Efendim; ülkede gerçekten ilginç şeyler oluyor ya da olması isteniyor galiba. Bazı şeyler birdenbire (Aslında o kadarda birdenbire değil!) gündeme gelebiliyor. Daha “Ne oluyor?” bile demeye fırsat bulamadan aniden belirlenmiş gündemlerin içine çekilebiliyorsunuz. Bir yerlerde ısıtılan projeler önümüze konuveriyor. Bu işlerin böyle bir işleyiş mantığı var herhalde. Aklım fazla ermez!..
Tokalaşmanın Sihirli Dokunuşu!..
Nitekim bu seferde öyle oldu. Her şey TBMM’nin yeni yasama yılı açılışında Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına yönelip DEM’lilerin elini sıkması ve sohbet etmesi ile başladı. Söz konusu durum bu satırların yazarı dahil birçok kişi için – anayasa tartışması ile bağlantılı olarak- yeni bir “Açılım” hazırlığına yoruldu. Tokalaşmanın esrarı buradaymış demek ki!..
Ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı açıklamada "DEM sıralarına giderek elimi uzattım. Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el ilk Meclis'in ve cumhurbaşkanımızın meşale gibi yanan aydınlığıdır. Gelin Türkiye partisi olun, milli birliğimizde kenetlenin teklifidir.” diyecekti.
Bunun üzerine DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, ise Bahçeli'nin sözlerine şöyle ajitasyon dolu bir yanıt verecekti; "Türkiye’de özgürlükleri, barışı, adaleti savunurken; Türkiye’de yoksulun, işçinin, emekçinin, kadının doğa ve insan hakları savunucularını savunurken biz bir Türkiye partisiyiz zaten" dedi.
“Türkiye Partisiyiz” Demekle Olunur mu?..
Kâğıt üzerinde “Türkiye Partisi” olmakla gerçekte Türkiye Partisi olmak arasında dağlar kadar fark olsa gerek. (Aynı şekilde TBMM’de bulunmaları yahut seçimlerde yer almakta aynı kapıya çıkar.) Bunun için hani “Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” der gibi o partinin (Aslında geleneğin demek lâzım ki o geleneğin son halkası DEM Parti’dir. Süreçte DEP, HADEP, DEHAP, ÖTP, DTP, BDP, YSP gibi muhtelif isimlerle var oldular) bugüne kadar ki pratiğine baktığımızda daha ziyade kendilerini genel siyasetten özenle ayıran, etnik temelli birer parti imajı verdiler. DEM ya da geleneği denince iddia ettikleri gibi önce “işçinin, emekçinin, kadının doğa ve insan hakları”nı savunan parti gelmiyor aklınıza!..
Söylemleri, mesajları, pratikleri, dile getirdikleri talepler, topluma verdikleri hissiyat hep aksi yönde oldu. Türkiye’nin dört bir tarafına yayılsalar bile kendilerini bu toprakların bütününe benimsetemediler. İçlerinde “Türk unsurlar” olsa bile Cengiz Çandar’ın tabiriyle “dekoratif” olmaktan öteye geçemediler. Daha ziyade bir “Güneydoğu partisi”, “Kürt partisi”, “PKK uzantısı parti” görüntüsü verdiler. ( “Terörle araya sınır koyamamak” gibi ayrı bir sorunları oldu.) Zaman zaman rötuşlar yapsalar da bu çizgiden hiç uzaklaşmadılar. “Kürt hareketi”nin, Kürt milliyetçiliğinin siyasi temsilcisi oldular hep. Varlık gerekçeleri bu oldu. Bunu aşmayı hiç istemiş görünmediler. Hallerinden gayet memnun göründüler!..
“Ait Olma” Duygusu Yoksa!..
Lakin bu noktada sorulmayan soru şudur; “Bakalım Türkiye partisi olmak istiyorlar mı?” Lafa bakarsak istiyorlar pratiğe bakarsak istemiyorlar görünüyorlardı. Bu da normaldi aslında. Türkiye Cumhuriyeti’nden sanki yabancı bir devletten bahseder gibi bahsediyor, adeta geçici konaklama mekanı gibi anıyor, soğuk bakıyorsanız nasıl “Türkiye Partisi” olacaksınız? Kendinizi bu ülkenin bir “Parçası” olarak hissetmiyorsanız ne şekilde “Türkiye Partisi” olmaktan söz açacaksanız? Habire etnik aidiyetlere, kimliklere vurgu yapıp Türkleri “Ezen ulus” kategorisinde görüyorsanız ne olacak? “Siyasi çözüm” den kendinize farklı bir konum kazandıracak olan bir formülü anlıyorsanız birlik ne olacak? Var olan hak ve konumları “Kullanmacı” bir anlayışla değerlendiriyorsanız bu konudaki samimiyetiniz ne derecedir? Sorular çoğaltılabilir…
Kısacası bulunduğunuz yere dair bir “Ait olma” hissiniz yoksa bunu nasıl sağlayacaksınız? Her şey bu duyguyla başlamıyor mu? Olaya katılım derecenizi bu duygu belirlemiyor mu? Azsa az, çoksa çok. Ya da yoksa yok. Zorlamanın alemi ne?..
Demokrasi Etnik İnatlaşmayı kaldırmaz!..
Demokrasi birçok talep ve rengi bünyesinde barındırabilir. Bunlar kavga ve sürtüşme nedeni olmadığı müddetçe sorun yoktur ve işin doğasındadır. Ancak etnik aidiyeti ve talepleri merkeze çekmek, habire onlara yüklenmek tehlikeli ve sakıncalıdır. Çünkü koşullar, talepler, inançlar, fikirler zamanla değişebilir. Ancak etnik aidiyet değişmez. Ona o kadar abanırsanız o çok sözünü ettiğiniz “Barış” ve “kardeşliği” de zedelersiniz. Ülkeyi bir etnik boğazlaşma sürecine sokarsınız. (Zaten kim “Barış” tan, “Kardeşlik” ten çok söz ediyorsa onda o eksik demektir.) Fazlası bünyeye zarar!..
Her şey anlayışta, olaya bakışta biter. Burada bir el sıkışmayla hallolacak türden olaya “ortak bir bakış” görünmüyor. Çünkü sürekli etnik temelli ve vurgulu partilerle bunu sağlamak –ciddi bir zihniyet değişimi olmadıkça- güç duruyor. “Türkiye partisi” olmanın birinci ön koşulu bu frekansı yakalamak gibi görünüyor.
Anladığım –Bahçeli’nin niyetinden ayrı olarak- şudur; kimse onlardan “Türk partisi” olmalarını istemiyor. Lakin dar bakışlı bir “Kürt partisi” de olun denmiyor. Yaşadığınız ülke insanlarını zora sokacak, düşmanlaştıracak söylemleri, bakışları aşın deniyor. O bakımdan kimsenin itirazı olamaz. Keşke olabilseler…
Yoksa tersi Nasrettin Hoca hikâyesindeki “Göle maya çalmak” gibi olacaktır…
11.10. 2024
NOT: Lütfen 04 Ekim 2024 tarihli ve “Çözüm Süreci’nde Yeni Perde Başlıyor!.. ‘Yeni Açılım’ Planı Devrede mi?..” başlıklı yazıma bir göz atınız.