"O VIP SALONUNDA İSYAN EDİYORUM...ÇOK MU ZORDU BİR ELİ UZATMAK"!..ÖZKÖK'ÜN KAHROLMASINA NEDEN OLAN OLAY NEYDİ?..

Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, İstanbul'daki terörist saldırısı sonrası dayanışma mesajları veren Erdoğan ve Baykal'ın Atatürk Havalimanı´nda birbirlerinden uzak durmalarına atıfta bulundu.

ÇOK MU ZOR BİR EL UZATMAK


Sahneyi gözünüzün önüne getirin. Atatürk Havalimanı´nda iki salon. Aralarında 10 metre var. Yani biri 5, öteki 5 adım atsa bir araya gelecekler. Biri 1 adım atsa, öteki de atmak zorunda kalacak. Biri elini uzatsa, öteki onu havada bırakamayacak. Ama yok, olmuyor. Yanı başımızda 17 beden yatıyor. Ana karnındakini de eklersen eder 18. Yüzlerce yaralı, orası burası kopmuş beden hastanelerde. Kimi için Allah´a dua etmekten başka çaremiz kalmamış. Ülke ağlıyor. Millet ölülerinin yasını tutuyor. Sokak yıkanmış, bayraklar çekilmiş.

İKİSİNDE DE CESARET YOK
Ve ülkemizin başbakanı ile ana muhalefet partisi başkanı, havaalanında... Metreye vursan, aralarındaki mesafe, katledilmiş bedenler arasındaki mesafeden bile az. Ama o ilk adım, hepimizin beklediği ilk adım bir türlü atılmıyor. Dört elden biri havaya kalkmıyor. Ya ikisinde de cesaret yok, Ya da öfke ve düşmanlık ceberrut bir nöbetçi gibi ayaklarını prangalamış, ellerini kelepçelemiş. Oysa ihtiyacımız var. O mahallede, kanın yıkandığı, inmiş camekánların tamir edildiği, kahpe teröriste inat hayatın yeniden başladığı o mahallede kol kola gezen liderlere ihtiyacımız var.


GÜR BİR SES BEKLİYORUZ
Oradan bir ses bekliyoruz. Gür bir ses: "Bizim aramızdaki mesele başkadır, bu başka. Ey kahpe terörist, kim olursan ol, nereden gelirsen gel, bu millet işçisiyle memuruyla, köylüsüyle şehirlisiyle, iktidarıyla ana muhalefetiyle, erkeğiyle kadınıyla, çoluğuyla çocuğuyla dimdik karşında duracaktır." Olmadı. Hadi vicdan demesem, inat desem ne faydası var. Dün yazı işlerimize ağır bir hava çökmüştü. Türkiye öksürse zatürree olan yazı işlerimizde kahredici bir sessizlik hüküm sürüyordu. Gazeteyi yapmaya oturduğumuzda, Aleyna´nın fotoğrafı da karşımıza oturmuştu. Bir de o anın, o kahredici anın fotoğrafı. Düşüncesiz bir sağlık müdürünün pat diye "Kızınız öldü" dediği an, annesinin yüzüne yapışan o ıstırabın fotoğrafı. Dün Türkiye´deki bütün gazetelerin genel yayın müdürü, yazı işleri müdürü, haber müdürü, muhabiri o ıstıraptı. "Aleyna öldü..." "Öldü" dersek, hatta "Öldürüldü" bile desek, o aşağılık caniye masum muamelesi yapmış oluruz. Aleyna ölmedi, öldürülmedi. Aleyna aşağılık, vicdansız, kahpe bir cani tarafından alçakça katledildi. Daha 3 yaşındayken katledildi.


O VİP SALONUNDA İSYAN EDİYORUM
Gidiyorum, geliyorum, kaçmak istiyorum, olmuyor. Gözüm yine o salona takılıyor. Aralarında 10 metre var. 10 adım. İçimden her adım başına katledilmiş bir bebenin fotoğrafını koymak geliyor. O VIP salonunu, masum bebekler galerisine çevirmek istiyorum. Sırf içlerinden biri görsün ve elini uzatsın diye. İçimde bir isyan, feryat ediyor. O el böyle bir günde bile uzatılmayacaksa, bu ortak dil, bu ortak bayrak niye. Misak-ı Milli dediğimiz bu şeyin ne manası var. Hani nerede o "gök kubbemiz"... Her yıldızından, katledilmiş bir bebek bedeni sarkan bu ortak gök kubbemiz. Yoksa gök kubbe sandığımız o şey, iğreti bir film dekoru muydu? Dün çok üzgündüm. Kahroldum. Ve kendi kendime sordum. Çok mu zordu bir eli uzatmak...


Ertuğrul Özkök/HÜRRİYET