Ruşen Çakır'dan 'Gülen'in has adamları' için medyaya kritik uyarı: İtirafçıdan alma haberi!
Bir dönem taptıkları Fethullah Gülen'den kopan Nurettin Veren,Hüseyin Gülerce ve Latif Erdoğan ne kadar güvenilir? Her söylediklerini doğru bellemek akıllıca mı?
Latif Erdoğan ve Nurettin Veren'i kamuoyu son olarak CNN Türk ekranlarında bu hafta başında izledi. Hüseyin Gülerce ise 17-25 Aralık sürecinden bu yana Cemaat hakkında bildiklerini ortaya koyuyor. Fethullah Gülen'in bir dönem sağ kolu olan bu üç isim örgütten ayrılıp itirafçı oldular. Haliyle kamuoyu FETÖ'yü iyi bildikleri için bu isimlerin ağızlarının içine bakar oldu.
Peki bir dönem taptıkları Fethullah Gülen'den kopan bu üç isim ne kadar güvenilir? Her söylediklerini doğru bellemek akıllıca mı?
Bu konuda gelin Ruşen Çakır'ın analizine göz atalım. FETO'yu ve örgütünü yıllardır yakın takipte tutan Çakır, çarpıcı bir bakış açısı ortaya koyuyor ve "İtirafçıların çoğu güce tapan kişilerdir" diyerek uyarıyor. İşte Ruşen Çakır'ın Medyascope.tv isimli kişisel periscope kanalında ortaya koyduğu gerçekler;
15 Temmuz darbe girişimi hiç kuşku yok ki en çok Gülen cemaati itirafçılarına yaradı. Artık haber kanallarının en gözde saatleri kendilerine hasrediliyor. Onlar da birer “kanaat önderi” havasında ülkenin Cemaat ile mücadelesinin stratejisini belirlemeye kalkıyorlar.
Halbuki bu işte çok yanlış var. İlk aklıma gelenleri sıralamak istiyorum:
Öncelikle bu kişilerin çoğunun Cemaat’ten kopuşları çok ciddi ideolojik, politik, ontolojik vb. arayış ve sorgulamalar sonucu olmamış. Büyük ölçüde Fethullah Gülen ile yaşadıkları anlaşmazlık, çıkar çatışması vb. gibi örgütsel meseleler nedeniyle ayrılmış, daha doğrusu ayrılmak zorunda kalmışlar.
Eğer bu kişiler gerçekten Cemaat içindeki yanlışlardan rahatsız olsalardı, Batı’da “whistleblower” denen, bize de “oyunbozan” olarak tercüme edilecek şekilde, daha ayrılmadan kamuoyunu Cemaat hakkında bilgilendirmeye kalkarlardı.
Oyunbozanlar övgüyü hak ediyor ama itirafçılara ahlaki açıdan kesinlikle mesafeli yaklaşmak gerekir. Çünkü oyunbozanlar oyunun içindeyken ciddi bir risk alıp onu bozmaya çalışırlar; itirafçılar ise oyunun dışında kaldıkları için ve büyük ölçüde oyundan dışlanmanın verdiği öfkeyle oyun hakkında ifşaatta bulunurlar.
Gülen Cemaati’nin ilk yıllarından beri görev yapan Nurettin Veren, 5 Ağustos 2016’da, Latif Erdoğan ise 8 Ağustos 2016’da CNN Türk’te Didem Arslan Yılmaz’ın canlı yayın konuğu oldu.
İtirafçıların çoğu güce tapan kişilerdir. Zaten bulundukları yapıdan ayrılmanın nedeni ya onun içinde umdukları kadar güçlü olmalarının mümkün olmaması ya da o yapının eski kadar güçlü olmamasıdır.
Bu konuda ilk örneğimiz Latif Erdoğan. Gülen’in hayatını anlattığı “Küçük Dünyam” kitabını hazırlayan ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın ilk başkanı olan Erdoğan 1990 ortalarında kendisini “Cemaat’in ikinci adamı” olarak sunar ve bu yüzden Cemaat içinde epey tepkiye neden olurdu. “Hoşgörü, diyalog” gibi kavramlarla dışa açıldığı bir dönemde, kamusal yüzlerinden olan Erdoğan’ın sekter ve kibirli tavırları Cemaat’in işini epey güçleştiriyordu. Eğer Gülen, Erdoğan’ı “mirasçısı” olarak görüp Cemaat’e dayatmış olsaydı herhalde onu bir itirafçı olarak göremezdik.
İkinci örnek de Hüseyin Gülerce. Orijin olarak cemaatçi olmayan Gülerce hızla “cemaatçiden çok cemaatçi” oldu ve işin aslını bilmeyenler tarafından bir tür “Gülen’in sözcüsü” olarak görüldü. 10 Eylül 2006 tarihinde Vatan gazetesindeki yazımda da görüleceği gibi Gülerce birçok vesileyle Gülen adına Tayyip Erdoğan’a meydan okuyabilmiş birisidir. Onun 17-25 Aralık sürecinin belli bir aşamasından sonra sıkı bir Erdoğan savunucusu ve Gülen düşmanı olmasının esas nedeni de Gülen-Erdoğan savaşının seyri olsa gerek.
İtirafçıları dinlerken herşeyi anlatmadıklarını, her anlattıklarının doğru olmadığını, doğru şeyler anlatsalar dahi bazı ayrıntıları eğip bükme, çarpıtma ihtimalinin hayli yüksek olduğunu akılda tutmak lazım.
Kuşkusuz itirafçıların anlattıklarının bir değeri var. Ancak yukarda dile getirdiğimiz ve benzeri nedenlerle bunların mutlaka bazı filtrelerden geçirilmesi gerekiyor. Yani itirafçıların yargıya, güvenlik birimlerine, konuyla ilgili çalışma yapan araştırmacılara, gazetecilere vb. konuşmalarında bir sakınca olmayabilir, hatta yararlı da olabilir. Fakat onların her akıllarına gelenleri istedikleri gibi canlı yayınlarda anlatmalarının, vatandaşın Cemaat’i öğrenmesine yarardan çok zarar verdiğini düşünüyorum.
Unutmayalım ki itirafçılık bir nevi meslek. Ama itirafçının sermayesi son derece kıttır ve onu da “mesleğinin” daha ilk günlerde hızlıca tüketmiştir. Bu nedenle ya tekrara kaçar, ya doğru bilginin yanına belli miktarlarda uydurma şeyler ekler… İdeal itirafçı, yaşadıklarıyla sahici bir şekilde yüzleşmiş, içinden çıktığı yapıyı mesafeli de olsa disiplinli bir şekilde takip etmeyi sürdüren, görüş beyan ettiği konuda entelektüel çabalar içine giren ve dün olanlardan ziyade bugüne ve geleceğe yönelik analiz yapabilen kişidir ve Gülen cemaati söz konusu olduğunda böyleleriyle pek karşılaşamıyoruz maalesef.
Şu genellikle ıskalanıyor: İtirafçılar kesinlikle herhangi bir şeyin mağduru değiller. Hatta geçmişte çok kişiyi mağdur etmiş olduklarını da tahmin edebiliriz. Bu nedenle itirafları onlara herhangi bir saygınlık getirmez, getirmemeli. Nitekim canlı yayınlarda aralarında kapıştıklarında itibar tanımının onlara pek de yakışmadığını görüyoruz. Dolayısıyla medya itirafçıların bilgisine başvururken onlarla ahlaki bir mesafe koymak zorundadır. Aksi takdirde, en azından bu yapıların mağdur ettikleri kişilere saygısızlık etmiş olurlar.
Çok uzattığımın farkındayım. Sonuç olarak Gülen cemaati Türkiye’nin çok ciddi bir sorunudur. Bununla mücadele etmek için öncelikle onu anlamamız gerekir. Cemaat’i anlamak ise, kesinlikle, onun günahlarına fazlasıyla ortak olduktan sonra, genellikle kişisel nedenler yüzünden yollarını ayırıp bu geçmişlerini geçim kapısı yapmak isteyenler üzerinden mümkün olamaz.
Peki bir dönem taptıkları Fethullah Gülen'den kopan bu üç isim ne kadar güvenilir? Her söylediklerini doğru bellemek akıllıca mı?
Bu konuda gelin Ruşen Çakır'ın analizine göz atalım. FETO'yu ve örgütünü yıllardır yakın takipte tutan Çakır, çarpıcı bir bakış açısı ortaya koyuyor ve "İtirafçıların çoğu güce tapan kişilerdir" diyerek uyarıyor. İşte Ruşen Çakır'ın Medyascope.tv isimli kişisel periscope kanalında ortaya koyduğu gerçekler;
15 Temmuz darbe girişimi hiç kuşku yok ki en çok Gülen cemaati itirafçılarına yaradı. Artık haber kanallarının en gözde saatleri kendilerine hasrediliyor. Onlar da birer “kanaat önderi” havasında ülkenin Cemaat ile mücadelesinin stratejisini belirlemeye kalkıyorlar.
Halbuki bu işte çok yanlış var. İlk aklıma gelenleri sıralamak istiyorum:
Öncelikle bu kişilerin çoğunun Cemaat’ten kopuşları çok ciddi ideolojik, politik, ontolojik vb. arayış ve sorgulamalar sonucu olmamış. Büyük ölçüde Fethullah Gülen ile yaşadıkları anlaşmazlık, çıkar çatışması vb. gibi örgütsel meseleler nedeniyle ayrılmış, daha doğrusu ayrılmak zorunda kalmışlar.
Eğer bu kişiler gerçekten Cemaat içindeki yanlışlardan rahatsız olsalardı, Batı’da “whistleblower” denen, bize de “oyunbozan” olarak tercüme edilecek şekilde, daha ayrılmadan kamuoyunu Cemaat hakkında bilgilendirmeye kalkarlardı.
Oyunbozanlar övgüyü hak ediyor ama itirafçılara ahlaki açıdan kesinlikle mesafeli yaklaşmak gerekir. Çünkü oyunbozanlar oyunun içindeyken ciddi bir risk alıp onu bozmaya çalışırlar; itirafçılar ise oyunun dışında kaldıkları için ve büyük ölçüde oyundan dışlanmanın verdiği öfkeyle oyun hakkında ifşaatta bulunurlar.
Gülen Cemaati’nin ilk yıllarından beri görev yapan Nurettin Veren, 5 Ağustos 2016’da, Latif Erdoğan ise 8 Ağustos 2016’da CNN Türk’te Didem Arslan Yılmaz’ın canlı yayın konuğu oldu.
İtirafçıların çoğu güce tapan kişilerdir. Zaten bulundukları yapıdan ayrılmanın nedeni ya onun içinde umdukları kadar güçlü olmalarının mümkün olmaması ya da o yapının eski kadar güçlü olmamasıdır.
Bu konuda ilk örneğimiz Latif Erdoğan. Gülen’in hayatını anlattığı “Küçük Dünyam” kitabını hazırlayan ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın ilk başkanı olan Erdoğan 1990 ortalarında kendisini “Cemaat’in ikinci adamı” olarak sunar ve bu yüzden Cemaat içinde epey tepkiye neden olurdu. “Hoşgörü, diyalog” gibi kavramlarla dışa açıldığı bir dönemde, kamusal yüzlerinden olan Erdoğan’ın sekter ve kibirli tavırları Cemaat’in işini epey güçleştiriyordu. Eğer Gülen, Erdoğan’ı “mirasçısı” olarak görüp Cemaat’e dayatmış olsaydı herhalde onu bir itirafçı olarak göremezdik.
İkinci örnek de Hüseyin Gülerce. Orijin olarak cemaatçi olmayan Gülerce hızla “cemaatçiden çok cemaatçi” oldu ve işin aslını bilmeyenler tarafından bir tür “Gülen’in sözcüsü” olarak görüldü. 10 Eylül 2006 tarihinde Vatan gazetesindeki yazımda da görüleceği gibi Gülerce birçok vesileyle Gülen adına Tayyip Erdoğan’a meydan okuyabilmiş birisidir. Onun 17-25 Aralık sürecinin belli bir aşamasından sonra sıkı bir Erdoğan savunucusu ve Gülen düşmanı olmasının esas nedeni de Gülen-Erdoğan savaşının seyri olsa gerek.
İtirafçıları dinlerken herşeyi anlatmadıklarını, her anlattıklarının doğru olmadığını, doğru şeyler anlatsalar dahi bazı ayrıntıları eğip bükme, çarpıtma ihtimalinin hayli yüksek olduğunu akılda tutmak lazım.
Kuşkusuz itirafçıların anlattıklarının bir değeri var. Ancak yukarda dile getirdiğimiz ve benzeri nedenlerle bunların mutlaka bazı filtrelerden geçirilmesi gerekiyor. Yani itirafçıların yargıya, güvenlik birimlerine, konuyla ilgili çalışma yapan araştırmacılara, gazetecilere vb. konuşmalarında bir sakınca olmayabilir, hatta yararlı da olabilir. Fakat onların her akıllarına gelenleri istedikleri gibi canlı yayınlarda anlatmalarının, vatandaşın Cemaat’i öğrenmesine yarardan çok zarar verdiğini düşünüyorum.
Unutmayalım ki itirafçılık bir nevi meslek. Ama itirafçının sermayesi son derece kıttır ve onu da “mesleğinin” daha ilk günlerde hızlıca tüketmiştir. Bu nedenle ya tekrara kaçar, ya doğru bilginin yanına belli miktarlarda uydurma şeyler ekler… İdeal itirafçı, yaşadıklarıyla sahici bir şekilde yüzleşmiş, içinden çıktığı yapıyı mesafeli de olsa disiplinli bir şekilde takip etmeyi sürdüren, görüş beyan ettiği konuda entelektüel çabalar içine giren ve dün olanlardan ziyade bugüne ve geleceğe yönelik analiz yapabilen kişidir ve Gülen cemaati söz konusu olduğunda böyleleriyle pek karşılaşamıyoruz maalesef.
Şu genellikle ıskalanıyor: İtirafçılar kesinlikle herhangi bir şeyin mağduru değiller. Hatta geçmişte çok kişiyi mağdur etmiş olduklarını da tahmin edebiliriz. Bu nedenle itirafları onlara herhangi bir saygınlık getirmez, getirmemeli. Nitekim canlı yayınlarda aralarında kapıştıklarında itibar tanımının onlara pek de yakışmadığını görüyoruz. Dolayısıyla medya itirafçıların bilgisine başvururken onlarla ahlaki bir mesafe koymak zorundadır. Aksi takdirde, en azından bu yapıların mağdur ettikleri kişilere saygısızlık etmiş olurlar.
Çok uzattığımın farkındayım. Sonuç olarak Gülen cemaati Türkiye’nin çok ciddi bir sorunudur. Bununla mücadele etmek için öncelikle onu anlamamız gerekir. Cemaat’i anlamak ise, kesinlikle, onun günahlarına fazlasıyla ortak olduktan sonra, genellikle kişisel nedenler yüzünden yollarını ayırıp bu geçmişlerini geçim kapısı yapmak isteyenler üzerinden mümkün olamaz.