"ÖTEKİ MAHALLEDEKİ İNSANLARIN HEPSİ DE O KADAR KÖTÜ DEĞİL!" ÖZKÖK BU KANAATE NASIL VARDI?

Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök hangi iki gazetecinin programına katıldıktan sonra bu karara vardı?

Öteki mahallede de iyi insanlar var

BİR süredir sık sık karşı mahalleye geçiyorum.

Önce “Ülke TV”, ardından önceki akşam da “Samanyolu Haber TV”deydim.

Karşımda Faruk Mercan...
Eskiden beri çok yakından takip ettiğim, gerçekten duygu ve düşünce dünyasını vicdan denen terazide iyi tartan bir gazeteci.
Geçmişte edebiyatın ve fikir hayatının epey mahallesinde yollarımız kesişmiş, ama ikimiz de farkına geç varmışız.
Beni programa çağırırken bazı isteklerim oluyor.
Allah için hepsini yerine getiriyor.
Neticede karşımda, her şeyi soran, ama ille de kötülük için sormayan düzgün bir gazeteci buluyorum.
* * *
Öteki ev sahibi ile “hukukumuz”, daha doğrusu “husumetimiz”, daha eskilere gidiyor.
Karşımda Prof. Mümtazer Türköne oturuyor.
28 Şubat döneminde, istemeden de olsa, karşılıklı husumet mevzilerine girmişiz. Hiç karşı karşıya gelmemişiz ama yollarımız gıyabımızda epey kesişmiş...
Ben Hürriyet’in genel yayın yönetmeniyken, o Tansu Çiller’in danışmanı.
O benim ertesi gün ne yapacağımı kollamış, ben onun ne yapacağını.
Ama Allah için, zekâsını takdir etmiştim “Karşımda zeki biri var” demişim...
Teori kuran, kavram yaratan, ideolojik maraza çıkarmayı iyi bilen biri. Bazen Batı rasyoneli, bazen Anadolu kurnazı.
Önceki akşam, ilk defa karşı karşıya geldik.
Yıllar sonra...
Tabii ki, ilginç bir “hesaplaşma” oldu.
O bana, 28 Şubat dönemindeki Hürriyet manşetlerini sordu.
“Bu defa silahsız kuvvetler halletsin” manşetini.
“Gerekirse silah kullanırız” manşetini.
Ben de ona danışmanlığını yaptığı başbakanın döneminde hazırlanan, PKK’ya yardım ettiği iddia edilen, yani “nötralize edilmesi gereken” 600 Kürt işadamı listesini.
O dönemde Adapazarı üçgeninde bulunan cesetleri.
Bir de Susurlukçular için söylenen, “Devlet için kurşun atan şereflidir” sözlerini.
* * *
İlginç bir geceydi.
O sordukça ben anladım.
Ama eminim, vicdanı varsa, ben sordukça da o anlamış olmalı.
“Tarihi ben yazacağım” dedi.
Ben de “Zaten tarihi hep muzafferler yazar” dedim.
Zekâ oyunu yaptı.
“Tarihi aslan yazacak” dedi.
Yani “avcı değil, avlanmaya çalışılan”.
Ben de “Tarihi bir kişi yazacaksa, tabii ki bu Onun tarihi olur” dedim.
Eğlenceli bir sohbetti.
Ama benim açımdan, eğlencesi kadar, ders çıkarılacak bir geceydi.
* * *
Tartışma sırasında şunu fark ettim.
Ergenekon davası konusunda tamamen zıt iki kutup oluşmuş.
Faruk Mercan ve Mümtazer Türköne, Ergenekon davasını koşulsuz şartsız destekliyorlardı.
Davaya karşı yapılan eleştirileri, “Türkiye Cumhuriyeti’nin bu en büyük davasını sulandırma ve itibarsızlaştırma faaliyeti” olarak görüyorlardı.
Beni de bir anlamda bu davayı itibarsızlaştırmaya çalışan takım içine koyuyorlardı.
Çok iyi biliyorum ki, öbür tarafta da bütün Ergenekon davasını, “Faso fiso” ve muhalefeti yok etmek için tasarlanmış bir “sivil darbe” olarak görenler var.
Ve ne yazık ki bu dava ile ilgili tartışma bu iki karşı kutup arasında kanlı bir hesaplaşmaya dönüştü.
* * *
Bense her zamanki gibi hiçbir cemaate ait değilim.
Ergenekon’u, Türkiye’de darbe girişimlerini ve öteki başka pislikleri ortaya çıkaracak çok önemli bir dava olarak görüyorum.
Ama bu dava etrafında, çok iğrenç bir siyasi hesaplaşmanın ve kişisel intikam faaliyetinin sürdürüldüğüne de bir o kadar eminim.
Herkesten “kesin bir taraf” olmasının istendiği bir dönemde en tehlikeli mevzinin, benimki olduğunun da farkındayım.
Ama karakter bu...
Mevziye, bunkere, cemaat çatısına sığmıyor.
Bitaraf olmak, bertaraf olmaktır sözü kulağına hiç mi hiç küpe olmuyor.
Ne ona, ne buna...
Önceki gece bunu bir kere daha gördüm.
Ama gördüğüm başka bir şey daha vardı.
“Öteki mahalledeki insanların hepsi de o kadar kötü değil...”

Ertuğrul Özkök/Hürriyet