"ÖZKÖK'ÜN ADI HER ZAMAN HRANT'LA ANILACAKTIR, YARGILANACAKTIR!.." ALİ BAYRAMOĞLU'NDAN ZEHİR ZEMBEREK YAZI!..

Ali Bayramoğlu, Ertuğrul Özkök'ü 2.Dünya Savaşı sonunda Latin Amerika ülkelerine kaçıp,kendilerine yeni ve "temiz" bir hayat kurmaya çalışan Nazi subaylarına benzettiği yazısında Hrant Dink'i ölüme götüren süreci yazdı.

Özkök, Özkökgiller ve katil...

Nazi subayları 2. Dünya Savaşı sonunda Latin Amerika ülkelerine kaçıp, kendilerine yeni ve "temiz" bir hayat kurmaya çalışmışlardı.

Ama adalet ve vicdan peşlerini hiç bırakmadı.

Ertuğrul Özkök Hürriyet Gazetesi'ni 20 yıl yönetti.

Yönetim anlayışıyla 20 yıl boyunca basın üzerinden, basın eliyle yaratılan yırtıcı, imha edici, dışlayıcı iklimin ve işlenen "suçlar"ın baş mimarı oldu.

Şimdi "düşmüş" bu adam, yeni kimlik peşinde ve bilge imajı talep ediyor.

Vicdan onun yakasını bırakmayacaktır.

Suikastın 3. yılında Dink'in ölüme götürülmesinde Özkök'ün sorumluluğuna ilişkin yazdığım yazının özü budur.

Bu, sadece benim kanaatim değildir, kanıtlarıyla adım adım bu ülkenin belleğinde yer etmiş bir durumdur.

Yanıt verdi Özkök, "Duyduk duymadık demeyin katil benim" başlığıyla... "Yazar kulları" hakaretamiz yazılar kaleme aldılar, öfkeden ve nefretten söz ettiler, "çıkar dostları" bir gayretle "bu hedef göstermedir" dediler.

Faydalıdır bunlar...

Hem bazılarına yönelik "kişilik otopsisi" yaparlar, hem belki açılmayan bir sayfayı açar, basının sorumluluğu tartışmasını başlatırlar.

Evet, bu tartışma öfkelidir...

Evet, bu tartışma vicdanlara ve belleğe işaret koyma tartışmasıdır, zira bazı cürümlerin, bazı tutumların ahlaki ve siyasi zaman aşımı olmaz...

Şimdi soru şu:

Hrant Dink'i ölüme götüren süreçte, Orhan Pamuk, Ahmet Kaya gibi başkalarına düşman ya da hain yaftası yapıştırılmasına yol açan, Akın Birdal'ın üzerine kurşun yağdırılmasına zemin hazırlayan "harekâtlarda" Özkök'ün yayın politikalarının rolü nedir?

Dink cinayetinden başlayalım...

Özkök kendisini savunan yazısında iki odalı küçük bir sığınağa kaçmış,

İlk odadan mealen şunları mırıldanıyor:

"Olayları başlatan Sabiha Gökçen haberini Hrant Dink'in bilgisi dahilinde yaptık, onu bu haberle hedef göstermedik..."

Elbette öyle. Haber Hrant'ın haberiydi ve önce Agos'ta çıkmıştı, Hrant'ın Hürriyet'ten tabii haberi vardı. Bunu biliyoruz. Agos'un yayınıyla Hürriyet'in yayını arasındaki zaman farkını merak ediyorduk, Özkök açıklamış onu da anladık.

Şimdi Özkök'ü çıkaralım o küçük odadan...

Mesele burada değil, o haber sadece bir sürecin başlangıcıydı.

Hürriyet'in ve yayın yönetmenin asıl ölümcül rolü bundan sonrasıyla ilgilidir.

İkinci sığınma odasında Özkök, kendisini yazar sorumluluğuyla sınırlıyor. Hayır, o hem yazar hem yayın yönetmeni olarak bu sürecin sorumlusudur.

Gelelim şimdi o ölümcül role ve bu ölüm yoluna...

Hrant Dink'in mahkûm olduğu ve onun Türk düşmanı olarak tanıtılmasında araç olarak kullanılan yazı 13 Şubat 2004'te Agos'ta çıkmıştı.

O yazının içinden cımbızla sadece "Türk kanı" cümlesini çeken ve bunu 28 Şubat 2004'teki yazısına alan Hürriyet yazarı Emin Çölaşan'dı.

Çölaşan'ın o dönem özellikle 301. madde yandaşlığı konusunda Özkök'le tam uyuşan siyasi ruhu böylece linç sürecini başlatıyordu.

Hemen ardından Çölaşan gibi Hürriyet yazarları Cumhuriyet, Milliyet, Önce Vatan, Yeniçağ gazetelerinin yazarları ve manşetleri gemi azıya aldılar ve Hrant'a "Türk düşmanlığı" yaftasını birlikte yapıştırdılar. Katil çetelerine, Levent Temiz gibilere kâh dolaylı kâh doğrudan destek verdiler. Tepki, öfke, milliyetçilik atmosferini alabildiğine ve isteyerek pompaladılar.

Suç duyuruları başladı.

Ve dava açıldı.

Duruşmalar esnasında Dink'in tükürük ve hakaret yağmurlarıyla karşılaşmasına ve saldırıya uğramasına bakışı şöyleydi Özkök'ün yayın yönetmeni olduğu gazetenin, yani Özkök'ün:

"Hrant'ı protesto eden grup...", yani protestocular... Kerinçsiz ve Veli Küçük de onların arasındaydı.

İnce yol sürdü gitti...

Dink'i mahkûm eden mahkemenin kararını "Ata'nın sözlerini çarpıttı" başlığıyla verdi Hürriyet. Sözde gerekçeli karardan alıntıyı yapıyor ama bunu kendi diline çevirerek Dink'in suçlanmasına, suçlu ilan edilmesine bir katkıda daha bulunuyordu.

Ve yargı süreci 6 ay gibi bir kısa sürede sona erdi.

Hrant bu koşullarda öldürüldü...

Evinin kapısına gamalı haç çizilmiş adamdı o.

Devamı var hikâyenin.

Hrant öldürüldükten sonra neler oldu?

Devreye yazar Özkök girdi.

Daha ilk yazısında Dink'i vuranları sokak serserisi ilan etti, katille empati ilişkisi kurdu, davanın birkaç kişiye sıkışmasının adeta ön çabasını gösterdi, adeta gerçek emir mekanizmalarını korumaya girişti.

İşte Özkök'ten seçmeler:

"Bu işi çözmek istiyorsak, hepimiz empati duygularımızı geliştirmeliyiz. Mahalledeki o çocuğu da anlamaya çalışmalıyız. İkinci Cumhuriyetçi fikirlere sahip birisi, kendisi için 'Vatan haini' ifadesinin kullanılmasından rahatsız oluyorsa, başkalarının da başka ifadelerden rahatsız olabileceğini düşünmelidir" (23 Ocak 2007)

"Türkiye'de derin devlet yoktur" (2 Şubat 2007)

"Diyorum ki derin devlet paranoyası, bilgi kirliğinin takma adıdır. Bana göre bilgi kirliliği de delil karartma ile eşanlamlıdır. Üçüncü defa tekrarlıyorum. Önümüzdeki vaka, derin devlet değil, mahalle çeteleri sorunudur. (7 Şubat 2007)...

Etyen Mahçupyan acı içinde bir yazı kaleme almıştı, arkadaşı Hrant'ın arkasından...

Özkök, onu da diline doladı.

Sıkça yaptığı gibi yumuşak ama sahte uslupla kaleme aldığı 31 Ocak 2007 tarihi yazısında, Etyen'i yeni Türk düşmanı ilan etme işine girişmişti. Onun yazısından yanlı ve keyfi bir alıntı yapıyor, bu kez Etyen'i hedefe koyuyordu.

Ertesi gün, "Vampir Henüz Doymadı mı" başlıklı bir yazı kaleme almıştım.

Bu ve bunun gibi tepkiler üzerine Hasan Pulurlar, Özkökgiller saldırılarına son vermek zorunda kalmışlardı.

Özkök'ün adı her zaman Hrant'la anılacaktır, yargılanacaktır, en azından benim vicdanımda öyle...

Özkök'ün diğer "işleri"ne, Orhan Pamuk, Ahmet Kaya, Akın Birdal infazlarına sıra yarın gelecek...

Cürüm çok, sayfalara sığmıyor...

Ali Bayramoğlu/Yeni Şafak