"PEYAMİ SAFA'NIN NERİMAN'I BİLE HALT ETMİŞ YANINDA,YETER ARTIK AHMET HAKAN!"
ATV eski Genel Yayın Yönetmeni Yaşar Gürsoy, Ahmet Hakan´ı Peyami Safa´nın Fatih-Harbiye Romanı´ndaki Neriman´a benzetti ve uyardı:"Bu ne hız be kardeşim.Bu ne susamışlık? `Peyami Safa´nın Neriman´ı bile halt etmiş yanında...´ derler sonra adına..."
Yeter Artık A.Hakan !
ATV eski Genel Yayın Yönetmeni Yaşar Gürsoy, Ahmet Hakan´ı Peyami Safa´nın Fatih-Harbiye Romanı´ndaki Neriman´a benzetti ve uyardı:
"... Bu ne hız be kardeşim. Bu ne susamışlık? `Peyami Safa´nın Neriman´ı bile halt etmiş yanında...´ derler sonra adına..."
Gürsoy´dan A.Hakan´a imalı sözler:
" Evet diğerleri de rahat durmuyor. Ama sen bari efendi ol be A Hakan!
Bırak eğinden çakmayı, bırak hınç almayı, ötele gitsin eski cemaat ve tarikatlarınla uğraşmayı..."
///////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////
1993 yılında TGRT´de başladığın televizyon muhabirliğinin ardından pıtrak gibi ortaya salıverdin kendini A.Hakan... Babanın müftü oluşu nedeniyle dini çevrelerin etkisinde kaldığını defalarca belirttin. Bir süre ilahiyatta okuduğun yazılıp çizildi. İstanbul´a gelişinin ardından bazı cemaat dergilerinde yazdığın yazılar sayesinde, yazın dünyasına adım attın.
Kanal 7´de Ali Kırca´yı taklit ederek yer edinmeyi başardığını sandın ama yanıldın.
Edebiyata olan merakın, hemen bütün ünlü yazarların (Nazım Hikmet, Aziz Nesin v.b) ikamet ettiği Nişantaşı´na sürükledi seni. Ama ben öyle düşünmüyorum! Olsa olsa Peyami Safa´nın Fatih-Harbiye´sinden etkilendin.
Bilirsin, o romanda Neriman, Fatih´i, sevmemektedir. Fatih, doğuyu, gelişmemişliği ve eskiyi temsil ederdi o yıllarda. Tarikatlar ve cemaatlerin hemen hepsinin kollarının bulunduğu bir semtti. (Hala da çoğunluğu öyle, çok iyi bilirsin) Neriman günün birinde Harbiye´de oturan yakışıklı, zengin bir delikanlıya aşık oldu. Harbiye gelişmişliği ve Avrupa´yı temsil ediyordu.
Kendinde sıklıkla bahsedersin cemaatlerin içinden çıkageldiğini... Ve hatta artık döndüğünü de ısrarla vurgularsın. Bunu yaparken kendini kanıtlayış gayretlerine girersin.
Bak seninle ilgili genç dostlarımızın; okurlarının notlar ve yorumlar yaptığı sitelerin bazılarında neler yazıyor:
* bir kesime, tek bir yere ait olmakla yetinmeyip, dünyanın bütün beyin fırtınalarına yakalanmayı göze almış, ait olduğu sanılan kesimin tepkilerine göğsünü germiş ama daha çok sırt çevirmiş düşünce adamı.
Benim anlamadığım; sen hangi arada-derede, her konuda yetkin ve etkin gazeteci oldun? Seni bazen en çok Oray Eğin´e benzetiyorum...Kalemi keskin, hınzır çocuk(lar)?..
Hani senin 1993 yılında çalıştığın TGRT var ya! İşte o televizyon yokken bir gazetesi vardı. Türkiye diye. (hala da var) Güneş Gazetesi´ni saymaksak, işte ben orada ekmeğimi kazanmaya başladım.
O yıllarda Enver Bey´in Altın Tebeşir adında bir imalathanesi vardı. Türkiye Gazetesi, köşe bucak abone usulü satılırdı. 1986 yılıydı.
O gazetenin Cağaloğlu´ndaki köhne binasına ayakkabılarımızı çıkarıp girerdik. Spor sayfalarında basılan futbolcu fotoğraflarının teni görünen yerleri siyaha bürünüp, baskıya öylece verilirdi. Cumalar hiç aksatılmazdı çalışanlarca. Ama ben bunların hiçbirini onların istediği zaman yapmadım. Kendi irademle yaşadım; karar verdim... Özgüvenimle o yaşlarımda tanıştım.
Sanırım sen biraz geciktin kesin dönüşte A.Hakan! Bak! Enver Bey taa o yıllarda doğruyu bulup, modernleşme yolunda emin adımlar attı. Ama açıldı da ne oldu, başına gelmeyen kalmadı... Daha yeni-yeni soluk alıyor.
Beni, Türkiye Gazetesi´nden sözünü ettiğim yıllarda işten atmışlardı biliyor musun? Nedeni, bir kızla; Cuma vaktinde el ele göründüğüm için. O kız üç yıl sonra oğlumun anası olmuştu. Ardından 1987 yılında senin şu anda ekmek yediğin Hürriyet Gazetesi´ne başlamıştım.
Keskin dönüşler yapanlar cüretkar olur. Bu cüretkarlığı cesaretleri gibi görürler. Ama çoğunluğu duvara toslamıştır.
Şimdi sen bu yazıyı okuduktan sonra , " bu lavuk benim üzerimden adını duyurmak amacında" diyorsundur. İnan bana öyle bir niyetim yok. Beni tanımadıysan çalıştığın binada herhangi bir haberci ; gerçek bir gazeteciye sorabilirsin.
Bu yazıyı kaleme alırken gerçekten şöyle hissediyorum.
Sıkıyorsun artık A. Hakan! Hem yazılarında sıkıyorsun, hem de başkalarına sataşarak; prim kazanmaya çalışırken sıkıyorsun.
Dönmüş olmak ve bunu gururla her seferinde dile getirmek?.. Buna, eyvallahı gelmiyor insanın. "Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!" denilmesi hoşuna gider mi insanın?
Hıncal Uluç´la, Ayşe Arman´la v.s, daha onlarca kişiyle didişip duruyorsun. Nedir aradığın?. Beklentin ne? Geçmişte yaşayıp ta benimseyemediğin; veya kaybedilmiş zamanlarını bir an evvel kazanmak istemen mi? Ya da en hızlısından daha popüler olmak mı?
Oysa ne kadar da iyi bir başlangıç yapmıştın şimdilerde hakir gördüğün eski cemaatine ait olan televizyonlardaki programlarınla. Devam etseydin be kardeşim. Bak onlarda neredeyse senin gibi düşünmüyor mu? Yankı isimli programın, her ne kadar Ali Kırca´yı birebir taklit ederek sunduğun haber bülteni, İskele Sancak programı...
Bu ne hız be kardeşim. Bu ne susamışlık?
" Peyami Safa´nın Neriman´ı bile halt etmiş yanında..." derler sonra adına.
Çık biraz Nişantaşı Harbiye sınırlarının dışına!
Taksim´e giderken genişçe bir cadde var Cumhuriyet adında...
Gez, dolaş o caddede ferah-ferah.
Yaz yazılarını fersah-fersah
Bak neler yaşıyorlar o büyük caddenin üzerindeki apartmanların kapıcıları, esnafı, turizmcisi, bankacısı, kuruyemişçisi... İnsanı yaz artık! Ya da siyaset yaz sıklıkla. İçinde `insan´ olsun Sabahattin Ali´leri, Nihal Atsız´ları, Marko Paşalı yılları getir aklına....O dönemin atışmalarının nasıl yaşandığını düşün...
Kalemini beğenirim. Tipi kıyak adamsın. Nişantaşı değil, dünyanın en sosyetik semtleri feda olsun sana. Ama gel uğraşma kişiler üzerinden yazarak popüler olmayı. Eminim Aydın Bey´de çok beğeniyordur yazdıklarını. Ama siyaset yaparkenki olanları bence... Bu sektör ham yapar adamı. Yeter bu kadar...
Yeterince kanıtladın kendini.
Henüz yaşın kırk iki...
İnan bana bu satırları yazarken sana karşı herhangi bir öfke ve kin duymuyorum. Epey zamandır takip ediyorum yazılarını. Çoğunu beğenerek de okuyorum. Ama Reha Muhtar´ın ikizleri ile yazdığın yazı sence ne kadar doğru bir davranış. Baba olan birine bu yapılır mı? Hadi bir baba olarak Reha Muhtar´ı geçtim; o ikizlerin bir de `anaları´ var! Bunu da mı geçirmedin aklının ucundan anneler gününe sayılı günler kala. Sen çok daha iyi bilirsin; mübah mıdır bu yaşanılan? Hangi gazetecilik vicdanına sığar?
Sen bu ülkede Deniz adının ne kadar çok benimsendiğini; ana-babaların büyük çoğunluğunun bu ismi evlatlarına verdiğini bilmez misin?
Ne var Reha Muhtar´ın ikizleri Mina ve Poyraz´a ikinci isim olarak Deniz adını vermesinde; üstelik 6 Mayıs gibi; Türk Demokrasi tarihinin ibretlik gününde...
Bu nedenle bir meslektaşın olarak kınıyorum seni A.Hakan. Ve Reha Muhtar´ın yazdıklarının altına ben de imzamı koyuyorum.
Bu arada, benim de yedi aylık bir kızım var A. Hakan; ellerinden öper... Adı, Ayşe Deniz.
Evet diğerleri de rahat durmuyor. Ama sen bari efendi ol be A Hakan!
Bırak eğine çakmayı, bırak hınç almayı, ötele gitsin eski cemaat ve tarikatlarınla uğraşmayı.
Yaşar Gürsoy
Gazeteci
Not: Fatih-Harbiye Romanı´nın özeti ...
Neriman´la Şinasi çocukluk arkadaşlarıdır. Tanıdıkları ilk karşıt cins birbirleridir. İlk başta ikisi de birbirlerini seviyorlardı. Okula beraber gidip geliyorlardı. Neriman´ın babası Faiz Bey´dir, Şinasi´yi de çok sevmektedir. Kızının Şinasi ile evleneceğini düşünmektedir.
Neriman Şinasi´den soğumaya başlar. Neriman oturduğu mevki olan Fatih´i, sevmemektedir. Çünkü Fatih, doğuyu, gelişmemişliği ve eskiyi temsil ediyordu.
Neriman bir gün Macit denilen yakışıklı, zengin ve Harbiye´de oturan birisiyle tanışır. Harbiye, gelişmişliği ve batıyı simgeliyordu. Macit ile bir kaç sefer Şinasi´den habersiz buluşurlar. Bir gün Macit Neriman´a balo davetiyesi verir ve baloya davet eder. Neriman baloya gitmeyi çok istemektedir. Ama gitmesi için babasının iznini almak zorundadır. Tam babasına söyleyecekken babası onu reddetmez ve 2-3 ay mühlet ister. Ve Şinasi ile evlenmesini teklif eder. Hemen bolaya Şinasi ile gitmesi koşuluyla da izin alır. Elbise için vitrinleri gezmeye çıktığında dayısının kızlarına uğrar. Çünkü dayısının kızları bu işlerde oldukça deneyimlilerdir. Eve gittiğinde bir kadının ağlamaktan harap olduğunu görür ve nedenini sorar. Nedeni kızının intiharıdır. Kızı Rus gitariste aşık olmuştur. İkisi de başta çok mutlulardır ve birbirlerini çok sevmektelerdir. Ancak çok sefil bir hayat sürmektedirler. Buda kıza tak etmiştir. Günün birinde zengin bir adamla tanışan kız genci terk eder ve adamla yaşamaya başlar. Artık balolara gidebilmekte ve her istediğini yapabilmektedir. Ancak gerçek mutluluğu bulamamaktadır. Tahsil görmüş bir kız olduğundan hakiki güzelliği aramaktadır. Musiki, mutalaa ve samimiyet...Rus gencinde bunları bulabiliyordu ancak zengin adamda bunları bulamamaktadır.
Sonunda, gence dönmeye karar verir ve aramaya başlar. Büyük uğraşlar sonucu bulur ama genç kabul etmez. Kız bunun verdiği üzüntü ile evine gider ve tabanca ile kendini öldürür.
Hikayeden çok etkilenen Neriman evden izin alarak ayrılır. Kendi evine gelir ve babasına artık baloya gitmek istemediğini ve Şinasi ile evlenmeyi kabul ettiğini söyler....