REHA MUHTAR ÇOCUKLARINA NE VASİYET ETTİ?

"Mesleki çocuklarım büyüdüler, kanalların başına geçtiler, şimdi televizyonları yönetiyorlar..."

Rahmetli Ufuk Güldemir, yaşarken çok sert mücadele ettiği bir ünlü bir televizyoncu için ölmeden önce “Ben öleceğim... Ama meslekte benim döllediğim genç gazeteciler, hayat boyu senin, onun yakasını bırakmayacaklar...” demişti...

İnternet siteleri “Televizyonlarda klasikleşmiş geyikleri, görüntüleri, gafları, gülümseten pozisyonları” yayınlarken, nedense “klasikleşmiş televizyon savaşlarını ve kahramanlarını” yayınlamaz...

Oysa oralarda insanların ilgilerini çekecek ne malzemeler vardır...

***

İster mesleki, ister biyolojik, ister manevi olsun, insan kendi çocuğu olarak gördüğü, kendinden bir parça hissettiği tüm “yavru”larına, bir şeyler bırakmak, onlara hayattaki mücadelesinden bazı kazanımları ve “hayat derslerini” aktarmak ve böylece mümkün olduğunca ölümsüzleşmek istiyor...

Öldükten sonra da mesleki, manevi ya da biyolojik çocuklarında yaşamak istiyor...

Habertürk televizyonunu tek bir bilgisayarla evinin bir odasında kurup, sıfırdan 35 milyon dolarlık bir değer yaratan Ufuk Güldemir kardeşim de “Kendi yetiştirdiği ve çocukları olarak gördüğü genç gazetecilere bir misyon yükleyerek” kendi ölümsüzlüğünü yaratmak istemişti...

***

Dikkat ediyorum, SHOW Haber’de kendi yetiştirdiğim çocuklar benden çok uzaklarda başarıyı tattıklarında, içimden inanılmaz mutlu oluyorum, başarısız olduklarında ise mutsuz...

Onların başarı ve başarısızlıklarının bana bugün bir katkısı yok, ama bu vazgeçemediğim bir duygu...

Beni hiç anmasalar da, ben kendi kendime o başarılardan gururlanıyorum...

Her birinin başka başka

televizyon kanallarının başına geçmesi ise bana çok başka bir gurur yaşatıyor:

“Zamanında o kadar eleştirdikleri yerin dibine batırmaya çalıştıkları çocukların haklı zaferi” beni takdir-i ilahiye bir kez daha inandırtıyor...

***

Mesleki çocuklarım büyüdüler, kanalların başına geçtiler, şimdi televizyonları yönetiyorlar...

Manevi ve biyolojik çocuklarım ise yeni yeni büyümekteler...
Kim bilir onlara neler vereceğim?..

Hangi misyonları yüklemeye çalışacağım?..

Namuslu, dürüst, insanlara tepeden bakmayan, hor görmeyen, ırkından, fiziğinden, zenginliğinden fakirliğinden ayrım yaratmayan çocuklar olmalarına gayret edeceğim mutlaka...
Ama daha fazlası da var...

Hayatın pisliğini taşıyanlara, yalancılara, sahtekarlara, sanal kahramanlara ve hayatlarını mahvetmeye uğraşanlara karşı, sonuna kadar tavizsiz mücadele etmeleri gerektiğini öğretmeye çalışacağım...

Hayatta doğruluklara ve güzelliklere sahip olmak istiyorlarsa, pisliklere ve yanlışlıklara karşı mücadelede sonsuz irade göstermeleri gerekiyor...

Sevgi ve mutluluk onu hak eden doğruluklarındır çünkü...

***

Bir babanın mesleki, manevi ve biyolojik çocuklarına vermek istedikleri aslında mütevazı bir ölümsüzlük özleminin yansımasıdır...

Çetin Altan şöyle yazmıştı bir gün:

“Bir insan gün gelir ölür... Ama öldüğü gün aslında ölmez... Uzun bir süre daha kendinden veya yaptıklarından söz edilir... Çocukları ondan bahseder... Sonra daha seyrek olarak torunları... Belki birkaç yerde torunlarının çocukları... Sonra bir gün bir yerde o kişiden son bir kez bahsedilir... O son söz ediştir... Bir daha adı geçmez hiçbir yerde... İnsan işte o gün esasen ölmüştür...”
Çocuklarımıza verdiğimiz emek ve çaba, kendimizin ve soyumuzun ölümsüzleşme arzusudur...

Nazım Hikmet’in dediği gibi:

“Giderayak işlerim var bitirilecek; giderayak...”

Reha MUHTAR / VATAN