'O PİTİ PİTİ KARAMELA SEPETİ' HEYECANINDAKİ KALEM SAHİBİ BİR ARKADAŞIMIZ!

Rasim Ozan Kütahyalı'nın "Yeni Türkiye'de NTV'ye yer yok' demesini eleştiren Star yazarı Elif Çakır, Kütahyalı'nın NTV yazılarıyla dalga geçti.

İşte Star yazarı Elif Çakır’ın bugünkü köşe yazısı..

Medyada kimlere yer yok

Siyasi gündemin harareti yüksek ama ben bugün NTV’de olup bitenler ve Milliyet-Vatan gazetelerinin yeni sahipleri arasında süren tatsız hadiselerden hareketle “yeni dönemde medya” tartışmasına girmek istiyorum.
NTV’de Ruşen Çakır’ın Yazı İşleri programının bitmesinin ardından Banu Güven’in de ayrılması, “medya üzerinde siyasi baskı” hadisesi olarak köpürtülmeye çalışıldı.

Evet, Türkiye kabuk değiştiriyor ve geçmiş dönemdeki medya-siyaset-yargı sacayağı bozuldu. Yakın tarihteki medyanın yanlış ilişkilerini başta Mehmet Ali Birand olmak üzere vicdan sahibi yazar ve medya yöneticileri dile getirdi.

***

Fakat merkez medya (hadi daha da özelleştirelim: Doğan medyası) dediğimiz grup, medya etiği tartışmaları karşısında sürekli olarak “medya üzerinde baskı var” teranesi tutturdu gidiyor.

Ancak, özellikle geçen hafta okuduğum (adeta medya baskısı var diyenleri haklı çıkaracak türden) bazı yorumlar vardı ki, beni bu yazıyı yazmaya sevketti.

“O piti piti karamele sepeti” heyecanındaki kalem sahibi bir arkadaşımız, “sana da yer yok, sana da yer yok” şeklinde parmak sallıyordu köşesinden... Medya mühendisliğine soyunmuştu neredeyse...O heyecanla “Yeni Türkiye’de NTV gibi yapılara yer yok” diyecek kadar ileri gitti.

Bir medya etiği tartışması yaparken, “yeni dönemde size yer yok” tarzındaki yaklaşımları hiç doğru bulmuyorum. Her fikrin medyası olmalı ve fikrini rahatlıkla dile getirebilmeli.

Yoksa, “yeni Türkiye”nin, eski Türkiye’den ne farkı kalır!

Eski Türkiye’de de bizim gibilere yer olmadığını düşünüyorlardı.

Bu doğru muydu?

Tabi ki hayır.

Peki yeni Türkiye’de yine “birilerine yer yok” dersek, bu nasıl hakkaniyetli bir yaklaşım olabilir?

Aslolan, “yeni Türkiye”de herkesin söz hakkının diğerleri tarafından da sonuna kadar savunulması gerektiğidir. Hani Voltaire’nin meşhur ifadesindeki gibi: “Fikrinize katılmıyorum ama fikrinizi özgürce savunabilmeniz için canımı bile veririm.”

Yoksa, eskilerle yenilerin yer değiştirdiği ve tıpkı eski dönemdeki gibi, yenilerin eskilere dönüp “yeni Türkiye’de sizin yeriniz yok” dediği bir sistemi kimse arzulamıyor (sayıları az da olsa arzulayanların olduğunu göz ardı etmiyorum).

***

Evet, Türkiye’nin yakın tarihi, medyanın, bünyesindeki hastalığı tüm topluma yaymaya çalıştığı dramatik örneklerle doludur.

Başta medya patronları olmak üzere, yazarlarına kadar varan kirli ilişkiler yumağı, siyaseti, yargıyı, askeri, devletin bütün temel kurumlarını hasta etmiştir.

Kendileri kirli olanlar, temiz bir siyaset, temiz bir toplum, temiz bir ülke ülküsüne hizmet edemezler. Medyada bence bundan sonra titizlenilmesi gereken en önemli husus budur.

Radyo ve Televizyon Kanununa göre, taciz, evrakta sahtecilik, dolandırıcılık gibi suçlardan mahkum olan şahıslar, radyo ve televizyon kuruluşlarında hissedar ve yönetici olarak görev yapamazlar.

Oysa Türkiye’de bu işler kolaylıkla oluyor. Bu grup, görsel ve yazılı medyada ciddi bir yer ediniyor.

Maxwell’lerden Murdoch’lara kadar, yazılı ve görsel medyanın patronlarına ilişkin ciddi tartışmalar yaşandı günümüze kadar dünyada.

Dünyadaki tartışmaları hiç ülkemize taşıyamadık. Ülkemizdeki durumun diğerlerinden çok daha hastalıklı olduğunu bildiğimiz halde. (Toplumumuzun bugünkü cinnet halinde medyanın büyük rolü olduğuna inananlardanım.)

Bu nedenle, yeni Türkiye’de medyayı üzerindeki siyasi baskıdan çok, medya etiği üzerinde konuşmamız gerekiyor, hem de herkesten çok.

Siyasi baskı aşılır, bu zor değil.

Bu halk da, emin olun alay konusu ettiğiniz gibi aptal değil...