O SÖZLER KANIMI DONDURDU! 25 KURUŞA YOKSA ACABA KAÇ KURUŞA VAR?
Balçiçek İlter, medyanın dünden bugüne durumunu Başbakan Erdoğan'ın "25 kuruşa simit yok" sözleri ışığında değerlendirdi.
O ne dedi, bu ne dedi?
İnsan işinden kovulunca ne hisseder?
Gazetecilik açısından anlatabilirim ancak…
Önce bir şaşkınlık, ardından nereye yönelteceğiniz bilemediğiniz bir öfke…
“Ama ben yıllarımı verdim” tavrıyla gelen hayal kırıklığı…
İstenmeyen adam ilan edilmenin yarattığı eziklik…
Ve en fenası sonda gelir…
Demek ki yazılarımı okumuyorlar…
Her ne kadar günümüzde anlı şanlı gazeteciler hükümetin baskısıyla, kraldan çok kralcı tavırla gönderilmeyi bir onur olarak kabul etse dahi, içlerinde bir yerde mutlaka aynı yargı, “Okunmuyor muyum?” sorusunun getirdiği korku mutlaka vardır, eminim.
İtilmişlik hissi, oyunun dışına çıkarılmanın yarattığı endişe…
Birkaç gün önce gazeteci-yazar Haluk Şahin ile sohbet ederken hiç de yanılmadığımı gördüm… Aynı hislere o da kapılmış. Kapılmış ama sonrasında dedi: “Bir de fark ediyorsun ki aslında öyle değil. Aslında seni okuyan var, senin fikirlerine önem veren var ve az ya da çok senin gibi düşünen de var…”
*
Gazeteciliğin ilginç bir dönemden geçtiğini kabul etmemek mümkün değil. Üstelik siyasi iktidar, hatta bizzat Başbakan demeçleriyle bu ilginç dönemi daha da yaşanılmaz hale getirebiliyor… “25 kuruşa simit” açıklaması kanımı dondurdu örneğin… Kendimize çeki düzen vermesi beklenen bizler, biz gazeteciler, elimizi ayağımızı nereye koyacağımızı bilemezken, bir de demokrasi kantarının endazesiyle baş başa kalınca afalladık tabii…
25 kuruşa yoksa örneğin acaba kaç kuruşa var ki? Şimdi diyeceksiniz “Niye böylesine paniğe kapılıyorsunuz, niye böylesine endişe duyuyorsunuz?”
Cevabı o kadar basit ki…
Başkalarının kağıtlarına yazıyoruz da ondan!
Kendi kağıtlarına yazarken bile, daha o kağıtlar basılmadan toplatılan, yazarının, bir meslektaşın hapiste olduğu şu günlerde başkalarının kağıtlarına yazmak ne kadar zor biliyor musunuz?
Kimse oturduğu yerden ahkam kesmesin!
Bazen ben de sosyal medyada saldırılara uğruyorum…
Ne satılık kalemliğim kalıyor, ne de yandaşlığım…
Biraz içten olduklarına inansam, biraz duruşlarına tavırlarına saygı duysam ciddiye alacağım… Neresinden tutayım ki…
Bugün “Gazetecilik öldü, muhalif tek bir ses bile çıkmıyor!” tarzındaki gidişatta en suçsuz medya patronlarıdır kanımca… Şaşırdınız mı? Şaşırmayın.
İşadamı, işini gücünü, kazandığı parayı düşünür.
Ve biz bugün iktidar gücünün gazeteci üzerindeki baskısından şikayet ediyorsak, iktidar kadar biz de suçluyuz diye düşünüyorum…
90’lı yıllarda medya bir taraftan kendini geliştirip, söylenmemişleri yüksek sesle dile getirir, dokunulmayanlara dokunur hale gelirken bir taraftan da siyasetin üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu. Bugün hala medyanın görünür gazetecilerinin geçmişte siyasilerle yaptığı telefon konuşmaları hala akıllarda…
Hükümet kurmaya da kalktık, bozmaya da…
Bakanlar atıldı, bakanlar düşürüldü bu memlekette medyanın hırsı yöneticileri sayesinde… Gazeteler iyi polis kötü polis oyununu oynadı… Aynı grubun bir gazetesinde bel altı manşetler yapılırken diğerinde övücü cümleler gündemdeydi. Adına da “Editoryal bağımsızlık” deniliyordu güya…
Medya patronları “Gazeteci onlar ben karışmıyorum” derken kurum kurum kurumlanan biz gazeteciler de biliyorduk aslında işin aslını… Kimse kimseyi kandırmasın. Gazeteciliği biz bu hale getirdik… O gün baş kaldırsaydık eğer bugün iktidara karşı daha dik durabilirdik kanımca…
*
Biz de temizleniyoruz… Asıl nokta bu temizliği başkalarına bırakmamakta… Kendimize dönüp bakmamız gerektiğinin çokça farkındayız. Her ne kadar mevcut iktidar geçmiş yıllarda kişisel yaşanmışlıkların verdiği öfkeyle, rövanşist bir tavırla, artık ne derseniz deyin, özellikle bazı gazetecileri hedef alarak işimizi hiç ama hiç kolaylaştırmıyorsa da…
Çıkacağız bir düzlüğe… Mecburuz…
“O ne dedi bu ne dedi?” çılgınlığından uzaklaşıp, şöyle durup bir kendimize baksak… Fark edeceğiz gücümüzü… Sonrası mı?
Sonrası inanın daha kolay olacak.
Balçiçek İlter/Gazete Habertürk
İnsan işinden kovulunca ne hisseder?
Gazetecilik açısından anlatabilirim ancak…
Önce bir şaşkınlık, ardından nereye yönelteceğiniz bilemediğiniz bir öfke…
“Ama ben yıllarımı verdim” tavrıyla gelen hayal kırıklığı…
İstenmeyen adam ilan edilmenin yarattığı eziklik…
Ve en fenası sonda gelir…
Demek ki yazılarımı okumuyorlar…
Her ne kadar günümüzde anlı şanlı gazeteciler hükümetin baskısıyla, kraldan çok kralcı tavırla gönderilmeyi bir onur olarak kabul etse dahi, içlerinde bir yerde mutlaka aynı yargı, “Okunmuyor muyum?” sorusunun getirdiği korku mutlaka vardır, eminim.
İtilmişlik hissi, oyunun dışına çıkarılmanın yarattığı endişe…
Birkaç gün önce gazeteci-yazar Haluk Şahin ile sohbet ederken hiç de yanılmadığımı gördüm… Aynı hislere o da kapılmış. Kapılmış ama sonrasında dedi: “Bir de fark ediyorsun ki aslında öyle değil. Aslında seni okuyan var, senin fikirlerine önem veren var ve az ya da çok senin gibi düşünen de var…”
*
Gazeteciliğin ilginç bir dönemden geçtiğini kabul etmemek mümkün değil. Üstelik siyasi iktidar, hatta bizzat Başbakan demeçleriyle bu ilginç dönemi daha da yaşanılmaz hale getirebiliyor… “25 kuruşa simit” açıklaması kanımı dondurdu örneğin… Kendimize çeki düzen vermesi beklenen bizler, biz gazeteciler, elimizi ayağımızı nereye koyacağımızı bilemezken, bir de demokrasi kantarının endazesiyle baş başa kalınca afalladık tabii…
25 kuruşa yoksa örneğin acaba kaç kuruşa var ki? Şimdi diyeceksiniz “Niye böylesine paniğe kapılıyorsunuz, niye böylesine endişe duyuyorsunuz?”
Cevabı o kadar basit ki…
Başkalarının kağıtlarına yazıyoruz da ondan!
Kendi kağıtlarına yazarken bile, daha o kağıtlar basılmadan toplatılan, yazarının, bir meslektaşın hapiste olduğu şu günlerde başkalarının kağıtlarına yazmak ne kadar zor biliyor musunuz?
Kimse oturduğu yerden ahkam kesmesin!
Bazen ben de sosyal medyada saldırılara uğruyorum…
Ne satılık kalemliğim kalıyor, ne de yandaşlığım…
Biraz içten olduklarına inansam, biraz duruşlarına tavırlarına saygı duysam ciddiye alacağım… Neresinden tutayım ki…
Bugün “Gazetecilik öldü, muhalif tek bir ses bile çıkmıyor!” tarzındaki gidişatta en suçsuz medya patronlarıdır kanımca… Şaşırdınız mı? Şaşırmayın.
İşadamı, işini gücünü, kazandığı parayı düşünür.
Ve biz bugün iktidar gücünün gazeteci üzerindeki baskısından şikayet ediyorsak, iktidar kadar biz de suçluyuz diye düşünüyorum…
90’lı yıllarda medya bir taraftan kendini geliştirip, söylenmemişleri yüksek sesle dile getirir, dokunulmayanlara dokunur hale gelirken bir taraftan da siyasetin üzerinde baskı kurmaya çalışıyordu. Bugün hala medyanın görünür gazetecilerinin geçmişte siyasilerle yaptığı telefon konuşmaları hala akıllarda…
Hükümet kurmaya da kalktık, bozmaya da…
Bakanlar atıldı, bakanlar düşürüldü bu memlekette medyanın hırsı yöneticileri sayesinde… Gazeteler iyi polis kötü polis oyununu oynadı… Aynı grubun bir gazetesinde bel altı manşetler yapılırken diğerinde övücü cümleler gündemdeydi. Adına da “Editoryal bağımsızlık” deniliyordu güya…
Medya patronları “Gazeteci onlar ben karışmıyorum” derken kurum kurum kurumlanan biz gazeteciler de biliyorduk aslında işin aslını… Kimse kimseyi kandırmasın. Gazeteciliği biz bu hale getirdik… O gün baş kaldırsaydık eğer bugün iktidara karşı daha dik durabilirdik kanımca…
*
Biz de temizleniyoruz… Asıl nokta bu temizliği başkalarına bırakmamakta… Kendimize dönüp bakmamız gerektiğinin çokça farkındayız. Her ne kadar mevcut iktidar geçmiş yıllarda kişisel yaşanmışlıkların verdiği öfkeyle, rövanşist bir tavırla, artık ne derseniz deyin, özellikle bazı gazetecileri hedef alarak işimizi hiç ama hiç kolaylaştırmıyorsa da…
Çıkacağız bir düzlüğe… Mecburuz…
“O ne dedi bu ne dedi?” çılgınlığından uzaklaşıp, şöyle durup bir kendimize baksak… Fark edeceğiz gücümüzü… Sonrası mı?
Sonrası inanın daha kolay olacak.
Balçiçek İlter/Gazete Habertürk