Oray Eğin'den bomba analiz! Serdar Turgut'u koltuğundan o gizemli zarflar mı etti?

Sözcü gazetesi yazarı Oray Eğin, Yargıtay’ın Ergenekon kararını bozmasının ardından geçmişi hatırlatarak medya analizi yaptı.

Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmenliğinden ayrılıp Habertürk'e geçen Serdar Turgut'un ayrılığında önemli sebep Cemaat kaynaklarından gelen sızdırma haberleri kullanmaması mıydı? Oray Eğin Sözcü'deki köşesinde Serdar Turgut'tan sonra göreve gelen ve kendisinin de Akşam'dan kovulmasına yol açan İsmail Küçükkkaya'nın Cihan Haber Ajansı'na verdiği bir röportajı köşesine taşıdı ve Turgut'un kovulma nedeninin bu olduğunu ileri sürdü.

Ancak Serdar Turgut'un da eleştirdiği Ferhat Boratav ile birlikte Pensilvanya'ya gittiğini unutmuş gibi görünen Eğin, o imal edilmiş haberlerin "sabahları haber merkezlerinde kimin bıraktığı belli olmayan gizemli zarflar" şeklinde ortaya çıktığını anlattı.

İşte Eğin'in bugünkü yazısından ilgili bölüm:

Bugün Ergenekon’un gerçek olduğuna, yani kendi yalanlarına Cemaat’çiler bile inanmıyor artık. Bir tek Nazlı Ilıcak inat ediyor, geri kalanlar inanıyormuş numarası yapıyor. Oysa daha üzerinden 10 yıl bile geçmedi, çok yakın tarihimizde manzara böyle değildi.

Önce neredeyse inandırıcı başlatılan bu yalan dava, sonradan ucuz bir televizyon dizisi gibi ilgi ve inandırıcılık azalmaya başlayıp rating’ler düştüğünde senaryoya eklenen yeni olay örgüleriyle uzattıkça uzatıldı. Kafes, Balyoz, OdaTV davası…

Dizinin finalini Yargıtay böyle bir örgüt olmadığı kararını vererek yaptı.

Dizi derken benzetme yapmıyorum. Samanyolu’na uyduruk televizyon dizilerini yazan Faruk Mercan gibi gazeteciler, akşam haber programlarında (başta, günahları saymakla bitmez CNN Türk’te) Ergenekon’u yorumlamaya başladılar. Diziler, çoğu zaman iddianameden önce olacakları öngörüyordu. İddianamelerin masa başında üretildiğinin daha net kanıtı olamazdı, ama o dönem sorgulayan olmadı.

Ergenekon haberleri gizli zarflarda özel görevli muhabirlere sızdırılan bilgilerle medyada yer aldı.
Kulağına bilgi fısıldanan köşe yazarları bazen ilginç tesadüflere imza atıyordu: Fehmi Koru’nun yazısının çıktığı gün İlhan Selçuk gözaltına alınmıştı, rahmetli Erhan Göksel’in tutuklanacağını şimdi işten atılan (yani kullanılıp atılan) Emre Aköz köşesinde önceden fısıldıyordu Sabah’ta.“Kar” romanında olayları olmadan haber veren gazeteyi yazan Orhan Pamuk, olayları olmadan haber veren Cemaat’in yalanlarını Amerikan televizyonlarında “Türkiye militer geçmişinden kurtuluyor” diye pazarlıyordu.

Aptallıktan, alçaklıktan, ya da çıkarları öyle gerektiğinden Ergenekon’un gerçek olduğuna inanıyorlardı; hiçbir kanıt olmadığı halde ikna olduğunu söyleyenler çoğunluktaydı.

O dönem gazetelerde, televizyon kanallarında çalışanların hatırlayacağı üzere sabahları haber merkezlerinde kimin bıraktığı belli olmayan gizemli zarflar bulunurdu. Genellikle hep belirli muhabirler haber toplantısında büyük bir keşif olarak önerirdi. Cemaat’in merkez medyaya sızmış görevlileriydi bunlar; ya başından beri Cemaat’in içindeydiler, ya da zamanla kendilerini Cemaat’in kullanımına soktular.

Zaman gazetesinden falan bahsetmiyorum, Kanal D’ye, Radikal’e. CNN Türk’e, o dönem çalıştığım Akşam gazetesine kadar yerleştirilmişlerdi. Hepimiz kim olduklarını biliyorduk, kimi yöneticiler de buna göre tedbir alıyordu.

Mesela o dönem Kanal D haber merkezini yöneten Ayşenur Arslan bu sızıntıları kullanmamakta direniyordu. Kuşkuculuğunun karşılığını pasifize edilerek, bir süre sonra da işten atılarak aldı.

Medyada gerçek gazetecilerin yerine Fethullah Gülen’i ziyarete gidip el öpen Ferhat Boratav gibi isimlerin yetkileri artırıldı, haber merkezleri, kanallar, bültenler, tartışma programları emanet edildi.
Ben Akşam’dayken o dönemki yayın yönetmeni Serdar Turgut bir deklarasyonla sızdırma haberleri kullanmayacağını duyurdu; bir süre sonra görevden alındı. Yerine Ankara’da dengeciliğiyle bilinen ve o dönem iktidarın da, Cemaat’in de çok sevdiği İsmail Küçükkaya atandı.

Cemaat’çi yargı muhabirleri tesadüfen adliye koridorlarında alakasız bir işlem için gelince karşılaştıkları Akşam’ın patronlarına çantalarını taşımak için eşlik ederken gelecekteki birtakım potansiyel iddianamelere karşı da uyarıyordu: “Duyduğum kadarıyla sizin de adınız geçebilirmiş, aman dikkatli olun.” Bu örtülü tehdide karşı yeni yayın yönetmeninin görevi gazete sayfalarını sızıntı haberlere açmak oldu. Küçükkaya o dönem Cihan Haber Ajansı’na “Serdar Turgut’un sızıntı belge kullanmayacağız yaklaşımı bize gazetecilik açısından zorluklar çıkardı, geride kaldık, ben geldikten sonra bunu gidermek istedim” diyordu.

Giderdi de… Gazete sayfalarında kendi yazarlarını hapse attırmak için attığı manşetler ve senaryo yazarlarının kaleme aldığı iddianameleri ayrıntıyla basan (Taraf’la birlikte) iki gazeteden birini yaparak!

Cihan Haber Ajansı’na aynı söyleşide Ergenekon’a kişisel bakışının da zaman içinde değiştiğini açıklıyor: “İbrahim Şahin ile ilgili birtakım gelişmelerin yaşanması, Zir Vadisi’nde mühimmat bulunması gibi gelişmelerin ardından Ergenekon’a daha bir inanmaya başladım. Burada Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli davlarından birisi görülüyor. Tamam usul hatalarını görüp eleştirelim ama esası da görelim.”

Esası ortaya çıktı… Ama aptallık, alçaklık ya da çıkarlar yüzünden inananların kendilerini kullanmasıyla insanların hayatları karardı, aileler dağıldı, masum insanlar öldü. Kısacası Yargıtay kararına kadar yeteri kadar hasar yapıldı.

Ergenekon yıllarında hep yandaş medyada bu gizli terör örgütünün bir de medya ayağı olduğu söyleniyordu. Şimdi medya ayağının bu yalanı üreten ve dolaşıma sokanlar olduğu anlaşılıyor. Bu sistemli bir operasyondu: Yazılan senaryolara ve özel görevli elemanlara haber merkezlerini yönetenler sadece alet olmadı, bizzat onları var etti. Ama bu sistemin DNA haritası hâlâ çıkarılmadı. Yaşanan koca bir kumpastı, tek sorumlusu zavallı bir spor muhabiri ve hapisteki Mehmet Baransu değil herhalde.