POSTA'DA YAZMASI SÖYLENİNCE SABAH'LA PAZARLIĞA OTURUP HÜRRİYET'E DÖNEN YAZAR KİM!..
Star Gazetesi Yazarı Ahmet Kekeç bu yazarın kim olduğunu yazdı ve sordu: "Başbakan Arap gördüğünde kontrolünü kaybediyor diyelim peki Arap gördüğünde seni çıldırtan nedir?.."
Hürriyet´in Mehmet Yakup Yılmaz´ı, Başbakan Erdoğan´ın Ürdün´de yaptığı konuşmaya `besmele´ ile başlamasını laik Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı´na yakıştıramamış.
Diyor ki, `Laik ülkenin Başbakanı gibi konuşmak zor mu?´
Peki, Laik bir ülkenin Başbakanı nasıl konuşur?
Bunun belirlenmiş bir standardı var mıdır?
Laik ülke Başbakanlarını diğerlerinden ayıran terminoloji nedir ve bu (var olup olmadığını bilmediğimiz) terminoloji epistemolojik olarak nereye oturmaktadır?
Bir şeye besmele ile başlamak insanı laiklikten çıkarır mı?
Laiklik, (`ritüel´ olmaktan çıkıp zamanla `alışkanlığa´ ve `kültüre´ dönüşmüş bulunan besmele ile) hemen elden gidebilecek zayıflıkta bir şey midir?
Laiklik nedir?
Dini görünürlüğü tamamen özel ve kamusal alandan çıkarmak mıdır?
Besmele, `dini görünürlüğü´ tahkim eden `remz´lerden biriyse, karşılama ve uğurlama törenlerinde sarfedilen sözler nedir? Bu mantığa göre, besmele çekerek laikliği zaafa uğratan biri, `Allahaısmarladık´ yahut `Allah korusun´ dediğinde de laikliği zaafa uğratmış olmakta mıdır?
Bütün bu soruları Mehmet Yakup Yılmaz´la tartışacak değilim.
Kusura bakmasın da, `kavramsal´ ve `teolojik´ bir tartışmada muhatap alınacak donanımda biri olduğunu düşünmüyorum.
Muhatap sıfatını hak ettiğini hiç düşünmüyorum.
Onunla aşk meşk meselelerini, `kadın ruhundan anlama´nın pratikte nereye tekabül ettiğini, rakip gazetelerin tiraj durumlarını filan konuşabilirsiniz.
Baştan aşağı muaheze kokan yazısında bir de şunları söylüyor: `Başbakan, böyle bir alışkanlık geliştirdi. Eğer yurtdışında Müslümanların çoğunlukta olduğu bir toplantıya katılıyorsa konuşmaya böyle başlıyor. Ya orada bulunanlara `bakın ben de sizin gibiyim´ demek istiyor, ya da karşısında çok sayıda Arap görünce kontrolünü kaybediyor.´
Görüyorsunuz değil mi?
Mantığı ve seviyeyi görüyorsunuz...
Hürriyet gazetesinde köşeler kimlere emanet edilmiş görüyorsunuz...
Sadece `diplomatik nezaket´le açıklanabilecek bir durumu, Hürriyet´in Mehmet Yakup Yılmaz´ı, kendisinden beklenmeyecek (yahut beklenecek) bir nezaketsizlikle `kontrolünü kaybetmek´ olarak değerlendiriyor.
Hadi Başbakan Arap gördüğünde kontrolünü kaybediyor, peki Arap gördüğünde seni çıldırtan nedir?
Benim bildiğim, Başbakan sözlerine `besmele´yle değil, besmelenin Türkçe karşılığı olan sözcüklerle başladı. (Uçakta da gazetecilere `Allah´ın verdiği canı Allah alır´ demişti ve laikliğe bir şey olmamıştı.)
Besmeleyle de başlayabilirdi.
Bu ne ayıptır, ne günahtır, ne de yasaktır.
Hem, ne diyecekti? Kopenhag´da, Brüksel´de filan değil, Ürdün´de Müslümanların çoğunlukta olduğu bir toplantıda konuşuyor. Elbette besmeleyle başlayacaktı.
Bu, birilerine işaret çakmak değil, diplomatik bir tavırdır.
Üstelik, çok da yerinde bir tavırdır.
Peki, laik ülkenin Başbakanına besmeleyi yakıştıramayan Hürriyet´in Mehmet Yakup Yılmaz´ı, `medya etiği´ne sığmayan işler yaptığını söyleyen okur temsilcisini (Yavuz Baydar´ı) kapının önüne koyduktan sonra, dönüp bir de medya etiği ve editoryal bağımsızlık dersi vermeyi kendisine nasıl yakıştırıyor?
Hadi, `Fransız Ahmet´ manşetini, `Öğretmen evinden çarşaflı kadın çıktı´ asparagasını hatırlatmayalım...
Peki bu Mehmet Yakup Yılmaz hiç kendine sormuyor mu, `Ben niye böyleyim? Posta´da yazmam söyle
Diyor ki, `Laik ülkenin Başbakanı gibi konuşmak zor mu?´
Peki, Laik bir ülkenin Başbakanı nasıl konuşur?
Bunun belirlenmiş bir standardı var mıdır?
Laik ülke Başbakanlarını diğerlerinden ayıran terminoloji nedir ve bu (var olup olmadığını bilmediğimiz) terminoloji epistemolojik olarak nereye oturmaktadır?
Bir şeye besmele ile başlamak insanı laiklikten çıkarır mı?
Laiklik, (`ritüel´ olmaktan çıkıp zamanla `alışkanlığa´ ve `kültüre´ dönüşmüş bulunan besmele ile) hemen elden gidebilecek zayıflıkta bir şey midir?
Laiklik nedir?
Dini görünürlüğü tamamen özel ve kamusal alandan çıkarmak mıdır?
Besmele, `dini görünürlüğü´ tahkim eden `remz´lerden biriyse, karşılama ve uğurlama törenlerinde sarfedilen sözler nedir? Bu mantığa göre, besmele çekerek laikliği zaafa uğratan biri, `Allahaısmarladık´ yahut `Allah korusun´ dediğinde de laikliği zaafa uğratmış olmakta mıdır?
Bütün bu soruları Mehmet Yakup Yılmaz´la tartışacak değilim.
Kusura bakmasın da, `kavramsal´ ve `teolojik´ bir tartışmada muhatap alınacak donanımda biri olduğunu düşünmüyorum.
Muhatap sıfatını hak ettiğini hiç düşünmüyorum.
Onunla aşk meşk meselelerini, `kadın ruhundan anlama´nın pratikte nereye tekabül ettiğini, rakip gazetelerin tiraj durumlarını filan konuşabilirsiniz.
Baştan aşağı muaheze kokan yazısında bir de şunları söylüyor: `Başbakan, böyle bir alışkanlık geliştirdi. Eğer yurtdışında Müslümanların çoğunlukta olduğu bir toplantıya katılıyorsa konuşmaya böyle başlıyor. Ya orada bulunanlara `bakın ben de sizin gibiyim´ demek istiyor, ya da karşısında çok sayıda Arap görünce kontrolünü kaybediyor.´
Görüyorsunuz değil mi?
Mantığı ve seviyeyi görüyorsunuz...
Hürriyet gazetesinde köşeler kimlere emanet edilmiş görüyorsunuz...
Sadece `diplomatik nezaket´le açıklanabilecek bir durumu, Hürriyet´in Mehmet Yakup Yılmaz´ı, kendisinden beklenmeyecek (yahut beklenecek) bir nezaketsizlikle `kontrolünü kaybetmek´ olarak değerlendiriyor.
Hadi Başbakan Arap gördüğünde kontrolünü kaybediyor, peki Arap gördüğünde seni çıldırtan nedir?
Benim bildiğim, Başbakan sözlerine `besmele´yle değil, besmelenin Türkçe karşılığı olan sözcüklerle başladı. (Uçakta da gazetecilere `Allah´ın verdiği canı Allah alır´ demişti ve laikliğe bir şey olmamıştı.)
Besmeleyle de başlayabilirdi.
Bu ne ayıptır, ne günahtır, ne de yasaktır.
Hem, ne diyecekti? Kopenhag´da, Brüksel´de filan değil, Ürdün´de Müslümanların çoğunlukta olduğu bir toplantıda konuşuyor. Elbette besmeleyle başlayacaktı.
Bu, birilerine işaret çakmak değil, diplomatik bir tavırdır.
Üstelik, çok da yerinde bir tavırdır.
Peki, laik ülkenin Başbakanına besmeleyi yakıştıramayan Hürriyet´in Mehmet Yakup Yılmaz´ı, `medya etiği´ne sığmayan işler yaptığını söyleyen okur temsilcisini (Yavuz Baydar´ı) kapının önüne koyduktan sonra, dönüp bir de medya etiği ve editoryal bağımsızlık dersi vermeyi kendisine nasıl yakıştırıyor?
Hadi, `Fransız Ahmet´ manşetini, `Öğretmen evinden çarşaflı kadın çıktı´ asparagasını hatırlatmayalım...
Peki bu Mehmet Yakup Yılmaz hiç kendine sormuyor mu, `Ben niye böyleyim? Posta´da yazmam söyle