"O YAZIYI BANA KAPIMA GÖREVLİ DİKEREK İZİN GÜNÜMDE YAZDIRDILAR!.." FEHMİ KORU'DAN AYDIN DOĞAN'A İLGİNÇ CEVAP!..

Aydın Doğan Yeni Şafak'a mektup yazdı, kankası Fehmi Koru'nun yazısına sitem etti. Koru ise bu siteme ilginç bir cevap verdi...

Aydın Bey'in itirazı var

Her şey bizim yayın yönetiminin başının altından çıkıyor: 24 saatlik miadını kimse farkına varmadan sessiz sedasız dolduracak dünkü yazımı, fotoğraflarla allayıp pullayıp birinci sayfaya taşıyınca, olan bir bana bir de sizlere oldu.

Oda kapımın önüne bir güvenlik görevlisi dikip izin günümde bana bu yazıyı yazdıran yayın yönetimi; daha hoş başka uğraşlarda harcayacağınız on dakikanızı bu yazıyı okumaya ayırmanız da yine onlar yüzünden...

Efendim, Doğan Medya Grubu'nun patronu Aydın Doğan'ın itirazı var; itirazını gazetemizin yayın yönetmeni Yusuf Ziya Cömert'e bir mektupla iletmiş. Mektubu neden bana değil de ona gönderdiğini okuyunca anlıyorsunuz.

Aydın Bey kendisiyle Cem Uzan'ın karşılaştırılmasına, resminin Cem Uzan'la yan yana bir mizanpajla sayfaya konulmasına itiraz ediyor. İtirazında bence haklı da...

İtirazlarını üç madde altında sıralamış Aydın Bey; ben de tek bir sözcüğüne bile dokunmadan o maddeleri sizlere iletmek istiyorum:

1. Uzan ailesinin başına gelenler, sahibi bulundukları bankaların, o günkü tabiriyle 'hortumlanmasından' kaynaklanmıştır. Yani bankanın sahipleri, vatandaştan topladığı paranın üzerine oturmuş, tabiri caizse vatandaşı dolandırmıştır. O günlerde ben de Dışbank'ın sahibiydim. Benim bankam, halktan topladığı paraların üzerine mi yattı, Dışbank'ta parası batmış tek vatandaş, tek şirket var mı?

2. Uzan'lar devletin bütün kurumlarını hiçe saydılar. Mesela Rekabet Kurulu elemanları o dönemde bizim binalarımıza gelip bütün odalarımızda araştırmalarını yaparken, aynı yetkililer, Uzan'ların binalarının kapılarından içeri sokulmadılar, hatta güvenlik görevlilerince kovuldular.

3. Uzan'lar ellerindeki yayın organlarını toplumun her kesimine, siyasetçilere, iş adamlarına, sivil toplum kuruluşlarına karşı insafsızca kullandılar, terör estirdiler ve buna rağmen hiçbir mali denetim baskısı ile karşılaşmadılar. Oysa bizde ise hiçbir iktisadi faaliyet olmadan sadece şirketlerimizin kendi aralarındaki bölünmeden (tamamen kanuna uygun) kaynaklanan bir iş iken sonucu insafsız bir rapor yazılmıştır.

Her insaflı insan iki grup arasında bu alanlarda bir benzerlikten elbette söz edemez. Nitekim ben de yazılarımda "Uzanlar şunu yapmıştı, Doğan Grubu da şimdi aynısını yapıyor, onun başına gelen bunun da başına gelir" türü bir yakıştırmada bulunmadım.

Benim dediğim şu: Cem Uzan devletin kendisine yönelik girişimi başladığında, etrafındakilerin yönlendirmesiyle, siyasileri sorumlu tutan bir tavır sergiledi; yanındakiler, "Yargıdan döner" dediler, "Askerler izin vermez" dediler ve patronlarını kazanamayacağı bir savaşa sürüklediler. Şimdi de Aydın Doğan'a aynı akıllar veriliyormuş gibime geliyor.

Yazım ortada. Yazımın sonunda, "Eğer kurulan benzerlikler yanlış kabullere dayanmıyorsa, tek dileğim bu hikayenin sonunun farklı bitmesi" temennimi de dile getirmişim.

Aydın Doğan'ın başına gelen en küçük bir haksızlığa en fazla üzüleceklerden biriyim ben.

Grubun yanlış kabullerden hareketle yanlış bir hedefe karşı 'savaş kararı' aldığını düşünüyorum, bunun da yine gruba (ve tabii ülkeye de) zararı dokunacağına inanıyorum.

Zafer Mutlu benim eski dostum, o da arayıp "Yanlış düşünüyorsun" dedi. Grup içerisinde taşların yerinden oynaması, Milliyet'te yeniden yapılanma tamamen anlaşılabilir reflekslerin sonucuymuş. Satışı tatmin etmeyen bir gazeteyi daha fazla insanın alma ihtiyacı duyacağı bir gazeteye dönüştürme amacındaymışlar.

Bu konuda görevin Vatan'dan isimlere verilmesi ise bir araştırmayla yakından ilgiliymiş. Gazetelerin okur profilini saygın bir kuruma araştırtmış Grup ve şaşılası bir sonuçla karşılaşmış: Milliyet'in okurları arasında Ak Parti seçmeninin oranı yüzde 8 çıkmış; oysa bu oran Vatan'da yüzde 25 kadarmış...

"Vatan formülü Ak Parti seçmenini çekebildiyse, o formülün sahipleri Milliyet'te izleyecekleri politikayla onu da aynı kitle tarafından daha fazla okunur hale getirebilirler" diye düşünüldüğü anlaşılıyor.

Kendisiyle o kadar çok şey konuştuk ki, "Bizim savaşmak niyetimiz yok, hem iyi barışın iyi bir savaştan sonra gerçekleşebileceğini de unutma" cümlesini o mu sarf etti, yoksa ben mi görüşmemiz sonrası zihnimde böyle bir cümle kurdum, bilemiyorum.

Bu yazıyı kapıma görevli dikerek bana yazdırdılar ya, şimdi yazımı içerideki ferah fahur yerinde kendi haline bırakmaz, götürür yine birinci sayfaya taşır ve bir tepki daha gelmesini sağlar mı bunlar, sağlar...

Yazımın gazetede kullanılma biçiminin getirdiği sonuçlardan benim sorumlu olmadığını sizler bilin, benim için o kadarı yeter.


Taha Kıvanç/Yeni Şafak