Ruşen Çakır Kadri Gürsel için yazdı: O, gazeteci kalmayı başardı
Gazeteci Ruşen Çakır, Cumhuriyet'e konuk yazar oldu ve cezaevinde bulunan Kadri Gürsel'le ilgili bir yazı kaleme aldı.
Gazeteci Ruşen Çakır, Cumhuriyet gazetesinin tutuklu yazar, çizer ve yöneticileriyle birliten cezaevinde bulunan Kadri Gürsel'le ilgili bir yazı kaleme alması için gazeteye konuk yazar oldu. Çakır'ın "Kadri’nin bileğini bükemeyenler şimdi kırmaya çalışıyorlar, ama o her kuşun etinin yenemeyeceğinin açık bir örneğidir. Eminim en kısa zamanda mesleğine kaldığı yerden daha güçlü ve etkili bir şekilde devam edecektir" diye yazdı.
Ruşen Çakır'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (2 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan 'O, gazeteci kalmayı başardı' başlıklı yazısı şöyle:
Bir zamanlar entelektüellerin konumuyla ilgili tartışmalarında sıklıkla “angaje” tanımı kullanılırdı. Kimilerine göre aydın olmak “angaje” olmak demekti; yani aydınlar bir davaya, mücadeleye bağlı olmak, bilgi ve düşüncelerini o davanın başarısına kanalize etmekle yükümlüydüler. Kimileri de aydınların angaje olmamasını, siyasi konularda taraflarüstü konum alması gerektiğini savunurdu.
Kadri ile Galatasaray Lisesi’ne girdiğimiz 1972 yılından beri tanışırız. Hiç aynı sınıfta okumadık ancak 4-5 yıl sonra devrimci hareket saflarında yan yana durduk. Daha lisenin ilk yıllarında biz de her aydının illa “angaje” olması gerektiğine inanırdık.
Kadri benden daha fazla hapis yattı. Bunun da etkisiyle olsa gerek ben ondan biraz daha erken gazeteciliğe başladım. 30 yılı aşkın bir süredir ikimiz de bu işi yapıyoruz ve galiba bütün olumsuzluklarına, sıkıntılarına vs. rağmen gazeteciliği seviyoruz.
Taraf olma dayatması
Bu süreçte “angaje aydın” tartışmaları, en azından bizim için, “bir gazeteci angaje olmak, taraf tutmak zorunda mıdır” tartışmalarına bıraktı. İlginçtir, bizim gazeteciliğe ilk başladığımız dönemlerde gazeteciler taraf tuttukları iddiasıyla eleştirilirdi; bir süredir taraf tutmadıkları için eleştirilir oldular. Bu noktaya gelinmesinde adı “Taraf” olan bir gazetenin çıkmış ve bir döneme damgasını basmış olmasının payı çok büyüktür.
Çok kişinin Kadri’yi “angaje”, yani “taraflı” bir gazeteci olarak gördüğünün farkındayım, ama çok yakından tanıdığım ve özellikle son yıllarda en çok bu konular hakkında sohbet ettiğim/ tartıştığım için çok iyi biliyorum ki Kadri kesinlikle “angaje bir gazeteci” değil. Çünkü o gazeteciliğe angaje.
Kadri’nin böylesi bir komployla tutuklanmasındaki temel motivasyonun onun siyasi iktidara en sert ve etkili eleştirileri yöneltmesine rağmen “angaje” olmamaktaki bu ısrarı olduğu kanısındayım. Diğer bir deyişle Kadri televizyon tartışmalarında, kaleme aldığı yazılarda, yurtiçi ve dışında katıldığı toplantılarda, gazeteciliğin evrensel ilkelerine bağlı bir şekilde, titiz bir araştırmacılıkla edindiği bilgileri temel almak yerine keskin, ucuz “muhalefet” yapmış olsaydı bunlar yaşanmazdı.
Bir süredir, özellikle Gezi direnişinden sonra Türkiye’de gazetecilere (aslında benzer bir durum dünyanın birçok bölgesinde de yaşanıyor) gazeteci olmak yerine aktivist olmaları dayatılıyor. Bunun siyasi iktidar ve onun destekçilerinin temel bir stratejisi olduğu ve maalesef çok sayıda meslektaşımızın bu tuzağa kapıldığını düşünüyorum. Bu yüzden yakın bir zamana kadar toplumun tüm kesimleri tarafından bilinen, izlenen, haber ve yorumlarına değer verilen birçok gazeteci kendilerini dar bir çerçeveye hapsetti ve mesleki üretim anlamında epey kısırlaştı.
Her kuşun eti yenmez
Bu noktada Kadri istisnalardan biridir. Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) Türkiye direktörü ve yönetim kurulu üyesi kimliğiyle basın özgürlüğü ihlallerine karşı mücadelenin en ön saflarında yer almasına rağmen Kadri asla “angaje” bir gazeteci olmadı. Örneğin son dönemde birçok meslektaşımız katıldıkları faaliyetlerle öne çıkarken Kadri, yazıları ve yorumlarıyla, yani gazeteciliğe ayakta kalmaya çalıştı ve başardı.
Kadri’nin bileğini bükemeyenler şimdi kırmaya çalışıyorlar, ama o her kuşun etinin yenemeyeceğinin açık bir örneğidir. Eminim en kısa zamanda mesleğine kaldığı yerden daha güçlü ve etkili bir şekilde devam edecektir.
Ruşen Çakır'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (2 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan 'O, gazeteci kalmayı başardı' başlıklı yazısı şöyle:
Bir zamanlar entelektüellerin konumuyla ilgili tartışmalarında sıklıkla “angaje” tanımı kullanılırdı. Kimilerine göre aydın olmak “angaje” olmak demekti; yani aydınlar bir davaya, mücadeleye bağlı olmak, bilgi ve düşüncelerini o davanın başarısına kanalize etmekle yükümlüydüler. Kimileri de aydınların angaje olmamasını, siyasi konularda taraflarüstü konum alması gerektiğini savunurdu.
Kadri ile Galatasaray Lisesi’ne girdiğimiz 1972 yılından beri tanışırız. Hiç aynı sınıfta okumadık ancak 4-5 yıl sonra devrimci hareket saflarında yan yana durduk. Daha lisenin ilk yıllarında biz de her aydının illa “angaje” olması gerektiğine inanırdık.
Kadri benden daha fazla hapis yattı. Bunun da etkisiyle olsa gerek ben ondan biraz daha erken gazeteciliğe başladım. 30 yılı aşkın bir süredir ikimiz de bu işi yapıyoruz ve galiba bütün olumsuzluklarına, sıkıntılarına vs. rağmen gazeteciliği seviyoruz.
Taraf olma dayatması
Bu süreçte “angaje aydın” tartışmaları, en azından bizim için, “bir gazeteci angaje olmak, taraf tutmak zorunda mıdır” tartışmalarına bıraktı. İlginçtir, bizim gazeteciliğe ilk başladığımız dönemlerde gazeteciler taraf tuttukları iddiasıyla eleştirilirdi; bir süredir taraf tutmadıkları için eleştirilir oldular. Bu noktaya gelinmesinde adı “Taraf” olan bir gazetenin çıkmış ve bir döneme damgasını basmış olmasının payı çok büyüktür.
Çok kişinin Kadri’yi “angaje”, yani “taraflı” bir gazeteci olarak gördüğünün farkındayım, ama çok yakından tanıdığım ve özellikle son yıllarda en çok bu konular hakkında sohbet ettiğim/ tartıştığım için çok iyi biliyorum ki Kadri kesinlikle “angaje bir gazeteci” değil. Çünkü o gazeteciliğe angaje.
Kadri’nin böylesi bir komployla tutuklanmasındaki temel motivasyonun onun siyasi iktidara en sert ve etkili eleştirileri yöneltmesine rağmen “angaje” olmamaktaki bu ısrarı olduğu kanısındayım. Diğer bir deyişle Kadri televizyon tartışmalarında, kaleme aldığı yazılarda, yurtiçi ve dışında katıldığı toplantılarda, gazeteciliğin evrensel ilkelerine bağlı bir şekilde, titiz bir araştırmacılıkla edindiği bilgileri temel almak yerine keskin, ucuz “muhalefet” yapmış olsaydı bunlar yaşanmazdı.
Bir süredir, özellikle Gezi direnişinden sonra Türkiye’de gazetecilere (aslında benzer bir durum dünyanın birçok bölgesinde de yaşanıyor) gazeteci olmak yerine aktivist olmaları dayatılıyor. Bunun siyasi iktidar ve onun destekçilerinin temel bir stratejisi olduğu ve maalesef çok sayıda meslektaşımızın bu tuzağa kapıldığını düşünüyorum. Bu yüzden yakın bir zamana kadar toplumun tüm kesimleri tarafından bilinen, izlenen, haber ve yorumlarına değer verilen birçok gazeteci kendilerini dar bir çerçeveye hapsetti ve mesleki üretim anlamında epey kısırlaştı.
Her kuşun eti yenmez
Bu noktada Kadri istisnalardan biridir. Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) Türkiye direktörü ve yönetim kurulu üyesi kimliğiyle basın özgürlüğü ihlallerine karşı mücadelenin en ön saflarında yer almasına rağmen Kadri asla “angaje” bir gazeteci olmadı. Örneğin son dönemde birçok meslektaşımız katıldıkları faaliyetlerle öne çıkarken Kadri, yazıları ve yorumlarıyla, yani gazeteciliğe ayakta kalmaya çalıştı ve başardı.
Kadri’nin bileğini bükemeyenler şimdi kırmaya çalışıyorlar, ama o her kuşun etinin yenemeyeceğinin açık bir örneğidir. Eminim en kısa zamanda mesleğine kaldığı yerden daha güçlü ve etkili bir şekilde devam edecektir.