RADİKAL YAZARI ÇÖPÇÜ OLDU, İSTANBUL SOKAKLARINDA ÇÖP TOPLADI!
İşte o isim ve İstanbul sokaklarında çöp toplarken yaşadıkları...
Ezgi Başaran ÇÖPÇÜ oldu!
Bugün çöpçü oldum çoook yoruldum
Meğer ne kadar hammışım.
Kaslarım çürük bir elma gibi, sadece acı veren yararsız bir yumru gibi baldırlarımda, kollarımda, belimde duruyorlar. Cumhuriyetimizin aksine meğer ben ne kadar çıtkırıldımmışım. Yürürken oflayıp, pofluyorum. Yazı işleri benimle dalga geçiyor. Bu halimin tek sebebi var: Tarlabaşı’nda, Kasımpaşa’da, Hacıhüsrev’de yaşayan yüzlerce erkeğin ve hatta son zamanlarda kadının her gün yaptığı işi yaptım. İstanbul sokaklarında çöp topladım.
‘Bana da şenlik çıktı abla’
Bülent Sermaye, bana mesleği, yani çöp toplamanın inceliklerini öğretecek ama kıkırdıyor. Çok acayip sorular soruyormuşum. Halbuki o da bana gazetecilikle ilgili tuhaf tuhaf yorumlar yapıyor. Yani birbirimize başka bir dünyanın egzotik malzemesi muamelesi yapıyoruz. Oryantalizmle oksidentalizmin buluşması mı desek… İlkeldir ve çiğdir fakat çift taraflı olunca en azından zararsız bir hal alıyor. Yine de Edward Said görse “Allah müstehakınızı versin, bir konuya böyle mi yaklaşılır” der diye tahmin ediyorum.
Aslına bakarsanız 48 yaşındaki Bülent Sermaye hiç mecbur değil, bana hangi çöpün kıymetli, hangisinin yaramaz olduğunu anlatmaya. “Boşver bana da şenlik çıktı abla, anlatırım ben mesleği problem yok” diyor. E iyi o zaman, dinliyorum.
‘Sana lafla anlatamam’
Tarlabaşı Emniyet Müdürlü-ğü’nden sağa sap, şehrin ana arterlerinin altında kalan dolambaçlı kılcal sokaklardan döne döne in. Karşına dört beş evin çamaşır asmak için kullandığı ortak avlu çıkacak. Küçük bir kedi çetesi tarafından korunan ekmek teknemiz işte orada.
İki tekerlek, bir demir aksam ve entipüften bir çuvaldan ibaret gibi görünebilir ama bu arabalar çok kıymetli, çok çeşitli. Sıklıkla çalındığından bu Bülent’in üçüncü arabası. İskeletini Küçükpazar’da 80 liraya yaptırmış. Eğer kollarının ucuna fazladan bir kulp taktırsaymış daha pahalı olurmuş. Çuval deseniz 20 lira. Daha küçük boy çuvallardan seçseymiş daha ucuza gelirmiş. Neyse toplamda etti mi size 100 lira.
“Şimdi abla bunu nasıl süreceğini sana lafla anlatamam. Yürü sen, yolda yardım ederim…” Bisiklete binmeyi de böyle “Ya Allah” diyerek öğrenmiştim. Yaparım, ne kadar zor olabilir ki?
Bülent 18 yaşında ailesiyle birlikte Mersin’den İstanbul’a gelmiş. Aslında iyi müzisyen. Darbukayı konuşturur gerekirse. Zaten buraya da İstanbul’un barlarında, pavyonlarında daha kolay iş bulurum fikriyle gelmiş. Fakat bir süre sonra o kazanç yetmemiş, o bar kapanmış, bu pavyon başka darbukacı bulmuş… Sonuç bu: Neredeyse 20 yıldır katı atık topluyor. Kuzeni, en yakın arkadaşı, komşusu da öyle. Şehrin en görülmesini istemediğimiz yerlerinden çıkardıkları ganimetlerle geçiniyorlar. Neşeli çöpçü krallar cemaati…
Vardiyalar var
Çöp toplama işinin vardiyaları var. Sabah 6’da çıkıp 12’de evine dönebilirsin. 11 gibi başlayıp akşam 7’de paydos eden de var, gece yarısı yola çıkıp sabaha karşı bitiren de. Bu saat aralıkları keyfe keder belirlenmiş değil. İnsanların çöplerini çıkardıkları ama henüz belediyenin araçlarının toplamaya başlamadığı fasılaları gözetmek gerekiyor. Biz sabah 11 gibi işbaşı yaptık. Güzergâhı tabii ki Bülent belirledi: “Tarlabaşı’ndan sokakları geze geze ışıklara çıkacağız. Sonra Balıkpazarı’ndan İstiklal Caddesi’ne. Orada biraz bakınırız ama bu saatte mal pek yoktur. Sonra Tophane ve Cihangir…”
Polyproplene çuvalın baş kısımları delinerek arabanın kollarının ucunda duran demir kancalara geçiriliyor. Bu arabayı pazar çantası çeker gibi yürütmeyeceksin. Dirsekleri bükersen veya arabanın kolunu yanlış yerinden tutarsan dengeni kaybediyorsun. İlk sınavım karşıdan karşıya geçmek sanıyordum. Onda bir numara yok. Asıl mesele yanından otomobiller geçerken yolu tıkamadan ve elalemin kıymetli dört tekerine çizikle imza atmadan ilerleyebilmek. İstiklal Caddesi’ne katiyen çıkamıyorum. Her zaman kullandığım Balıkpazarı yolunda ağlayacak noktaya geldim. “Abla bak seri olacaksın, otomobili gördün ya uzaktan, varsa bir köşe kenara çek. Yoksa tek tekeri kaldırıma çıkar. Sen otomobili park etmeyi de mi bilmiyorsun…”
Biz her şeyi toplamıyoruz
Biz her şeyi toplamıyoruz. Kâğıt, demir ve plastik… Bu maddeleri bulabilmek için de büyük konteynerleri iyice taramak şart. Ben nalburdan 1.5 liraya bir çift eldiven almıştım. Çöp toplayıcılarının tamamına yakını bu turuncu boyaya batırılmış eldivenleri kullanıyor ama Bülent onlardan biri değil. Eldivenle torbaları patlatmak zor oluyormuş. Çünkü bazen gerçekten konteynerin içinden değil, kenarına iliştirilmiş torbalardan çıkıyor asıl malzemeler. “Çöpe bakmak kolay değildir” diyor Bülent. “Genelde alışırsın. Ama geçen gün bizim oradan biri, ‘Abi ben yapamayacağım, midem kaldırmıyor artık’ dedi. Normal. Benim için bu iş. İğrenmemeyi de öğreniyorsun.”Altıncı yedinci konteynerden sonra alıştım. Bülent haklı, iğrenmemeyi telkin edebiliyorsun kendine. Hele de yanıma rakip toplayıcılar geldi mi gözüm ne torbalardan damlayan kirli suları ne de ezilmiş domatesleri gördü. Yarı belime kadar girdim. E başka türlü olmuyor arkadaşlar. Kartonlar, gazeteler, kâğıt öbekleri hep dipte ne hikmetse. Bülent bir yandan “Bak sol taraftaki büyük pet şişeyi de al” diye direktif veriyor, bir yandan da evliliğindeki sorunları anlatıyor. Bense hem bir konteynerin içinde kıymetli olanı bulmanın hem de evliliğinin acemisiyim. Ne diyeyim sana Bülent? Müzakere etmeyi öğreniyorsun.
Araba iyice ağırlaştı
Cihangir’den Fındıklı’ya indik. Dolmabahçe’den geçip Beşiktaş’a vardık. Araba iyice ağırlaştı diye seviniyorum, kolumda mecal kalmasa da. Ne kadar ağır, o kadar para. Bülent hırsıma hayran kalsa da gerçekleri açıklamayı erteleyemeyeceğini söyledi. Moralimi bozdu. “Hiç sevinme abla. Bak sen şimdi bu kadar yoruldun ya, hiç para etmez. Bu arabanın kilosu 40 kuruş, 100 kilo toplasan 40 lira alırsın.” Çuvalı açtı, şöyle bir baktı ve faturayı kesti. “Burada ancak 10-15 liralık mal var.” Ama bu haksızlık! O raddeden sonra biraz yenilgiye biraz da Bülent’le kurduğumuz muhabbete sığınarak küfürleri patlatmaya başlıyorum. Kıkırdıyor. “Oh ya içimizden birinin eğlenmesine sevindim” diyorum. Yine kıkırdıyor.
Malzeme depoları
Bülent gibi çöp toplayıcılarının çuvallarındaki malzemeyi teslim ettikleri bir çok depo var. Yenişehir’deki Keramet, Kurtuluş’taki Aslan… Onlar kâğıtları, demirleri, plastikleri ayrı ayrı tartıyor kantarlarında. Sonra da cüzzi karşılığını verip bu serbest elemanlarını ertesi günün hasılatı için savuşturuyorlar. İkimiz de biliyoruz ki bugünün sonunda depoya gitmeye değer bir çuvalımız olmayacak. Bedenim ve taze bilgilerim buna imkân vermeyecek. Yine de devam etmek istiyoruz. Nişantaşı’nın çöplüklerine de şöyle bir bakalım. Ama Bülent öncesinde beni uyarmak istiyor: “Nişantaşı’nın tadı tuzu kalmadı. Her adımda bir yerden polis çıkıp kimlik soruyor. Ama biz hırsız mıyız abla, görüyorsun işimiz neyse onu yapıyoruz.” Yani diyor ki, Nişantaşı’nda böyle çöp çuvalını demirden arabasına takmış dolaşan tiplere iyi gözle bakmıyorlar, hazır ol.
Beşiktaş’ı Nişantaşı’na bağlayan Arnavut kaldırımlı Hüsrevgere yokuşunun en aşağı noktasında durup baktım. Yol dar, yokuş dik ve engebeli. Hayatta yukarı çıkmak ne kadar zor. Hele de sırtında böyle bir yük varken. Nasıl yapacağız? Bu hamlıkla o arabayı Nişantaşı’na nasıl çıkaracağız? Ben kollarından çekiyorum, zorlandığımı ama inadımdan bırakmadığımı gören Bülent arkasından itiyor. “Abla herkes sana bakıyor, genelde beni görmezler. Seni görüyorlar. Utanıyor musun?” diye soruyor. “Tabii ki de utanıyorum, senin her gün yaptığın işi bir gün bile adam gibi yapamadığım için kendime bir tekme atmak istiyorum.” İkimiz de kıkırdıyoruz. Yokuşu çıkınca güzel demli bir çay içiyoruz. Tadını ömrüm boyumca unutamam.
Bugün çöpçü oldum çoook yoruldum
Meğer ne kadar hammışım.
Kaslarım çürük bir elma gibi, sadece acı veren yararsız bir yumru gibi baldırlarımda, kollarımda, belimde duruyorlar. Cumhuriyetimizin aksine meğer ben ne kadar çıtkırıldımmışım. Yürürken oflayıp, pofluyorum. Yazı işleri benimle dalga geçiyor. Bu halimin tek sebebi var: Tarlabaşı’nda, Kasımpaşa’da, Hacıhüsrev’de yaşayan yüzlerce erkeğin ve hatta son zamanlarda kadının her gün yaptığı işi yaptım. İstanbul sokaklarında çöp topladım.
‘Bana da şenlik çıktı abla’
Bülent Sermaye, bana mesleği, yani çöp toplamanın inceliklerini öğretecek ama kıkırdıyor. Çok acayip sorular soruyormuşum. Halbuki o da bana gazetecilikle ilgili tuhaf tuhaf yorumlar yapıyor. Yani birbirimize başka bir dünyanın egzotik malzemesi muamelesi yapıyoruz. Oryantalizmle oksidentalizmin buluşması mı desek… İlkeldir ve çiğdir fakat çift taraflı olunca en azından zararsız bir hal alıyor. Yine de Edward Said görse “Allah müstehakınızı versin, bir konuya böyle mi yaklaşılır” der diye tahmin ediyorum.
Aslına bakarsanız 48 yaşındaki Bülent Sermaye hiç mecbur değil, bana hangi çöpün kıymetli, hangisinin yaramaz olduğunu anlatmaya. “Boşver bana da şenlik çıktı abla, anlatırım ben mesleği problem yok” diyor. E iyi o zaman, dinliyorum.
‘Sana lafla anlatamam’
Tarlabaşı Emniyet Müdürlü-ğü’nden sağa sap, şehrin ana arterlerinin altında kalan dolambaçlı kılcal sokaklardan döne döne in. Karşına dört beş evin çamaşır asmak için kullandığı ortak avlu çıkacak. Küçük bir kedi çetesi tarafından korunan ekmek teknemiz işte orada.
İki tekerlek, bir demir aksam ve entipüften bir çuvaldan ibaret gibi görünebilir ama bu arabalar çok kıymetli, çok çeşitli. Sıklıkla çalındığından bu Bülent’in üçüncü arabası. İskeletini Küçükpazar’da 80 liraya yaptırmış. Eğer kollarının ucuna fazladan bir kulp taktırsaymış daha pahalı olurmuş. Çuval deseniz 20 lira. Daha küçük boy çuvallardan seçseymiş daha ucuza gelirmiş. Neyse toplamda etti mi size 100 lira.
“Şimdi abla bunu nasıl süreceğini sana lafla anlatamam. Yürü sen, yolda yardım ederim…” Bisiklete binmeyi de böyle “Ya Allah” diyerek öğrenmiştim. Yaparım, ne kadar zor olabilir ki?
Bülent 18 yaşında ailesiyle birlikte Mersin’den İstanbul’a gelmiş. Aslında iyi müzisyen. Darbukayı konuşturur gerekirse. Zaten buraya da İstanbul’un barlarında, pavyonlarında daha kolay iş bulurum fikriyle gelmiş. Fakat bir süre sonra o kazanç yetmemiş, o bar kapanmış, bu pavyon başka darbukacı bulmuş… Sonuç bu: Neredeyse 20 yıldır katı atık topluyor. Kuzeni, en yakın arkadaşı, komşusu da öyle. Şehrin en görülmesini istemediğimiz yerlerinden çıkardıkları ganimetlerle geçiniyorlar. Neşeli çöpçü krallar cemaati…
Vardiyalar var
Çöp toplama işinin vardiyaları var. Sabah 6’da çıkıp 12’de evine dönebilirsin. 11 gibi başlayıp akşam 7’de paydos eden de var, gece yarısı yola çıkıp sabaha karşı bitiren de. Bu saat aralıkları keyfe keder belirlenmiş değil. İnsanların çöplerini çıkardıkları ama henüz belediyenin araçlarının toplamaya başlamadığı fasılaları gözetmek gerekiyor. Biz sabah 11 gibi işbaşı yaptık. Güzergâhı tabii ki Bülent belirledi: “Tarlabaşı’ndan sokakları geze geze ışıklara çıkacağız. Sonra Balıkpazarı’ndan İstiklal Caddesi’ne. Orada biraz bakınırız ama bu saatte mal pek yoktur. Sonra Tophane ve Cihangir…”
Polyproplene çuvalın baş kısımları delinerek arabanın kollarının ucunda duran demir kancalara geçiriliyor. Bu arabayı pazar çantası çeker gibi yürütmeyeceksin. Dirsekleri bükersen veya arabanın kolunu yanlış yerinden tutarsan dengeni kaybediyorsun. İlk sınavım karşıdan karşıya geçmek sanıyordum. Onda bir numara yok. Asıl mesele yanından otomobiller geçerken yolu tıkamadan ve elalemin kıymetli dört tekerine çizikle imza atmadan ilerleyebilmek. İstiklal Caddesi’ne katiyen çıkamıyorum. Her zaman kullandığım Balıkpazarı yolunda ağlayacak noktaya geldim. “Abla bak seri olacaksın, otomobili gördün ya uzaktan, varsa bir köşe kenara çek. Yoksa tek tekeri kaldırıma çıkar. Sen otomobili park etmeyi de mi bilmiyorsun…”
Biz her şeyi toplamıyoruz
Biz her şeyi toplamıyoruz. Kâğıt, demir ve plastik… Bu maddeleri bulabilmek için de büyük konteynerleri iyice taramak şart. Ben nalburdan 1.5 liraya bir çift eldiven almıştım. Çöp toplayıcılarının tamamına yakını bu turuncu boyaya batırılmış eldivenleri kullanıyor ama Bülent onlardan biri değil. Eldivenle torbaları patlatmak zor oluyormuş. Çünkü bazen gerçekten konteynerin içinden değil, kenarına iliştirilmiş torbalardan çıkıyor asıl malzemeler. “Çöpe bakmak kolay değildir” diyor Bülent. “Genelde alışırsın. Ama geçen gün bizim oradan biri, ‘Abi ben yapamayacağım, midem kaldırmıyor artık’ dedi. Normal. Benim için bu iş. İğrenmemeyi de öğreniyorsun.”Altıncı yedinci konteynerden sonra alıştım. Bülent haklı, iğrenmemeyi telkin edebiliyorsun kendine. Hele de yanıma rakip toplayıcılar geldi mi gözüm ne torbalardan damlayan kirli suları ne de ezilmiş domatesleri gördü. Yarı belime kadar girdim. E başka türlü olmuyor arkadaşlar. Kartonlar, gazeteler, kâğıt öbekleri hep dipte ne hikmetse. Bülent bir yandan “Bak sol taraftaki büyük pet şişeyi de al” diye direktif veriyor, bir yandan da evliliğindeki sorunları anlatıyor. Bense hem bir konteynerin içinde kıymetli olanı bulmanın hem de evliliğinin acemisiyim. Ne diyeyim sana Bülent? Müzakere etmeyi öğreniyorsun.
Araba iyice ağırlaştı
Cihangir’den Fındıklı’ya indik. Dolmabahçe’den geçip Beşiktaş’a vardık. Araba iyice ağırlaştı diye seviniyorum, kolumda mecal kalmasa da. Ne kadar ağır, o kadar para. Bülent hırsıma hayran kalsa da gerçekleri açıklamayı erteleyemeyeceğini söyledi. Moralimi bozdu. “Hiç sevinme abla. Bak sen şimdi bu kadar yoruldun ya, hiç para etmez. Bu arabanın kilosu 40 kuruş, 100 kilo toplasan 40 lira alırsın.” Çuvalı açtı, şöyle bir baktı ve faturayı kesti. “Burada ancak 10-15 liralık mal var.” Ama bu haksızlık! O raddeden sonra biraz yenilgiye biraz da Bülent’le kurduğumuz muhabbete sığınarak küfürleri patlatmaya başlıyorum. Kıkırdıyor. “Oh ya içimizden birinin eğlenmesine sevindim” diyorum. Yine kıkırdıyor.
Malzeme depoları
Bülent gibi çöp toplayıcılarının çuvallarındaki malzemeyi teslim ettikleri bir çok depo var. Yenişehir’deki Keramet, Kurtuluş’taki Aslan… Onlar kâğıtları, demirleri, plastikleri ayrı ayrı tartıyor kantarlarında. Sonra da cüzzi karşılığını verip bu serbest elemanlarını ertesi günün hasılatı için savuşturuyorlar. İkimiz de biliyoruz ki bugünün sonunda depoya gitmeye değer bir çuvalımız olmayacak. Bedenim ve taze bilgilerim buna imkân vermeyecek. Yine de devam etmek istiyoruz. Nişantaşı’nın çöplüklerine de şöyle bir bakalım. Ama Bülent öncesinde beni uyarmak istiyor: “Nişantaşı’nın tadı tuzu kalmadı. Her adımda bir yerden polis çıkıp kimlik soruyor. Ama biz hırsız mıyız abla, görüyorsun işimiz neyse onu yapıyoruz.” Yani diyor ki, Nişantaşı’nda böyle çöp çuvalını demirden arabasına takmış dolaşan tiplere iyi gözle bakmıyorlar, hazır ol.
Beşiktaş’ı Nişantaşı’na bağlayan Arnavut kaldırımlı Hüsrevgere yokuşunun en aşağı noktasında durup baktım. Yol dar, yokuş dik ve engebeli. Hayatta yukarı çıkmak ne kadar zor. Hele de sırtında böyle bir yük varken. Nasıl yapacağız? Bu hamlıkla o arabayı Nişantaşı’na nasıl çıkaracağız? Ben kollarından çekiyorum, zorlandığımı ama inadımdan bırakmadığımı gören Bülent arkasından itiyor. “Abla herkes sana bakıyor, genelde beni görmezler. Seni görüyorlar. Utanıyor musun?” diye soruyor. “Tabii ki de utanıyorum, senin her gün yaptığın işi bir gün bile adam gibi yapamadığım için kendime bir tekme atmak istiyorum.” İkimiz de kıkırdıyoruz. Yokuşu çıkınca güzel demli bir çay içiyoruz. Tadını ömrüm boyumca unutamam.