NURAY MERT'TEN MURAT BARDAKÇI'YA TARİH DERSİ!..
Radikal yazarı Nuray Mert Murat Bardakçı'yı yazdı. Mert'ten Bardakçı'ya tarih dersi geldi.
Tarihin bekleme odası (1)
Geçen hafta, ‘Tarihin Arka Odası’ adlı bir TV programına ilişkin bazı eleştiriler dile getirmiştim.
Benim eleştirilerim daha ziyade, programın üslubu ve tarih bilgisine sığınılarak çok tartışmalı siyasal görüşlerin dayatmacı bir dille sergilenmesine ilişkindi. Bu arada, programı izlememe neden olan ve Osmanlı dönemine ilişkin okuma yazma oranı etrafındaki konuya ilişkin yapılan tartışmada yanlış olduğunu düşündüğüm husuları da dile getirmiştim.
Programın yöneticisi Murat Bardakçı, 14 Nisan tarihli bir cevap yazmış (HT Gazete). Eleştirilerimin siyasete ilişkin kısmına ses çıkarmamış, tarih konusuna geçmiş.
Bu konuda da, kendi iddialarını destekleyici makûl şeyler söylemek yerine, geçiştirici bir-iki şey söyleyip benim Osmanlı ve Osmanlıca bilgimi sorgulamayı tercih etmiş.
Öncelikle, şunu belirteyim, tartışılan konuda fikir sahibi olmak için büyük tarihçi olmaya gerek yok. Bu konuya tekrar dönmek üzere, madem soruluyor, tarih bilgimin düzeyini de belirteyim. Ben ‘tarihçi’ değilim, siyaset bilimi alanında çalışıyorum. Sosyal bilimlerle uğraşan herkesin belli ölçüde tarih bilmesi gerektiğini düşündüğüm için, öğrenci iken, siyaset bilimi lisansı ile yetinmedim, tarih lisansı da yaptım. Hem de, tarih farklı falkültede okunduğu için, şimdiki gibi ‘Çift Anadal’ adı altında aynı fakültede, iki lisans programı izlemek gibi bir şans yoktu, farklı fakültelerde iki lisans yaptım. Sonra tarih yüksek lisansı yaptım ve ondan sonra siyaset bilimi doktorasına geçtim. Tarih lisansı yaparken, sadece zorunlu olduğu için değil, çok severek dört dönem Osmanlıca dersi aldım, tarih bölümü bitirme tezi ve yüksek lisans tezimi Osmanlıca kaynaklara dayalı yapmak durumunda kaldım. Ancak, son dönem çalıştığım için, kullandığım kaynaklar, okunması en kolayı olan son dönem matbu kaynakları idi. Lisans döneminde aldığım paleografya dersleri, yazma metinleri okumak için yeterli değildir. Zaten, tarihçi olmayı düşünmediğim için bu alanda kendimi geliştirmedim. Sosyal bilime arka plan olarak gördüğüm tarih eğitimini yeterli sayıyorum. Benim tarih konusunda gösterdiğim titizliği bazı tarihçi geçinenler, sosyal bilim birikimi konusunda gösterseler, düştükleri duruma düşmezler.
Tüm bunları, eğitimimi, izah etmek mecburiyetinde hissettiğimden değil, Bardakçı gibilerin karşılarına çıkan her itirazı ‘tarih bilmiyor’ diye kestirmeden bertaraf etme alışkanlıklarına son vermeleri gerektiğini düşündüğüm için belirtiyorum.
Şimdi gelelim, Osmanlı’da okuma yazma oranı konusunda, Bardakçı’nın üst perdeden ileri sürdüğü tezlere. Bardakçı, programında, “Osmanlı’da okuma yazma oranına dair bir kayıt olmadığını, o nedenle bir tahmin yapılamayacağını, bu oranın yüzde 3 olabildiği gibi, yüzde 40’da olabileceğini” söylemişti. Ben de bu oranın yüzde 40 kadar yüksek bir oran olamayacağını, kesin oran yok ise de, tahminlerin makûl sınırlar içinde olması gerektiğini belirtmiştim. Tekrar ediyorum, bunu söylemek için, büyük tarihçi olmaya, hatta benim kadar tarih eğitimi görmüş olmaya bile gerek yok.
Gerekli olan, tarih konusunda ortalama bir kavrayışa sahip olmak, zira, sadece Osmanlı toplumunda değil, tüm modern öncesi toplumlarda okuma yazma becerisi son derece kısıtlı bir çevrenin ayrıcalığı olan bir şeydir. Osmanlı son dönem modernleşme sürecinde eğitim yaygınlaşmaya başladı, ancak bunun da sınırları bellidir. Bardakçı, önemli bir tarihçi olan İlber Ortaylı’ya bu konuda danışabilir.
Belgeleri çok sevdiği için ayrıca yazının sonuna kendisi için ve okuyucularımız için bir küçük not da ekleyeyim. Perşembe günkü yazımda da, Osmanlı tebası ne oranda Türkçe konuşurdu üzerine söylediklerine değineceğim.
Not: (Meclis-i Mebusan 1293-1877 Zabıt Ceridesi/Onuncu İçtima 21 Mart 1293/1 Nisan 1877
Hazırlayan Hakkı Tarık Us/Vakit, İstanbul 1939, s. 67-68
Vilayet Kanunu Tartışması’ndan:
Yenişehirlizade Ahmet Efendi (Aydın); “...Bizde bir nahiye teşkil edilirse, yazı bilen adam bulunmaz.
Bir imam yazı bilir, o da, mürekkebi kuruduktan sonra yazdığını okuyamaz. Ben derim ki, bizde nahiye memurlarının hüsn-i idaresi mümkün olamaz. Bu yalnız bizim Aydın’a mahsustur. Başka yerleri bilmem.”
Nafi Efendi (Haleb); “Bu mahzur, Arabistan’da dahi böyledir. Fakat bunlara bakılmazsa, para telef olur. Vilayetten istilam olunsun: Bakaya hep muhtarlar üzerindedir.”
Nakkaş Efendi (Suriye), “İhtimal ki, Haleb ve Aydın böyledir. Lakin Suriye böyle değildir. Her köyde üç, beş okur yazar bulunur.”
Kısa bir aradan sonra söz yine Yenişehirlizade Ahmet Efendi’ye geldiğinde bu kez “Bizim cihetlere bakılınca, her hangi köyde bir adam muhtar olsa yanıyor. Ne okumak biliyor, ne yazmak. Sandık eminleri bunları batırıyorlar. Arabistan başka imiş. Bizde ise beş, on köyde bir imamdan başka yazı bilen yoktur.”
Nuray Mert/Radikal
Geçen hafta, ‘Tarihin Arka Odası’ adlı bir TV programına ilişkin bazı eleştiriler dile getirmiştim.
Benim eleştirilerim daha ziyade, programın üslubu ve tarih bilgisine sığınılarak çok tartışmalı siyasal görüşlerin dayatmacı bir dille sergilenmesine ilişkindi. Bu arada, programı izlememe neden olan ve Osmanlı dönemine ilişkin okuma yazma oranı etrafındaki konuya ilişkin yapılan tartışmada yanlış olduğunu düşündüğüm husuları da dile getirmiştim.
Programın yöneticisi Murat Bardakçı, 14 Nisan tarihli bir cevap yazmış (HT Gazete). Eleştirilerimin siyasete ilişkin kısmına ses çıkarmamış, tarih konusuna geçmiş.
Bu konuda da, kendi iddialarını destekleyici makûl şeyler söylemek yerine, geçiştirici bir-iki şey söyleyip benim Osmanlı ve Osmanlıca bilgimi sorgulamayı tercih etmiş.
Öncelikle, şunu belirteyim, tartışılan konuda fikir sahibi olmak için büyük tarihçi olmaya gerek yok. Bu konuya tekrar dönmek üzere, madem soruluyor, tarih bilgimin düzeyini de belirteyim. Ben ‘tarihçi’ değilim, siyaset bilimi alanında çalışıyorum. Sosyal bilimlerle uğraşan herkesin belli ölçüde tarih bilmesi gerektiğini düşündüğüm için, öğrenci iken, siyaset bilimi lisansı ile yetinmedim, tarih lisansı da yaptım. Hem de, tarih farklı falkültede okunduğu için, şimdiki gibi ‘Çift Anadal’ adı altında aynı fakültede, iki lisans programı izlemek gibi bir şans yoktu, farklı fakültelerde iki lisans yaptım. Sonra tarih yüksek lisansı yaptım ve ondan sonra siyaset bilimi doktorasına geçtim. Tarih lisansı yaparken, sadece zorunlu olduğu için değil, çok severek dört dönem Osmanlıca dersi aldım, tarih bölümü bitirme tezi ve yüksek lisans tezimi Osmanlıca kaynaklara dayalı yapmak durumunda kaldım. Ancak, son dönem çalıştığım için, kullandığım kaynaklar, okunması en kolayı olan son dönem matbu kaynakları idi. Lisans döneminde aldığım paleografya dersleri, yazma metinleri okumak için yeterli değildir. Zaten, tarihçi olmayı düşünmediğim için bu alanda kendimi geliştirmedim. Sosyal bilime arka plan olarak gördüğüm tarih eğitimini yeterli sayıyorum. Benim tarih konusunda gösterdiğim titizliği bazı tarihçi geçinenler, sosyal bilim birikimi konusunda gösterseler, düştükleri duruma düşmezler.
Tüm bunları, eğitimimi, izah etmek mecburiyetinde hissettiğimden değil, Bardakçı gibilerin karşılarına çıkan her itirazı ‘tarih bilmiyor’ diye kestirmeden bertaraf etme alışkanlıklarına son vermeleri gerektiğini düşündüğüm için belirtiyorum.
Şimdi gelelim, Osmanlı’da okuma yazma oranı konusunda, Bardakçı’nın üst perdeden ileri sürdüğü tezlere. Bardakçı, programında, “Osmanlı’da okuma yazma oranına dair bir kayıt olmadığını, o nedenle bir tahmin yapılamayacağını, bu oranın yüzde 3 olabildiği gibi, yüzde 40’da olabileceğini” söylemişti. Ben de bu oranın yüzde 40 kadar yüksek bir oran olamayacağını, kesin oran yok ise de, tahminlerin makûl sınırlar içinde olması gerektiğini belirtmiştim. Tekrar ediyorum, bunu söylemek için, büyük tarihçi olmaya, hatta benim kadar tarih eğitimi görmüş olmaya bile gerek yok.
Gerekli olan, tarih konusunda ortalama bir kavrayışa sahip olmak, zira, sadece Osmanlı toplumunda değil, tüm modern öncesi toplumlarda okuma yazma becerisi son derece kısıtlı bir çevrenin ayrıcalığı olan bir şeydir. Osmanlı son dönem modernleşme sürecinde eğitim yaygınlaşmaya başladı, ancak bunun da sınırları bellidir. Bardakçı, önemli bir tarihçi olan İlber Ortaylı’ya bu konuda danışabilir.
Belgeleri çok sevdiği için ayrıca yazının sonuna kendisi için ve okuyucularımız için bir küçük not da ekleyeyim. Perşembe günkü yazımda da, Osmanlı tebası ne oranda Türkçe konuşurdu üzerine söylediklerine değineceğim.
Not: (Meclis-i Mebusan 1293-1877 Zabıt Ceridesi/Onuncu İçtima 21 Mart 1293/1 Nisan 1877
Hazırlayan Hakkı Tarık Us/Vakit, İstanbul 1939, s. 67-68
Vilayet Kanunu Tartışması’ndan:
Yenişehirlizade Ahmet Efendi (Aydın); “...Bizde bir nahiye teşkil edilirse, yazı bilen adam bulunmaz.
Bir imam yazı bilir, o da, mürekkebi kuruduktan sonra yazdığını okuyamaz. Ben derim ki, bizde nahiye memurlarının hüsn-i idaresi mümkün olamaz. Bu yalnız bizim Aydın’a mahsustur. Başka yerleri bilmem.”
Nafi Efendi (Haleb); “Bu mahzur, Arabistan’da dahi böyledir. Fakat bunlara bakılmazsa, para telef olur. Vilayetten istilam olunsun: Bakaya hep muhtarlar üzerindedir.”
Nakkaş Efendi (Suriye), “İhtimal ki, Haleb ve Aydın böyledir. Lakin Suriye böyle değildir. Her köyde üç, beş okur yazar bulunur.”
Kısa bir aradan sonra söz yine Yenişehirlizade Ahmet Efendi’ye geldiğinde bu kez “Bizim cihetlere bakılınca, her hangi köyde bir adam muhtar olsa yanıyor. Ne okumak biliyor, ne yazmak. Sandık eminleri bunları batırıyorlar. Arabistan başka imiş. Bizde ise beş, on köyde bir imamdan başka yazı bilen yoktur.”
Nuray Mert/Radikal