O BAŞLIK GAZETECİLİKTEKİ İLK GÜNLERİNE GÖTÜRDÜ!

Yılmaz Özdil bugünkü yazısında gazetecilikteki eski günlerini kaleme aldı.

Sınıra sevkıyat devam ediyor

Gazeteciliğe başladığım dönemlerde, henüz medyum sektörü gelişmemişti. Şopar ablaların mendilde baktığı bakla falı seviyesindeydik. Tarot’tan filan kimsenin haberi yoktu. Bi gün, yazı işleri müdürüm yanına çağırdı, bundan böyle burç’ları sen yazacaksın dedi. Doğrusu hiç şaşırmadım... Medyum değildim ama, bu tür angaryaların çömezlere kakalandığını bilecek kadar astrolog’dum.
*

Gündüz habere koşuyor, akşam mesai bitiminde, benim gibi çömez bi arkadaşımla beraber oturuyorduk bilgisayar başına... O arkadaşımın babası doktordu. O nedenle “Profesör Susan Steward” olma görevi ona verilmişti. Susan Steward’ın kim olduğunu bilmiyorduk ama, profesör olmadığını, yabancı dergiden araklanıp, köşe yazısına monte edilen sarışın bi gözlük mankeni olduğunu biliyorduk en azından... Çünkü gazetem vizyon sahibiydi, “Profesör Mehmet Öz sektörü”nün getirdiği tirajı ilk keşfedenlerdendi. “Fındık yiyin, ıspanak suyu için, amuda kalkın” gibi sağlık tavsiyelerini, babasına danışarak, o arkadaşım yazıyordu.

*

Aslına bakarsanız, isimsiz-sıfatsız yazılan burç’ların bana verilmesine şükrediyordum... Bi başka çömez arkadaşıma, at yarışı tahminleri için “Beyaz Yele” olma görevi verilmişti.

*

Neyse... Hangisi yengeç’tir, hangisi terazi’dir, gününe ayına bakmadan, Allah ne verdiyse döşeniyordum. “Negatif ilişkilerden uzak durun, bugün bi sürprizle karşılaşacaksınız, kıskanılıyorsunuz, Jüpiter’in etkisine dikkat” filan... Oğlak olduğum için, öyle bi oğlak yazıyordum, aklınız durur. Herkes oğlak olmak istiyordu. Müdür balık’tı... Ne karaktersizliği kaldı balık’ın, ne cimriliği, cinsel sorunları olduğunu yazıyordum. Meğer okuyormuş... Bi akşam üstüme saldırdı, kendi kaderimizle oynamamak için, mecburen değiştirdik balık’ın kaderini.

*

İki sene kadar yazdım burçları, sonra yeni bi sektör gelişti, altı ay kadar rüya işine girdim, para görmek iyidir, fatura görmek üç vakte kadar falan... Neticede, altıma yeni çömezler geldi, çayda dem meslekte kıdem, kurtuldum, yazı işlerine, yurt haberleri sayfalarına geçtim.

*

Müdür gene çağırdı bi gün, sınıra sevkıyat devam ediyor, detaylarını yaz, manşete koy, birinci sayfadan anonslayacağız dedi. Bilgileri kimden alayım abi dedim. Ne bilgisi lan dedi, sınıra sevkıyat işte! Ters adamdı rahmetli. Tırsıyoruz haliyle. Oturdum yazdım. Sanırım, basın tarihindeki ilk, “hangi sınır olduğu belirsiz” sınıra sevkıyat haberi oydu. Güzergah yok. Sadece tankları ve askerleri gönderdim. Konvoy lafını bi yerden duymuştum, göndermişken konvoy halinde gönderdim. Öyle şahane göndermişim ki, birinci sayfaya bile manşet yaptılar.

*

Ve, dün açtım gazeteleri...
Sınıra sevkıyat devam ediyor!

*

Adana-Pozantı yolunun bilmem kaçıncı kilometresindeki onarım çalışması gibi...
Hiç bitmiyor.

*

O zamandan bu zamana, en az yetmiş beş bin kere filan “sınıra sevkıyat devam ediyor” başlığı atıldığına göre... Kaba hesap, dört milyon tank, otuz üç milyon askerimiz yığılmıştır sınıra.

*

Aman diim...
Negatif ilişkilerden uzak durun.
Jüpiter’in etkisine dikkat.

Yılmaz Özdil/Hürriyet