REHA MUHTAR DAVALIK OLDUĞU SONER YALÇIN'A NASIL DESTEK VERDİ?

Reha Muhtar, ailesi ve özel hayatına ağır saldırıda bulundukları gerekçesiyle mahkemeye verdiği odatv'nin sahibi Soner Yalçın'a bu kez sahip çıktı!

Soner’in haysiyeti ve insanın haysiyeti...


Ne acıklı bir durum yaşanıyor günlerdir...
Ne ibretlik bir durum yaşanıyor saatlerdir...

Günlerdir özellikle bekledim, hiçbir şey yazmadım, izledim, gözledim...

Riyakarlıkları izledim, korkaklıkları, zavallılıkları, her tarafı idare etme çabasını, sahici değil sanal el uzatma çalışmalarını...

Soner dışardayken, Oda TV’nin başındayken, ailemle ilgili “O kadar haysiyetsizce, o kadar şerefsizce, o kadar yalan ve o kadar iftira dolu” haberle karşılaştım ki, “yalanın yarattığı üzüntüden, çocukların evden kaçırılırcasına götürülüp gösterilmemesinden ve üzerine yazılan onca rezillikten” sonra, babam sabah kalktı banyoya gitti...

Banyoda başının döndüğünü farketti...

Beyin kanaması geçiriyordu onu farketmedi...

Sağ elini ve sağ tarafını doğru düzgün kullanamıyordu...

Konuşamadığını, kelimeleri doğru telaffuz edemediğini hissetti...


***


“Şekerim düşmüştür” dedi, yalpalaya yalpalaya yatağa gitti...

Şeker ilacını aldı, yiyecek bir şeyler verdiler, uzandı...

Dinlenmeye çalıştı...

Ne var ki, ne konuşmasındaki pelteklik yok oldu, ne sağ tarafındaki tutmazlık...

Beyin kanaması geçiriyordu ama o beyin kanaması geçirebileceğini hiç düşünmemişti...

Katharina Blum‘un Çiğnenen Onuru isimli romanda, kendi halinde bir kadın olan Katherina Blum bir gece partide tanıştığı birisiyle beraber olduktan sonra bütün hayatının mahvolduğunu görür...

Tanıştığı kişi Baader Meinhof örgütüyle ilintisinden hareketle, bir gazeteci onun da terör örgütüne mensup olduğunu yazarak, çizerek, tanıdıklarıyla yalan yanlış röportajlar yaparak ispat etmeye çalışır...

Kadının hayatı bitmiştir...

Onuru gitmiştir...

Bütün tanıdıkları, dostları, arkadaşları uzaklaşır, yapayalnız kalır, bir süre tutuklanır...

Çıktığında artık hayatı çekilmezdir...

Gazeteciyi röportaj vermeye çağırır ve röportaj verecekken, eline silahı alır ve öldürür...

Katherina Blum çiğnenen onurunu kendince kurtarmıştır...

Hayatı pahasına...


***


Babamı yoğun bakıma yatırdığımda annem bir tek şey söyledi kulağıma:

“Bir yazı vardı dedi... O yazıya çok içerledi...

Yazılanların hiçbirinin doğru olmadığını biliyordu... Çok kötü oldu... Ona morali çok bozuldu...” dedi...

Zaten çocuklar “gösterilmemecesine alınıp götürülmüştü...”

Çocuklarımı kaybederken, bir taraftan da babamı kaybetmek üzereydim...

Babam yazılanlardaki yalanlara içerlemiş, çocuğunun acısını içinde hissetmiş, torunlarını kaybetmiş, beyin kanaması geçirmişti...


***


Çocuklarım yüreğimden kopartılmış, babam yoğun bakımda ölümle başbaşa kalmıştı...

O gün “haysiyeti, şerefi, onuru, çocukları ve babası için” son raddeye kadar savaşmaya karar vermiştim...

Baba olmak böyle bir şeydi...

Erkek olmak böyle bir zorunluluktu...

Benimle neden özel olarak böyle uğraşıyorlardı, yalan ve yanlış haberleri yayına sokuyorlardı...

Daha da önemlisi benim özel hayatımdaki bu karışıklık, Soner’i manipülatif bir şekilde onlarca haber, yorum yazacak kadar, niye bu kadar ilgilendiriyordu, doğrusu anlamıyordum...

Muhalif bir siyasi sitenin, benim özel hayatımla ne alıp veremediği vardı ki?..

En ucuz magazin haberlerini aratmayan bir üslupla, neyin yayınını yapmaya çalışıyorlardı ki?..

Bunun siyasi muhaliflikle ne ilgisi vardı...

Ya da varsa bu ilgili neyin ilgisiydi?..


***


Suç unsuru gördükleri her yerde dava açtılar avukatlarım Soner‘e ve Oda TV‘ye...

Ceza davası ve tazminat davası...

Çocuklarım için, onların geleceği ve onuru için savaşacaktım...

Yalanlara iftiralara, itibarsızlaştırmalara karşı çocuklarımın verdiği sevginin gücüyle savaşacaktım...

Onların gözlerinin içindeki o pırıltı adına mücadele edecektim...

Babamın yoğun bakıma giderken söylediği bir söz vardı bana...

Bir vasiyet...

“Sakın, çocuklarını bırakma oğlum...”


***


Oda Tv’ye baskın yapıldığında Soner ve Oda TV’ciler gözaltına alındığında bu sahneler geldi gözümün önüne...

Bazı yazarlar benim yazılarımdan alıntılar yaptılar köşelerinde...

“Yazma” dedim kendi kendime...

“Yazacağın herşey gözaltı süresini etkiler... Sen yazma şimdi birşey...”

Dün tutukladılar Soner’i...

Halkı kin ve düşmanlığa sevketmekten ve Ergenekon’la bağlantıdan...

Bu suçu işledi mi işlemedi mi bilmiyorum...

Gerçek olan bir şey var...

İşlememiş olmasını diliyorum...

Çünkü benim çiğnenen onurumun, beyin kanaması geçiren babamın, yüreğimden kopartılan çocuklarımın davası mahkemelerde devam ediyor zaten...

O davalar benim onurumla, haysiyetimle, babamın annemin ve ailemin şerefiyle ilgili konular...

Yalanın ve iftiranın sonu yok...

Onu yapanlar hakkında sonuna kadar, ailemin haysiyeti ve onuru için en ağır davaları açacağım...

Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru gibi kendi onurumun çiğnenmemesi için bütün gücümü harcayacağım...


***


Soner’in tutuklanması herhalde benim için yazılan yazılardan olmadı herhalde...

Benimkilerin davası sürüyor...

Umuyorum ki Soner’in tutuklanması da Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru gibi bir durum değildir...

Ümit ediyorum ki Soner’in bu tutuklamayla ilgili bir suçu ortaya çıkmayacak ve beraat edecektir...

Bunu kendi onuru çiğnenmiş bir Katharina Blum olarak, gerçekten Soner için de arzu ediyorum...

Onun suçsuz çıkmasını ve beraat etmesini Tanrı’dan diliyorum...

İçimden, kalbimden ve ruhumdan...

Eyyam yapmadan, oportunistleşmeden...

Yalandan ve riyadan değil, gerçekten ve insanlıktan...

Çiğnenen onurların yarattığı dramı, ancak onurları çiğnenmeye çalışılmış olanlar bilirler çünkü...


*****


SONER BENİM İÇİN BİR MUSTAFA BALBAY DEĞİL...

Soner meselesinin düşündürdükleri:

Soner’den ağzı yanan meslektaşlara: “Size yapılan haraket ve iftira başka, tutuklanma nedeni başkadır...

Size yaptıklarından dolayı ‘Tutuklayın Soner’i diyemezsiniz...”

Çünkü tutuklayanlar şimdilik size yaptıklarındar dolayı tutuklamış gözükmüyorlar...


***


Eğer Soner ve arkadaşları “bir talimat alarak, bir itibarsızlaştırma operasyonunun parçası olarak bu yazıları ve haberleri yayınlamışlarsa” bunu kanıtlama işi savcınındır...

Eğer öyleyse sizin haysiyetinize yapılan saldırıyla, tutuklama nedeni birleşir...

Aksi halde ortada geçerli bir neden yoktur...


***


Soner’den bir muhalif kahraman yaratmaya çalışan meslektaşlara:

“Siyasi muhalefet, eğer kişisel itibarsızlaştırmalar, özel meseleler, insan onurunu ayaklar altına alan satırlarla eklemlenmişse, ona sadece siyasi muhalefet olarak bakılmaz...

Soner muhaliftir ve bir muhalif olarak, sonuna kadar basın özgürlüğünün sınırları içinde mesleğini yapmalıdır...”

Ancak, insan haysiyetini ayaklar altına alan satırlar yayınlanırken, “gazetecilik ve ahlak ölçülerinin yüksek olduğunu” söyleyen arkadaşların, “Ne yapıyorsunuz siz...

Muhalefetle bunun ne ilgisi var... İnsanlara beyin kanaması geçirten haberlerin, evli kadınların başkalarıyla ilişkisi olduğuna dair haberlerin, siyasi muhalefetin neresinde durduğunu sormaları gerkemez miydi?..

Günah değil mi bu yaptıklarınız” da mı diyemedi bu arkadaşlar?..


***


Keşke Soner Yalçın’ı Mustafa Balbay kadar umutla ve mutlulukla savunabilseydim...

Soner’in de suçsuz çıkması için dua edeceğim, basın özgürlüğü açısından tüm hücrelerimle onu savunacağım...

Ama Mustafa Balbay’ın içimde yarattığı sempati ve duygu yoğunluğu olmadan ne yazık ki...


Reha Muhtar/Vatan