RUŞEN ÇAKIR'DAN ELEŞTİRİ! HRANT'IN ÖLDÜRÜLDÜĞÜ GÜNÜN GERİSİNDEYİZ!
"Dün sadece Hrant'ı anmadık, göz göre göre uçup giden umutlarımıza, kırılan hayallerimize de ağıt yaktık..."
İşte vatan yazarı Ruşen Çakır’ın o yazısı...
Hem Hrant’ı andık, hem uçup giden umutlarımıza, kırılan hayallerimize ağıt yaktık
Beş yılın sonunda geldiğimiz noktayı “sıfıra sıfır, elde var sıfır” diye değerlendirenler var. Katılmıyorum, daha vahim bir durumdayız, yani eksideyiz; diğer bir deyişle Hrant’ın öldürüldüğü günün gerisindeyiz.
Çünkü Hrant’ın katlinin bize yaşattığı acı, yüzbinlerin cenazesine katılması, milyonların onun için ağlamasıyla birlikte kısa zamanda bir “umut”a dönüşmüştü. Hükümetin de söz konusu kitlelerin beklentilerine uygun hareket edeceği yolunda mesajlar vermesi de umutları iyice artırmıştı. Yıllarca aynı sistem tarafından hayli yıpratılmış olan AKP’lilerin, kendi iktidarlarını da ciddi olarak tehdit eden derin yapılarla hesaplaşmada Dink suikastinden yararlanma ihtimali makul görülüyor, hatta teşvik ediliyordu. Nitekim kısa bir süre sonra başlatılan Ergenekon soruşturmasında ilk tutuklananlar arasında Hrant’a her türlü kötülüğü alenen yapmış olan isimler de yer alıyordu.
Atılmayan adımlar
Fakat Ergenekon soruşturması peşine Balyoz, İrtica Belgesi, İnternet Andıcı gibi yeni davaları da katarak büyük bir hesaplaşmaya dönüşürken Dink Davası’nda tek bir adım dahi atılmadı. “Atılamadı” değil “atılmadı” diyorum. Örneğin en büyük ve doğal beklenti, Dink suikastinin Ergenekon Davası’na katılmasıydı, ama Danıştay Baskını Davası birleştirilirken Dink Davası kendi başına bırakıldı.
Devletin bütün kademeleri hep aynı cevabı veriyor: “Bu işin temyiz safhası da var!” Daha önce de davayla ilgili eleştirileri “Yargı süreci devam ediyor” diye geçiştirmiş oldukları için şimdiki cevapları da kimseyi (herhalde kendilerini de) tatmin etmiyor.
Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: Gelinen noktanın birinci derecede sorumlusu kesinlikle siyasi iktidardır. Verdikleri bütün sözlere rağmen bu soruşturmanın sonuna kadar götürülmesini sağlayamayarak hem Hrant’ın yakınlarına, hem tüm Türkiye’ye, özel olarak da kendilerine çok büyük kötülük yapmışlardır.
Gelinen noktanın AKP’nin ne kadar aleyhine olduğunu göstermek için dünkü kalabalığı hızlı bir şekilde tahlil etmek yeterli olabilir. Şöyle ki, dün Taksim’den Agos’a yürüyenlerin bir bölümü 12 Eylül referandumunda kararlı bir şekilde “hayır” oyu kullanırken, benim de dahil olduğum bir bölümü sandığa gitmemiş, geri kalanlarıysa “Yetmez ama evet” sloganıyla iktidar partisine, niceliğini bilemem ama nitelik açısından son derece değerli bir destek sunmuştu. İşte Dink Davası’nın sonucu bütün bu tartışmaların üzerine bir şal örttü, AKP hükümetine yönelik umutlarını korumaya çalışanların dirençlerinin iyice kırılmasına kapı araladı.
Sonuçta dün sadece Hrant’ı anmadık, göz göre göre uçup giden umutlarımıza, kırılan hayallerimize de ağıt yaktık. Yine de, birilerinin çok sevdiği “sözün bittiği yerdeyiz” cümlesini kurmamak gerekiyor.
Haram/helal farkı
Daha söylenecek çok söz var. Şimdilik sözü, dün Karin Karakaşlı tarafından okunan metinden bir bölüme bırakalım:
“Dosya kapandı diyorlar bize. Kapandı mı bu dosya? Hrant Dink dosya değil ki kapatasın, o bir yara...
Artık köprüden önceki son çıkıştayız. Oradan hakkıyla geçmeden tamamlanacak ödeşme, kurulacak düş, inanılacak adalet, yaşanacak memleket yok. Öbür türlüsü sadece yalan olur ve bir gün başımıza yıkılır. Altında kalırız hep birlikte.
O yüzden gün, sadece söz söylemek değil söz vermek zamanı.
Söz verelim mi birbirimize? Bu dava daha bitmedi.
Söz verelim mi birbirimize? İnsanlık daha ölmedi.
Söz verelim mi birbirimize? Devlet daha hesabını vermedi.
Sözümüz söz olsun. Bu adaletsizlikle yaşamak hepimize haramdır. Aksi için uğraşan hepimize helal olsun.”
Haram ile helal ayrımını bilen bir ülkenin çocukları olduğumuza inanıyorum.
Hem Hrant’ı andık, hem uçup giden umutlarımıza, kırılan hayallerimize ağıt yaktık
Beş yılın sonunda geldiğimiz noktayı “sıfıra sıfır, elde var sıfır” diye değerlendirenler var. Katılmıyorum, daha vahim bir durumdayız, yani eksideyiz; diğer bir deyişle Hrant’ın öldürüldüğü günün gerisindeyiz.
Çünkü Hrant’ın katlinin bize yaşattığı acı, yüzbinlerin cenazesine katılması, milyonların onun için ağlamasıyla birlikte kısa zamanda bir “umut”a dönüşmüştü. Hükümetin de söz konusu kitlelerin beklentilerine uygun hareket edeceği yolunda mesajlar vermesi de umutları iyice artırmıştı. Yıllarca aynı sistem tarafından hayli yıpratılmış olan AKP’lilerin, kendi iktidarlarını da ciddi olarak tehdit eden derin yapılarla hesaplaşmada Dink suikastinden yararlanma ihtimali makul görülüyor, hatta teşvik ediliyordu. Nitekim kısa bir süre sonra başlatılan Ergenekon soruşturmasında ilk tutuklananlar arasında Hrant’a her türlü kötülüğü alenen yapmış olan isimler de yer alıyordu.
Atılmayan adımlar
Fakat Ergenekon soruşturması peşine Balyoz, İrtica Belgesi, İnternet Andıcı gibi yeni davaları da katarak büyük bir hesaplaşmaya dönüşürken Dink Davası’nda tek bir adım dahi atılmadı. “Atılamadı” değil “atılmadı” diyorum. Örneğin en büyük ve doğal beklenti, Dink suikastinin Ergenekon Davası’na katılmasıydı, ama Danıştay Baskını Davası birleştirilirken Dink Davası kendi başına bırakıldı.
Devletin bütün kademeleri hep aynı cevabı veriyor: “Bu işin temyiz safhası da var!” Daha önce de davayla ilgili eleştirileri “Yargı süreci devam ediyor” diye geçiştirmiş oldukları için şimdiki cevapları da kimseyi (herhalde kendilerini de) tatmin etmiyor.
Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz: Gelinen noktanın birinci derecede sorumlusu kesinlikle siyasi iktidardır. Verdikleri bütün sözlere rağmen bu soruşturmanın sonuna kadar götürülmesini sağlayamayarak hem Hrant’ın yakınlarına, hem tüm Türkiye’ye, özel olarak da kendilerine çok büyük kötülük yapmışlardır.
Gelinen noktanın AKP’nin ne kadar aleyhine olduğunu göstermek için dünkü kalabalığı hızlı bir şekilde tahlil etmek yeterli olabilir. Şöyle ki, dün Taksim’den Agos’a yürüyenlerin bir bölümü 12 Eylül referandumunda kararlı bir şekilde “hayır” oyu kullanırken, benim de dahil olduğum bir bölümü sandığa gitmemiş, geri kalanlarıysa “Yetmez ama evet” sloganıyla iktidar partisine, niceliğini bilemem ama nitelik açısından son derece değerli bir destek sunmuştu. İşte Dink Davası’nın sonucu bütün bu tartışmaların üzerine bir şal örttü, AKP hükümetine yönelik umutlarını korumaya çalışanların dirençlerinin iyice kırılmasına kapı araladı.
Sonuçta dün sadece Hrant’ı anmadık, göz göre göre uçup giden umutlarımıza, kırılan hayallerimize de ağıt yaktık. Yine de, birilerinin çok sevdiği “sözün bittiği yerdeyiz” cümlesini kurmamak gerekiyor.
Haram/helal farkı
Daha söylenecek çok söz var. Şimdilik sözü, dün Karin Karakaşlı tarafından okunan metinden bir bölüme bırakalım:
“Dosya kapandı diyorlar bize. Kapandı mı bu dosya? Hrant Dink dosya değil ki kapatasın, o bir yara...
Artık köprüden önceki son çıkıştayız. Oradan hakkıyla geçmeden tamamlanacak ödeşme, kurulacak düş, inanılacak adalet, yaşanacak memleket yok. Öbür türlüsü sadece yalan olur ve bir gün başımıza yıkılır. Altında kalırız hep birlikte.
O yüzden gün, sadece söz söylemek değil söz vermek zamanı.
Söz verelim mi birbirimize? Bu dava daha bitmedi.
Söz verelim mi birbirimize? İnsanlık daha ölmedi.
Söz verelim mi birbirimize? Devlet daha hesabını vermedi.
Sözümüz söz olsun. Bu adaletsizlikle yaşamak hepimize haramdır. Aksi için uğraşan hepimize helal olsun.”
Haram ile helal ayrımını bilen bir ülkenin çocukları olduğumuza inanıyorum.