"O GECE NÜKHET İPEKÇİ'NİN KUCAĞINDAKİ GÖMLEK HALA SICAKTI, KANIYORDU!.." CAN DÜNDAR YAZDI!..

Nükhet İpekçi pazartesi gecesi NTV´ye bir el valiziyle geldi. Ertesi gün Milliyet´in manşetine yerleşen "Abdi İpekçi´nin son gömleği" o valizin içindeydi.

Vicdan müzesi


Nükhet İpekçi pazartesi gecesi NTV´ye bir el valiziyle geldi. Ertesi gün Milliyet´in manşetine yerleşen "Abdi İpekçi´nin son gömleği" o valizin içindeydi.
Gömleğin üzerine bir kayıt fişi tutturulmuştu:
"Abdi İpekçi´nin üzerinden çıkan eşyalar" yazılıydı üzerinde...
Gömlekteki kurşun delikleri, kurumuş kan izleri hiçbir dizide, filmde, romanda yansıtılamayacak kadar gerçekti.
Gömlek, 30 senedir, Nükhet İpekçi´nin çalışma odasındaki kutunun içinde duruyormuş.
Her gün onunla yaşamış; ama acısını kine dönüştürmeden; tersine, o acıyla pişerek... piştikçe bir bilgeye dönüşerek...
Babasının uzlaşmacı mirasını bugünlere taşıyıp akıl almaz bir olgunlukla öfkesini değil, adalet talebini dillendirerek...
Son derece sakin bir ses tonuyla, katillerden kahraman yaratmaya çalışanlara kendi dillerinden seslendi Nükhet İpekçi:
"Şov mu istiyorsunuz? Öyle olmaz böyle olur: Alın size şov!"
* * *
Yayından sonra arayan Halil Ergün, Nükhet İpekçi´nin elinde babasının gömleğiyle konuşmasını "tarihi bir durak, bir dönüm noktası, yeni bir dönemin başlangıcı" diye niteledi ve "derin devlet"i tartışan Türkiye´ye "Şimdi derin vicdana ihtiyacımız var" dedi.
Dünkü Milliyet´te de, bir dönemin kurban aydınlarından artakalan eşyalardan bir "vicdan müzesi" kurulması öneriliyordu.
Düşünsenize:
Uğur Mumcu´nun parçalanmış gözlüğü...
Metin Göktepe´nin fotoğraf makinesi...
Ümit Kaftancıoğlu´nun kurşunlanmış basın kartı...
Hrant Dink´in delik ayakkabısı...
Ve her bir eşyanın altındaki levhalarda o eşyalara ve sahiplerine dair açıklamalar, hatırlatmalar...
* * *
Berlin´deki "Soykırım Müzesi"ni gezerken hissetmiştim sergilenmiş yaraların ağırlığını...
Lakin yaraların "müzelik" olabilmesi için, evvela kapanması lazım...
Almanlar, tarihleriyle hesaplaştıktan, soykırım sorumlularını yargıladıktan, Yahudilerden özür diledikten sonra, bir müzede teşhir edebilmişlerdi yaşananları...
Oysa o gece Nükhet İpekçi´nin kucağındaki gömlek hâlâ sıcaktı, kanıyordu.
Katiller bulunmamış, bulunanlar cezalandırılmamış, arkadaki örgüt ortaya çıkarılmamış, hesap sorulmamıştı.
Sabahattin Ali´nin kızı Filiz Ali, programdan sonra yolladığı mesajda "Benim babamın ölümüne neden olanlar çoktan öldüler, ama o kan emici kafa yapısı ölmedi" diyordu.
Doğan Öz mü?
Eşi Sezen Öz´ün, trajik bir dil alışkanlığıyla "bizim katil" diye bahsettiği adam, devlete ihaleyle petrol satmıştı yıllar yılı...
7 TİP´li gencin katledilmesi emrini veren adama devlet, resmi pasaport ve "milli görev" vermişti 12 Eylül´de...
Çoğu aydının katili bulunmamıştı bile...
Dahası da var:
Bazı analar, bırakın müzeye bağışlayacak bir kanlı gömleği, katledilen oğullarının cesedini bile bulamadı bu ülkede...
Müzeden önce onlara bir mezarlık "hediye etmek" gerekmez mi?
* * *
Galiba ancak gerçek katillerle onları yönlendirenler ortaya çıkarılıp mahkûm edilince, devlet bir dönem bunlara göz yumduğu, hatta teşvik ettiği için özür dileyince ve bu kan kaybı tamamen sona erince o gömlekler, gözlükler, kalemler, pabuçlar kutulanıp "maziden acı birer anı" olarak "vicdan müzesi"ne teslim edilebilecek.
O güne dek, eski kurşun deliklerinden taze kan sızmaya devam edecek.


Can Dündar/Milliyet