ÖLDÜ DENİLEN GAZETECİLER ÖLMEDİLER Kİ GAZETECİLİK ÖLSÜN!
Reha Muhtar, gazetecilik hayatının dönemeçlerini duygusal bir yazıyla dile getirdi. Muhtar'ın geçmişi neyi barındırıyor? Kendinden büyük amacı neydi?
“Hayatınızda bir kez yüce bir amaca bağlandığınızda, karşılığında, size tutku ve enerjinin geldiğini göreceksiniz...
Yaşamınızda olağanüstü düzeyde bir tutku yaratmanızın sırrı, kendinizden daha büyük bir amaç bulmanızdır...
Hevesinizi bir kez yakaladınız mı heyecan duyacak, kendinizden daha büyük bir şeyi temsil etmeye başlayacaksınız...
Robin Sharma...”
***
28 Şubat, 12 Eylül ne konuşulursa konuşulsun, cebimde biriktirdiğimin bütün anıların hep “deli gazetecilik” örnekleri olduğunu görüyorum...
12 Eylül konuşuluyor...
Aklıma Tahsin Şahinkaya’nın Hava Kuvvetleri Komutanı ve MGK üyesi olduğu günlerde satın alınan F-16 uçakları için bir Amerikalı’nın yaptığı, “Türkiye’de 2 milyar dolar rüşvet verdik” açıklaması geliveriyor...
O haberi çıkartabilmek için Atina’nın ortasında çektiğim çileleri düşünüyorum...
Milliyet’te rahmetli Çetin Emeç haberi 9 sütuna manşetten verince “Evren’in 12 Eylül’e çamur atmak isteyenlar var... O çamurda boğulacaklar...” şeklindeki sözleri geliyor aklıma...
O haberi yapmakta direttiğim için STAR televziyonundan ayrılmam geliyor gözlerimin önüne...
***
28 Şubat konuşuluyor şimdilerde...
“Ben bu yayını yapmazsam kendime gazeteci demem” diyerek yaptığım Metin Kaplan yayınından sonra hakkımda çıkartılan ölüm fermanlarından, açılmaya çalışılan davalara kadar nice olay gitmiyor gözlerimin önünden...
Son günlerde Fethullah Gülen röportajı ve röportaj sırasında yaşananlar gündeme geliyor...
Esasen bakıyorum da, tüm bu dönemlere ilişkin anılarım “bir siyasi duruştan çok, zaptedilemeyen bir deli habercilik geçmişini” barındırıyor...
Kimselerin yapamadığını yapma çabası, hiç kimselerin yakalayamadığını yakalayabilme arzusu, haberin ve manşetin dibine vurma kaygısı, büyük olaylar ve sansasyonlar yaratan gazeteci olma sevdası var olayların altında hep...
Dün bir televizyon röportajında 28 Şubat’ı sorduklarında geçmiş dönemlerde darbelerde, hükümetlerde, ülkelerde, çalıştığım işyerlerinde “siyasiden çok deli, olağandışı ve kimselerin yapamadığı gazeteciliği yapma uğraşı” içinde olduğumu sezdim...
***
Böyle olmasının nedeni Robin Sharma’nın yukarıdaki sözlerinde gizliydi...
“Hayatınızda bir kez yüce bir amaca bağlandığınızda bunun karşılığında içinizde bir tutku ve enerji ortaya çıkar... Hayatınızda olağanüstü seviyelerde bir tutku yaratmanızın sırrı, kendinize daha büyük bir amaç bulmanızdır...”
Abdi İpekçi 33 yıl önce 1979 yılının Şubat ayında öldürüldüğünde gazetecilik okulu birinci sınıf öğrencisi deli gibi gazeteci olmak isteyen 20 yaşında bir gençtim...
Çok sevdiğim bir gazeteci, okumaktan zevk aldığım bir yazar ve Milliyet’i Milliyet yapan bir Genel Yayın Yönetmeni’ydi Abdi İpekçi...
Kendime Robin Sharma’nın dediği gibi “kendimden büyük bir amaç olarak çok büyük bir gazeteci olmayı” koydum...
Bu amaç bende öyle bir tutku yarattı, öylesine bir enerji verdi ki, 32 yıl boyunca “canlı yayında rüşvet verilmesine suçüstü yapılması” gibi, insan aklının almayacağı bir olayı, arkadaşlarımızla gerçekleştirmemizi sağladı...
Milliyet’in daha sonraki yayın yönetmeni Çetin Emeç’in hunharca bir suikastle öldürülmesi benim tutku haline getirip, enerji patlaması yaşadığım “amacımı” daha da berraklaştırdı...
Abdi Bey’in kızı Sibel İpekçi en sevdiğim, üzerine en fazla titrediğim dostlarımdan biriydi...
Çetin Bey’in kızı Mehveş Emeç’e ise aşık oldum, uzun bir birliktelik yaşadım...
Gazetecilikte bana verilen sıfatlar içinde beni en çok mutlu edeni “Bir deli gazetecidir o” tanımlamasıydı herhalde...
***
Bunları altı kişiyi bir anda silip, ismimi suç duyurusuna “altlık” yapan, Şeref Malkoç’un ve belki de Numan Kurtulmuş’un anlayabileceğini ummuyorum...
Farkında değildirler sanırım...
“Öldü” denilen gazeteciler ölmediler ki gazetecilik ölsün...