"O BİR YAZAR VEYA KALEMŞOR DEĞİL; O BİR GERİLLA, BİR KARAKTER SUİKASTÇİSİ!"

Ahmet Hakan "tamam bitiriyorum" dedi ama Fehmi Koru'nun elinden kurtulamadı. Koru ağır sözlerle vurdu.

Aydın Doğan medyadan gitmeli mi?

Eskiden iddia sahibi gerçekten 'iddiasının sahibi' idi; bir konu hakkında tez ileri sürdü mü, onu haklı çıkarmak için sonuna kadar giderdi. "Bunları sen yazmadın mı?" diye sorardı eski yazılardan iddiasını doğrulayacak cümleler bularak; tezini karşı tarafa da kabul ettirmek için sonuna kadar kovalardı.

Şimdi öyle olmuyor. Diyelim, yazılarım üzerinden bir tez geliştiren, bunu dayandırmak için herhangi bir zahmete girmiyor; bırakın eski yazılarımı kurcalamayı, hakkında kalem oynattığı yeni yazılarımı bile bu amaçla harmanlamayı aklından geçirmiyor.

Geçirmiyor, çünkü tezini doğrulayacak bir malzemesi olmadığını en iyi kendisi biliyor. O bir yazar veya iddia sahibi bir kalemşor değil; o bir gerilla, kalemiyle karşı tarafa verebileceği en büyük zararı zorlamaya çalışan bir karakter suikastçısı... Tırnak içinde cümleler aktarmak onun neyine, tartışmaktan vazgeçtiğini ilân ederken bile benimle hiç ilgisi olmayan yeni tezler ortaya atmaktan geri durmuyor. Nasıl olsa köşesi var ve onun köşesini okuyanlar benim ne cevap verdiğimi hiçbir zaman bilemeyecekler...

Ülkemizin en büyük medya patronunu bugünkü hiç de hoş olmayan haline işte bu yöntemleri siyaset alanına taşıyarak getirdiler. "Bizim kurşunlarımıza kimse dayanamaz patron" dediler, "Bir taarruza geçtik mi, önünde diz çöktürürüz alimallah" diye üfürdüler; bir ara "Bu iktidarın politikaları sayesinde on kat büyüdüm" türü lâflar eden patronları, o dolduruşlarla bir biçimde irtibatlı hatalı işlemler yüzünden zor durumda bugün... Grubun amiral gemisinden ismini sildirtmek zorunda kaldı; daha ne diyeyim...

Ben bunları dedikçe "Bak, medya üzerinde iktidar baskısı olduğunu itiraf ediyor" çarpıtmacasına başvuran yazar şimdi niyet okuma ekzersizleri yapıyor. Tezi doğruymuş da, ben, başbakandan azar işitirim korkusuyla inkâr yoluna sapıyormuşum...

İyi de, başbakandan azar işitmek neden benim için ar olsun? Tam tersine, kimbilir kaç kez burada, "Gazetecinin yanağında öpücük olanı değil, tokat izi olanı makbuldür" diye yazmadım mı? Turgut Özal'dan başlayarak gelmiş geçmiş en az yarım düzine başbakanın tokat izi var yanağımda; hepsi de iftihar vesilem olan...

Anlayamadıkları gerçek şu: Başkaları ne düşünürse düşünsün, ben, Aydın Doğan'ın sahibi olduğu gazeteler ve televizyonların varlığını sürdürmesini istiyorum; hem de Aydın Doğan'ın elinde... Medyanın birbirinin kopyası gazeteler ve kanallara dönüşmesini de asla doğru bulmuyorum. Çok-sesli olmaktan uzaklaşan medyanın görevini yerine getiremeyeceğini bilecek ve bunu istemeyecek kadar mesleğimi seviyorum.

Sorunun temelinde, taa 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra oluşmuş ve artık köhnemiş bir 'sahte şeyhlik' düzeni yatıyor. 27 Mayıs sonrasında darbecilerin çıkmasına ön ayak olduğu sahte bir gazetede toplaşan bir kadro, ya kendileri ya da el verdikleri müritleri aracılığıyla, bugün de gazete yönetimlerine ve köşelerine hâkimiyetlerini sürdürüyor.

Gerçekleşen bütün darbelere verdikleri desteklerle aynı 'sahte şeyhler' demokrasimizin özürlü kalmasını sağladılar. Bugün de her doğru ve güzel işe hep aynı tipler karşı çıkıyor. Medyayı patronlarının çıkarlarına göre konuşlandıranlar ve verdikleri akıllarla patronları baştan çıkaranlar da onlar zaten...

Artık sona ermesini beklediğim işte bu çarpık düzen; yoksa bir çarpık düzenin yerini diğerinin almasını asla arzulamıyorum.

Böyle bir gelişme yaşanıyorsa, şikâyete hiç hakları yok; zira sebep yine kendileri...

Fehmi Koru/Yeni Şafak