşme, askeri vesayetten kurtulma konusunda hassas görünen Sabah’ın bu gazeteciliğin temel ilkelerine aykırı, militarist ruhlu, bozguncu tavrı karşısında sıkı durmalıyız.
Seferberlik basınından kurtulmak için. Bin bir şantajla eli kolu bağlanmış basın kurumlarına muhtaç olmamak için. Emniyet, istihbarat, genel kurmay dışında kaynaklardan beslenen bir basın için.
Nefret pompası, hükümet-devlet işbirlikçisi kimilerinin bir sonraki kuşağa da gazeteci olarak sunulmaması için.
Yıldırım Türker/Radikal