O GAZETECİLERİ SEVMESENİZ DE OLUR!

Milliyet yazarı Kadri Gürsel, bu hafta hakim karşısına çıkacak tutuklu gazetecilere dikkat çekti..

O gazetecileri sevmeseniz de olur

Bu hafta İstanbul’daki Çağlayan Adliyesi’nde terör örgütü üyesi olmakla suçlanan gazetecilerin yargılandığı iki önemli davanın duruşmaları var.

Biri bugün; KCK’lı olmakla suçlanan Kürt gazeteciler davasının ilk duruşması yapılacak.
2011’in aralık ayında Özgür Gündem gazetesi, Dicle Haber Ajansı, Demokratik Modernite dergisi, Etik Ajans ve Fırat Dağıtım mensubu 49 gazeteci ve basın çalışanı toplu olarak gözaltına alınmış ve bunlardan 36’sı tutuklanmıştı.

Davada işte bu süpürme operasyonuna hedef olanlar yargılanıyor. 36’sı tutuklu, toplam 44 sanık.
Diğer duruşma da OdaTV davasının. Cuma günü.
13 sanıklı davada beş tutuklu kaldı. Tutuklulardan dördü gazeteci: Soner Yalçın, Yalçın Küçük, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan. Gazeteci olmayan da Hanefi Avcı, biliyorsunuz.
Bu her iki davada yargılanan gazeteciler çok farklı dünya görüşlerine sahipler.
Ama bir ortak özellikleri var: Türkiye’yi yöneten zihniyetin tahammül edemediği haber ve yazılara imza atmış olmak.
Ve ilk cümlede de belirttiğim gibi bu ortak durum, kendilerine aynı suçun isnat edilmesine neden olmuş: Terör örgütü üyeliği veya yöneticiliği...

KCK ve OdaTV davalarının iddianamelerinde, sanıkların teröristliğine dair gösterilen başlıca delillerin de bir ortak özelliği var: Haberler, yazılar ve gazetecilerin bunlara ilişkin birlikte yürüttükleri ön çalışmalar... Kısacası, gazetecilik faaliyeti, terör örgütü üyeliğinin delili olarak sunuluyor.

Diğer taraftan, KCK üyesi olmakla suçlanan gazetecilerin Kürt hareketine yakınlıkları ve bu bakış açısının gündemiyle habercilik yapmış oldukları sır değil. Ancak, temel kurallara bağlı kalmak koşuluyla siyasi gazetecilik yapmak da yasak değil.

OdaTV davasındaki tutuklu gazetecilerin hayli sert bir AKP ve Cemaat karşıtı yayın politikası izlemiş oldukları da malum.
Dahası bu iki davada yargılananların gazetecilik anlayış ve tarzını sorunlu bulup eleştirebilirsiniz...
Ama bu gazetecilere reva görülenleri tasvip etmeye hukuk ve vicdan dairesinde kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum.
Bu davalarda yargılanan sanıkları yaptıkları gazetecilik nedeniyle sevmeyenlere ve bu insanların mağduriyetlerini bu nedenle önemsemeyenlere bir çift sözüm var.
Siz, bu davalarda sadece sanıkların mı yargılandığını sanıyorsunuz?
Öyle sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.
Bu davalar, Türkiye’deki yargı, hukuk ve demokrasi standartlarını tayin ediyorlar.
Sanıkları seversiniz, sevmezsiniz...
Ama kendinizi ve ülkenizi seviyorsanız, kaliteli bir ülkede yaşamak istiyorsanız, bu sanıkların neyle suçlandığını ve nasıl yargılandığını dert edinmelisiniz.
Çünkü bu davalarda gazetecilik yargılanıyor.
İddianameleri okuyunca başka bir sonuca varmak mümkün değil.
Mesela KCK’lı olmakla suçlanan gazeteciler hakkındaki iddianame... Muktedirlerin tasvip etmediği bir habercilik faaliyeti, “provokasyon”, “propaganda”, “itibarsızlaştırma”, “örgüt çıkarlarına hizmet etme” gibi sorunlu ve sübjektif suç kavramlarıyla kriminalize ediliyor.
Gazetecilik faaliyetinin “terörizm” olarak yaftalanması basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırıdır.
Ya da OdaTV davası... Savunma, “suç delilleri”nin sanık bilgisayarlarına e-posta ile gönderilen zararlı yazılımlar vasıtasıyla yerleştirildiğini söylüyordu...

TÜBİTAK, raporunda ilgili bilgisayarlarda zararlı yazılımlar bulunduğunu teyit etti.
Şimdi savunma, sanık bilgisayarlarında bulunan söz konusu dijital delillerin bu bilgisayarlarda oluşturulmadığının, değiştirilmediğinin ve bunlara erişim sağlanmadığının TÜBİTAK raporuyla sabit olduğuna dikkat çekiyor. Ancak bu dokümanlar bilgisayarlarda silinmiş vaziyette tespit edilmişlerdi.
Ve bu nedenle savunma soruyor: O halde bu delilleri bilgisayarlara yükleyen ve silenler kimlerdir?
Velhasıl, iktidarın hoşlanmadığı gazetecilerden basın özgürlüğünün esirgendiği bir ülkede aslında iktidar yanlısı gazeteciler de özgür değildir. Tıpkı bugün olduğu gibi...
Böyle bir ülkede demokrasinin yerleştiği, geliştiği iddia edilemez.
Bu haftaki duruşmalara bir de bu gözle baksanız...

Kadri Gürsel/Milliyet