ORAY EĞİN HANGİ YOL AYRIMINDA? KAPIYI VURUP ÇIKACAK MI?
Akşam yazarı Oray Eğin bugün köşesinde "Ve yol ayrımına geldik" başlıklı bir yazı kaleme aldı.Eğin'i yol ayrımına getiren olaylar neler?
Ve yol ayrımına geldik
Bu meslekteki ilk günümden itibaren, sonra da zaman zaman sağlamasını yaptığım bir gerçek yol göstericim oldu. Bir gazetecinin en büyük gücünün kapıyı vurup çıkabilme gücü olduğuna inandım. Bu yüzden de parası olan gazeteci olmayı çok önemsedim; gazeteciliği para için yapmaktan bahsetmiyorum, ama bir gün kapı dışarı edildiğinde ya da vurup kapıyı çıktığında giden maaşına yanmamak bize bu mesleği istediğimiz gibi yapma olanağı sağlar...
Tam da bu sebepten dolayı, bu meslekteki kahramanlarım da hep kavga edenler, kapıyı vurup çıkanlar, hayatlarını sözleşmelerle mahkum etmemiş isimler oldu.
Günümüz şartları için çok mu romantik kaldı bu düşünceler, ben mi hayalci ve idealistim bilmiyorum, ama hala bu kendi kendine yaratılmış özgür alanın varlığı besliyor beni.
Bir gün hepimiz Ertuğrul Özkök'ün tavşan kardeş kıyafetini giyip bu odalara, bu binalara, bu konumlara veda edeceğiz.
O gün gelene kadar da yaptıklarımızla, başarılarımızla değil de kritik durumlarda aldığımız tavırlarla bir miras inşa edebileceğiz ancak.
Eskiden gözümde büyüyen kahramanlarımın şimdi hiçbiri o kadar büyük, ulaşılmaz, tanrısal değil. Hepimiz gibi o kahramanlarım da ölümlü, hepimiz gibi özünde onlar da kolayca düşürülebilecek maskeler taşıyormuş, hepimizin gibi onların da bedeli ağır hataları, yanlışlıkları olmuş.
Ama küçücük bir tercih, çok ufak gibi görünen bir adım fark yarattı... Zor zamanlarda verilmiş bir karar, 'Zincirlerimden başka kaybedecek hiçbir şeyim' yok duygusu.
Bu meslekte efsane olmuşların bıraktığı en büyük miras: Kapıyı vurup çıkabilmek...
Sonra bazı adamlar geldi... Basının gelmiş geçmiş onurlu değerlerini ayaklar altına almak için gönderilmiş gibiydiler. Mantar gibi her yerde bitmeye başladılar. 'Tak' denileni 'şak' diye yaptılar. Herhangi bir fikir beyan etmekten uzak, kavgadan, tartışmadan, muhalefetten korkan, boyun eğen, düğme ilikleyen bir gazeteci nesli oluşturdular.
Mesleğin efsaneleri teker teker köşeye çekilmeye başlayınca yönetilmeleri ve kullanılmaları çok kolay olan bu adamlara gün doğdu; dönemsel zorunlulukların etkisiyle de tercih edilmeye başlandılar. Ve maalesef gazeteciliğe dair bildiğimiz ne varsa yerle bir etmek için gün be gün uğraşır oldular.
Basında kim bu standartları değiştirdi, kim çıtayı bu kadar aşağı çekti, kim bu mesleği evrensel kurallara göre yapılamaz hale getirdi- gerçekten bilmiyorum. Birden fazla etkeni olduğu kesin...
Bana kalırsa çoktandır bir yol ayrımındayız. Artık sağcı solcu, dinci laik gibi bölünmeler değil, bambaşka bir ayrışma/kamplaşma yaşanıyor basında...
Ya biatın, sindirmenin, boyun eğmenin ve korkunun yoluna sapacağız ya da giderek 'daha az tercih edilen' ama iyi bildiğimiz yoldan, kutup yıldızımız gazetecilik olarak devam edeceğiz.
Bu mesleği yapmak, bu mesleği her şeyin üzerinde tutmak, bildiğimiz her şey için savaşacak mıyız yoksa kirli uzlaşmaların, hoyrat boyun eğmelerin ve tektipleştirme merkezlerin emrinde teslim mi olacağız?
Kapıyı vurup çıkabilme gücümüzden vaz mı geçeceğiz...
Bu dönem de gelip geçicidir... Bu dönemde çok ağır bedeller ödeyecek birçoğumuz... Ve bu dünya yine kimseye kalmayacak.
Gizli ajandaları gereği eğilip bükülenleri, beklentileri yüzünden kendilerini satanları bir ölçüde anlayabiliyorum. Onlarla mücadelemi sürdürüyorum, sürdürmeye de devam edeceğim. Ama bile bile, 'Dönem böyle' deyip ittifak yapanları, gazetecilikten vazgeçenleri gördükçe asıl canım çok yanıyor...
İleride yüzümüze nasıl bakacaklarını merak ediyorum.
Ama uzun bir maratonsa eğer bu koşu, sonunda akla kara illaki ortaya çıkacaktır. O gün geldiğinde yeteneksizler, korkaklar, boyun eğenler ve tetikçiler bir uçurumdan aşağı uçar gibi teker teker dökülecek... O gün ne zaman gelecek bilmiyorum, ama o günün geleceğini biliyorum.
Maratonun sonunda ne bırakmış olacağız: Korkularımız ve kaygılarımız yüzünden atamadığımız adımlar mı, yoksa gözümüzü karartıp vurduğumuz kapılarla mı hatırlanacağız.
Dün, bu düşüncelerin ışığında Serdar Turgut'un yazısını okuyunca içimde derin bir sızı hissettim. Yöneticiliği boyunca gazeteci-patron arasındaki trafik polisliğini mükemmel idare etmiş, savaşta gazeteciliğin galip gelmesi için uğraştığını bildiğim birinden 'Ne yapalım, düzen böyle' diyerek günümüzün çarpık yapısını savunuyor duruma düşmesini kabullenemedim.
Bilmiyorum, belki de dediğim gibi ben fazla idealistim. Bugünlerde de fazla duygusal. Yine de içimden bir ses benim haklı olduğumu, düzen böyleyse bile kabullenmek yerine savaşılması gerektiğini düşündürüyor.
Hanımlar, beyler.
Ormanda bir yol ayrımındayız...
Oray Eğin/AKŞAM