O anne, Balçiçek İlter'e konuştu: Canavar değilim oğlum beni çağırıyor!
Türkiye, Müge öğretmeni 2 aylık bebeğini evde bırakıp açlıktan ölümüne yol açan 'canavar anne' olarak tanıdı... O ise her şeyi Türkiye Gazetesi'nden Balçiçek İlter'e anlattı.
İşte o röportaj...
Canavar Anne 2 aylık bebeğini ölüme terk etti...Haberi okuduğumda kanım çekilmişti ne yalan söyleyeyim..
Bugün aynı cümleyi yazarken yine aynı hisse kapıldım... Anne kelimesi öyle kutsal öyle özel ki 'canavar' kelimesi yakışmıyor, nasıl 'bebek' ile 'ölüm' yan yana olmuyorsa...
Ama başlıklar öyleydi işte...
Haber mi?
'Kocaeli'nin Gölcük İlçesi'ndeki bir ilkokulda sınıf öğretmenliği yapan 34 yaşındaki S.M.D., iddiaya göre 2 aylık erkek bebeğini evde tek başına bıraktıktan sonra 9 günlük bayram tatilini geçirmek üzere memleketi Hatay'a gitti. Tatil dönüşü, açlık ve susuzluktan ölen bebeğini hareketsiz olduğu gerekçesiyle hastaneye götüren öğretmen S.M.D, doktorların durumu polise bildirmesi üzerine gözaltına alındı. S.M.D, sevk edildiği mahkeme tarafından tutuklandı.
Hem öğretmen, hem sarışın, hem yakalandığında kırmızı bir pantolon giyiyordu... Hem de evlilik dışı oğlunu bırakıp tatile gitmiş... Eee daha ne olsun? Haberin bütün unsurları tamam!! Tam da olayın üzerine balıklama atladık... Hepimiz... Oysa çok büyük bir eksik vardı...
O annenin ne dediği, ne düşündüğünü bilmiyorduk... Gerçekten de oğlunu bırakmış mıydı? Nasıl bir ruh halindeydi? Önemsemedik... Bebeğinin cenazesine gitme isteğini bile garipsedik, ayıpladık.
*
Uzunca bir salonda yan yana dizilmiş masalardan birinde kaloriferin dibine doğru oturuyordu... Üzerinde siyah bir pantolon mavi yakası fırfırlı bir gömlek ve yüksek topuklu siyah rugan ayakkabılar... Saçlarının rengini görünce görevli memura döndüm, 'o mu?' 'Evet' diye başına salladı, 'Daha önce simsiyahtı saçları, şimdi kahverengi yaptı' diye anlattı. Beni görünce ayağa kalktı. İncecik elini uzattı. Güzeldi, narin bir fiziği vardı, alt çenesi titriyordu, ha ağladı ha ağlayacak... Elini tuttum, oturduk...
'Seçil mi Müge mi?' diye sordum. 'Müge' dedi gözlerini kaldırmadan... Gözlerini bakımlı ellerine, uzun tırnaklarına dikmişti... Bir süre ben de sessiz kaldım. Neden sonra ben kendimden bahsetmeye başladım.
Anlattım, anlattı, o benim hikayemi, ben onunkini dinledim...
Yaklaşık 2,5 saat baş başa konuştuk...
Kimle mi? Canavar anne ile, siz onu öyle tanıyorsunuz...
Ama bilmiyorsunuz... Bilmiyorduk...
Ayrılırken ayakta karşı karşıya durduk... Elleri ellerimde...
'Niye kabul ettin benimle konuşmayı' diye sordum... '
'Niye ilk gelişimde konuşmak istemedin de, bugün için evet dedin? Ne yazmamı istiyorsun?'
İlk 'merhaba'mızdan sonraki ikinci göz temasıydı... Göz göze geldik....
'Canavar anne değilim ben' dedi... 'Sadece bunu bile yazsan olur!'
Müge görevli memurla birlikte demir parmaklıklara doğru ilerlerken, arkasından uzun uzun baktım... İçim yine buz kesmişti... Bu sefer sadece can veren küçük Berk için değil, hayatı çalınmış genç bir kadın için...
İlk göz temasımız mı?
Anlatacağım... Her şeyi anlatacağım...
*
Müge ile tanışıncaya kadar hakkında herkesin bildiğinden fazla bilgiye sahip değildim. Gölcük'te bir ilkokulda sınıf öğretmeni olarak görev yapan genç kadın iddiaya göre, bir polis memuru ile ilişkiye girmiş ve bu ilişkiden bir erkek bebek doğurmuştu. Kurban Bayramı öncesi bebeğini evde bırakarak 9 günlüğüne Adana'daki yakınlarının yanına tatile gitmişti. Döndüğünde bebeğini evde ölü bulmuş ama ne hikmetse ölü bebeğe mama hazırlamış ve ölmeye bıraktığı bebeği hastaneye yetiştirmeye çalışmıştı... Lohusa sendromu, akli dengesizlik, psikopatlık, aklınıza ne gelirse ekranlardan tartışıldı... Ama ne yalan söyleyeyim aklımı kurcalayan noktalar vardı... Sanırım bir gazetede okuduğum, 'S.M.D.'nin daha önce evlenip boşandığı öğrenilirken, bebeğin babası olduğu öne sürülen Adana'da Çevik Kuvvet ekibinde görevli bir polis memurunun kimliği ile ilgili açıklama yapılmadı' cümlesi beni daha sağlıklı düşünmeye itti. Adam neredeydi? Yani baba? Niye kimliği açıklanmadı örneğin? Ama kadının daha önce evlenip boşandığı bile negatif olarak yazılabiliyordu. Sonrasında baba ortaya çıktı, 'Babası ben değilim, başkalarıyla da ilişkisi var' dedi, ardından testler yapıldı va baba 'ben değilim' diyen çıktı...
Önce kısa bir bilgi... 35 yaşında Müge, Hatay Dörtyol'lu, anne-baba öğretmen, bir yaş küçük kız kardeşi doktor, üç yaş büyük ağabeyi polis. Müge doktor olmanın hayalini çok kurmuş. Hatta Bakü'de tıp okumaya gitmiş ama oralarda yapamamış, iki yıl kalmış Rusça öğrenmiş ve dönmüş. Ardından Adana öğretmen lisesinde okumuş. İngilizce öğretmenliği hayali kurarken kendini Kars'ın bir köyünde sınıf öğretmeni olarak bulmuş... 25 öğretmenle aynı lojmanı paylaştığı küçücük bir köyde...
*
Geri kalan tüm hikâyeyi zaten Müge'nin verdiği cevaplardan okuyacaksınız... Haklı mıdır değil midir? O mu bıraktı bebeği başkasına mı emanet etti, bütün bu sorulara kesin bir cevabım yok... Üstelik dava dosyasında gizlilik kararı olduğu için bebeği emanet ettiğini söylediği ismi Savcılık çağırdı mı çağırmadı mı, serbest bıraktı mı, tutukladı mı açıklayamıyorum... Müge'nin Adli Tıp'taki psikolojik değerlendirmesinin içeriğini de aktaramıyorum.... Savcılıktaki dosyayı niye avukatının bile göremediğine hiç anlam veremiyorum... Tam bu arada savcılığın hazırladığı iddianamenin nasıl olup da basına sızdığını hiç anlamış değilim... Avukatı dahi ulaşamıyorken üstelik.... Ama sızan bilgilerden anlıyoruz ki küçük Berk 7- 8 gün sonra ölmüş. Konuştuğum uzmanlar o yaştaki bebeğin kendi başına o kadar dayanamayacağı yönünde fikir beyan ediyorlar....
Dolayısıyla soru çok, cevaplar az...
Dosya gizli...
Benim elimde ise geçen cumartesi görüştüğüm Müge'nin anlattıkları var.
Bir de soru...
Berk'in babası nerede? Sahi niye hiç sesi çıkmıyor ve niye sorumluluk almıyor?
Peki konuyla ilgili benim düşüncem nedir?
Siz önce röportajı okuyun, ardından hepsini konuşuruz...
Karanlıktan korkarım
-İçine kapanık, sakin biri dediler senin için...
-Kendi hâlimde, kimseye kötülüğü dokunmayan biriyim ben. Tek başıma kalmayı hiç sevmem. Etrafım kalabalık olsun isterim. Karanlıktan da korkarım...
-Neden? Ne korkutuyor karanlıkta seni?
-Bilmiyorum. Küçükken havale geçirmişim. Biraz narin bir yapım var. Yalnızlığı hiç sevmem ama hep yalnız kaldım ben. (Ağlıyor) Uyurken bile kapıları açık bırakırım.
-Çalıştığın okulda hakkında bir sürü şikâyet olmuş...
-Çok uğraştılar benle çok... O yüzden hiç sevmedim mesleğimi.
-Öğretmenliği sevmedin mi gerçekten?
-Çocukları sevdim sadece ben. Onlarla yalnızken bir problem yoktu. Ama veliler sürekli kıyafetimle saçımın rengiyle uğraştılar. Muhafazakâr bir yapısı vardı o velilerin. Kars'ta yaşamadım burada yaşadım sorun.
-Kıyafetinde ne rahatsız ediyormuş?
-Fazla sarışınmışım. Çok sarıymış. Eteklerim hep diz altıdır, onu da şikâyet ettiler. Ayrıca dekolte giymem, ama renkli giyerim. Niye kırmızı giyiyormuşum... Okul müdürü bir kaç kez çağırdı. Müfettiş 'Dikkat çekici renk giymeyin' dedi.
-Bu yüzden şikâyet etmemişler ama...
-Görüntüde eğitim yönü yetersiz, diğer okullardan geri kalıyor falan diye şikâyet ettiler ama arka planda sorun görünüşümdü. Zaten hep dile getirdiler. Ama şikâyetlerinden bir şey çıkmadı. Soruşturmalar oldu, eğitimim yetersiz değil ki...
-Peki sen şikâyette bulundun mu?
-Evet İlçe Eğitim müdürüne gittim olan biteni anlattım, beni başka yere yollayın dedim, başarılı olamadım. Okulda kız öğrenciler büyüyünce biz de sarıya boyatacağız diyorlardı. Ben de onlara önce büyüyün meslek sahibi olun, paranızı kazanın boya sonra gelir diyordum. Ama veliler...
Ölen oğlum çağırıyor beni!
-Saçların niye kahverengi şimdi?
-Önce hiç rahat değildim burada. Bir darp olayı oldu, saldırdılar bana... Sonra daha güvenli bir bölgeye alındım. Yine de rahat etmek için saç rengimi değiştirdim. Önce siyahtı, şimdi kahverengi.
-Rahat mısın peki şimdi?
-Çok daha rahatım. Ama bazen oğlum çağırıyor beni...
-Ne demek bu?
-Merdivenin başında durup aşağıya bakıyorum, kendimi bıraksam diye düşünüyorum ya da bir avuç hap bulsam... Ne zaman boşta kalsam öyle duygular geliyor. Ben de daha çok dua okuyorum, kendimi oyalamaya çalışıyorum... (Ağlıyor)
-Peki şu anda niye ağlıyorsun? Seni en çok üzen nedir?
-Niye buradayım ben? Olan bitenin suçlusu ben değilim ki... Kandırıldım, kullanıldım ve şimdi buradayım. Neden buradayım!..
-Oğlun konusunda hiç suçluluk hissetmiyor musun?
-Suçlu değilim ki... Canavar değilim ben. Oğluma çok iyi baktım. Mamasını bezini hiç bir şeyini eksik etmedim, niye görmek istemiyorsunuz? Vicdanlı ve kimseye kötülük etmek istemeyecek biriyim. Hakkımda yazılanları duydukça, bu ben değilim ki demek istiyorum. Bu ben değilim!
-Oğlunun cenazesine gitmek istemişsin...
-Daha doğal bir şey olur mu? Kokusu burnumda... Güvenlik nedeniyle izin vermediler ama (ağlıyor)
-Bebeğim, oğlum diye bahsediyorsun, niye ismini kullanmıyorsun?
-(Omuz silkerek) ne hatırlıyorum biliyor musun? Mememde uyuyakalıyordu. Emmiyordu bir türlü. Bana hastanedeki hemşire ayağının altını kaşı demişti. Ben de kaşıyordum hemen uyanıveriyordu. O da emmedi ama, sütüm de yetmedi, mama vermek zorunda kaldım.
Canavar Anne 2 aylık bebeğini ölüme terk etti...Haberi okuduğumda kanım çekilmişti ne yalan söyleyeyim..
Bugün aynı cümleyi yazarken yine aynı hisse kapıldım... Anne kelimesi öyle kutsal öyle özel ki 'canavar' kelimesi yakışmıyor, nasıl 'bebek' ile 'ölüm' yan yana olmuyorsa...
Ama başlıklar öyleydi işte...
Haber mi?
'Kocaeli'nin Gölcük İlçesi'ndeki bir ilkokulda sınıf öğretmenliği yapan 34 yaşındaki S.M.D., iddiaya göre 2 aylık erkek bebeğini evde tek başına bıraktıktan sonra 9 günlük bayram tatilini geçirmek üzere memleketi Hatay'a gitti. Tatil dönüşü, açlık ve susuzluktan ölen bebeğini hareketsiz olduğu gerekçesiyle hastaneye götüren öğretmen S.M.D, doktorların durumu polise bildirmesi üzerine gözaltına alındı. S.M.D, sevk edildiği mahkeme tarafından tutuklandı.
Hem öğretmen, hem sarışın, hem yakalandığında kırmızı bir pantolon giyiyordu... Hem de evlilik dışı oğlunu bırakıp tatile gitmiş... Eee daha ne olsun? Haberin bütün unsurları tamam!! Tam da olayın üzerine balıklama atladık... Hepimiz... Oysa çok büyük bir eksik vardı...
O annenin ne dediği, ne düşündüğünü bilmiyorduk... Gerçekten de oğlunu bırakmış mıydı? Nasıl bir ruh halindeydi? Önemsemedik... Bebeğinin cenazesine gitme isteğini bile garipsedik, ayıpladık.
*
Uzunca bir salonda yan yana dizilmiş masalardan birinde kaloriferin dibine doğru oturuyordu... Üzerinde siyah bir pantolon mavi yakası fırfırlı bir gömlek ve yüksek topuklu siyah rugan ayakkabılar... Saçlarının rengini görünce görevli memura döndüm, 'o mu?' 'Evet' diye başına salladı, 'Daha önce simsiyahtı saçları, şimdi kahverengi yaptı' diye anlattı. Beni görünce ayağa kalktı. İncecik elini uzattı. Güzeldi, narin bir fiziği vardı, alt çenesi titriyordu, ha ağladı ha ağlayacak... Elini tuttum, oturduk...
'Seçil mi Müge mi?' diye sordum. 'Müge' dedi gözlerini kaldırmadan... Gözlerini bakımlı ellerine, uzun tırnaklarına dikmişti... Bir süre ben de sessiz kaldım. Neden sonra ben kendimden bahsetmeye başladım.
Anlattım, anlattı, o benim hikayemi, ben onunkini dinledim...
Yaklaşık 2,5 saat baş başa konuştuk...
Kimle mi? Canavar anne ile, siz onu öyle tanıyorsunuz...
Ama bilmiyorsunuz... Bilmiyorduk...
Ayrılırken ayakta karşı karşıya durduk... Elleri ellerimde...
'Niye kabul ettin benimle konuşmayı' diye sordum... '
'Niye ilk gelişimde konuşmak istemedin de, bugün için evet dedin? Ne yazmamı istiyorsun?'
İlk 'merhaba'mızdan sonraki ikinci göz temasıydı... Göz göze geldik....
'Canavar anne değilim ben' dedi... 'Sadece bunu bile yazsan olur!'
Müge görevli memurla birlikte demir parmaklıklara doğru ilerlerken, arkasından uzun uzun baktım... İçim yine buz kesmişti... Bu sefer sadece can veren küçük Berk için değil, hayatı çalınmış genç bir kadın için...
İlk göz temasımız mı?
Anlatacağım... Her şeyi anlatacağım...
*
Müge ile tanışıncaya kadar hakkında herkesin bildiğinden fazla bilgiye sahip değildim. Gölcük'te bir ilkokulda sınıf öğretmeni olarak görev yapan genç kadın iddiaya göre, bir polis memuru ile ilişkiye girmiş ve bu ilişkiden bir erkek bebek doğurmuştu. Kurban Bayramı öncesi bebeğini evde bırakarak 9 günlüğüne Adana'daki yakınlarının yanına tatile gitmişti. Döndüğünde bebeğini evde ölü bulmuş ama ne hikmetse ölü bebeğe mama hazırlamış ve ölmeye bıraktığı bebeği hastaneye yetiştirmeye çalışmıştı... Lohusa sendromu, akli dengesizlik, psikopatlık, aklınıza ne gelirse ekranlardan tartışıldı... Ama ne yalan söyleyeyim aklımı kurcalayan noktalar vardı... Sanırım bir gazetede okuduğum, 'S.M.D.'nin daha önce evlenip boşandığı öğrenilirken, bebeğin babası olduğu öne sürülen Adana'da Çevik Kuvvet ekibinde görevli bir polis memurunun kimliği ile ilgili açıklama yapılmadı' cümlesi beni daha sağlıklı düşünmeye itti. Adam neredeydi? Yani baba? Niye kimliği açıklanmadı örneğin? Ama kadının daha önce evlenip boşandığı bile negatif olarak yazılabiliyordu. Sonrasında baba ortaya çıktı, 'Babası ben değilim, başkalarıyla da ilişkisi var' dedi, ardından testler yapıldı va baba 'ben değilim' diyen çıktı...
Önce kısa bir bilgi... 35 yaşında Müge, Hatay Dörtyol'lu, anne-baba öğretmen, bir yaş küçük kız kardeşi doktor, üç yaş büyük ağabeyi polis. Müge doktor olmanın hayalini çok kurmuş. Hatta Bakü'de tıp okumaya gitmiş ama oralarda yapamamış, iki yıl kalmış Rusça öğrenmiş ve dönmüş. Ardından Adana öğretmen lisesinde okumuş. İngilizce öğretmenliği hayali kurarken kendini Kars'ın bir köyünde sınıf öğretmeni olarak bulmuş... 25 öğretmenle aynı lojmanı paylaştığı küçücük bir köyde...
*
Geri kalan tüm hikâyeyi zaten Müge'nin verdiği cevaplardan okuyacaksınız... Haklı mıdır değil midir? O mu bıraktı bebeği başkasına mı emanet etti, bütün bu sorulara kesin bir cevabım yok... Üstelik dava dosyasında gizlilik kararı olduğu için bebeği emanet ettiğini söylediği ismi Savcılık çağırdı mı çağırmadı mı, serbest bıraktı mı, tutukladı mı açıklayamıyorum... Müge'nin Adli Tıp'taki psikolojik değerlendirmesinin içeriğini de aktaramıyorum.... Savcılıktaki dosyayı niye avukatının bile göremediğine hiç anlam veremiyorum... Tam bu arada savcılığın hazırladığı iddianamenin nasıl olup da basına sızdığını hiç anlamış değilim... Avukatı dahi ulaşamıyorken üstelik.... Ama sızan bilgilerden anlıyoruz ki küçük Berk 7- 8 gün sonra ölmüş. Konuştuğum uzmanlar o yaştaki bebeğin kendi başına o kadar dayanamayacağı yönünde fikir beyan ediyorlar....
Dolayısıyla soru çok, cevaplar az...
Dosya gizli...
Benim elimde ise geçen cumartesi görüştüğüm Müge'nin anlattıkları var.
Bir de soru...
Berk'in babası nerede? Sahi niye hiç sesi çıkmıyor ve niye sorumluluk almıyor?
Peki konuyla ilgili benim düşüncem nedir?
Siz önce röportajı okuyun, ardından hepsini konuşuruz...
Karanlıktan korkarım
-İçine kapanık, sakin biri dediler senin için...
-Kendi hâlimde, kimseye kötülüğü dokunmayan biriyim ben. Tek başıma kalmayı hiç sevmem. Etrafım kalabalık olsun isterim. Karanlıktan da korkarım...
-Neden? Ne korkutuyor karanlıkta seni?
-Bilmiyorum. Küçükken havale geçirmişim. Biraz narin bir yapım var. Yalnızlığı hiç sevmem ama hep yalnız kaldım ben. (Ağlıyor) Uyurken bile kapıları açık bırakırım.
-Çalıştığın okulda hakkında bir sürü şikâyet olmuş...
-Çok uğraştılar benle çok... O yüzden hiç sevmedim mesleğimi.
-Öğretmenliği sevmedin mi gerçekten?
-Çocukları sevdim sadece ben. Onlarla yalnızken bir problem yoktu. Ama veliler sürekli kıyafetimle saçımın rengiyle uğraştılar. Muhafazakâr bir yapısı vardı o velilerin. Kars'ta yaşamadım burada yaşadım sorun.
-Kıyafetinde ne rahatsız ediyormuş?
-Fazla sarışınmışım. Çok sarıymış. Eteklerim hep diz altıdır, onu da şikâyet ettiler. Ayrıca dekolte giymem, ama renkli giyerim. Niye kırmızı giyiyormuşum... Okul müdürü bir kaç kez çağırdı. Müfettiş 'Dikkat çekici renk giymeyin' dedi.
-Bu yüzden şikâyet etmemişler ama...
-Görüntüde eğitim yönü yetersiz, diğer okullardan geri kalıyor falan diye şikâyet ettiler ama arka planda sorun görünüşümdü. Zaten hep dile getirdiler. Ama şikâyetlerinden bir şey çıkmadı. Soruşturmalar oldu, eğitimim yetersiz değil ki...
-Peki sen şikâyette bulundun mu?
-Evet İlçe Eğitim müdürüne gittim olan biteni anlattım, beni başka yere yollayın dedim, başarılı olamadım. Okulda kız öğrenciler büyüyünce biz de sarıya boyatacağız diyorlardı. Ben de onlara önce büyüyün meslek sahibi olun, paranızı kazanın boya sonra gelir diyordum. Ama veliler...
Ölen oğlum çağırıyor beni!
-Saçların niye kahverengi şimdi?
-Önce hiç rahat değildim burada. Bir darp olayı oldu, saldırdılar bana... Sonra daha güvenli bir bölgeye alındım. Yine de rahat etmek için saç rengimi değiştirdim. Önce siyahtı, şimdi kahverengi.
-Rahat mısın peki şimdi?
-Çok daha rahatım. Ama bazen oğlum çağırıyor beni...
-Ne demek bu?
-Merdivenin başında durup aşağıya bakıyorum, kendimi bıraksam diye düşünüyorum ya da bir avuç hap bulsam... Ne zaman boşta kalsam öyle duygular geliyor. Ben de daha çok dua okuyorum, kendimi oyalamaya çalışıyorum... (Ağlıyor)
-Peki şu anda niye ağlıyorsun? Seni en çok üzen nedir?
-Niye buradayım ben? Olan bitenin suçlusu ben değilim ki... Kandırıldım, kullanıldım ve şimdi buradayım. Neden buradayım!..
-Oğlun konusunda hiç suçluluk hissetmiyor musun?
-Suçlu değilim ki... Canavar değilim ben. Oğluma çok iyi baktım. Mamasını bezini hiç bir şeyini eksik etmedim, niye görmek istemiyorsunuz? Vicdanlı ve kimseye kötülük etmek istemeyecek biriyim. Hakkımda yazılanları duydukça, bu ben değilim ki demek istiyorum. Bu ben değilim!
-Oğlunun cenazesine gitmek istemişsin...
-Daha doğal bir şey olur mu? Kokusu burnumda... Güvenlik nedeniyle izin vermediler ama (ağlıyor)
-Bebeğim, oğlum diye bahsediyorsun, niye ismini kullanmıyorsun?
-(Omuz silkerek) ne hatırlıyorum biliyor musun? Mememde uyuyakalıyordu. Emmiyordu bir türlü. Bana hastanedeki hemşire ayağının altını kaşı demişti. Ben de kaşıyordum hemen uyanıveriyordu. O da emmedi ama, sütüm de yetmedi, mama vermek zorunda kaldım.