Nuray Mert'ten Ali Bayramoğlu ve Halil Berktay'a salvo: İktidarın tüccar terzileri
"Geçin iktidara yaranma gayretini gizlemek için icat ettiğiniz kurnaz lafları..."
Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Almanya Başbakanı Angela Merkel'e mektup gönderen akademisyen ve aydınlar üzerinden başlayan tartışmaya ilişkin olarak, "Bu çağrıları 21. yüzyıl başına özgü bir çeşit neo-mandacılık olarak niteliyorum" eleştirisi yönelten Tarihçi yazar Halil Berktay ve Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu'na isim vermeden tepki gösterdi. Mert, "Dünyaya dar bir milliyetçi-otoriter muhafazakâr çerçeveden bakan bir iktidarın tüccar terzilerisiniz, bari kimseye bulaşmayın da, kim olduğunuzu hatırlatmak zorunda kalmayalım" dedi
Nuray Mert'in Cumhuriyet'te "Aydın düşmanlığı ve iktidarın tüccar terzileri" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
‘Aydın’ denilen bir kavramın icadı ile ‘aydın düşmanlığı’nın tarihi aynı zamana denk düşer. Zaman içinde ‘aydınlanma merkezli düşünce’ de, ‘aydın’ denilen kavram da çokça tartışıldı, sorgulandı, bu işin hikâyesi uzun. Diğer taraftan, modernleşme sürecinin karmaşıklığı, sıkıntıları, çelişkilerine karşı, kavrayışı dar tepkisellik,‘aydın’ları bu işlerin tümünden sorumlu tutan ‘aydın düşmanlığı’ çerçevesinde türlü şekiller aldı. Bu hal, ‘Aydınlanma’ ve ‘aydın’ kavramının aklı başında sorgulanmasından ayrı bir haldir, sonucu aslında farklılık düşmanlığı olan aydın düşmanlığıdır.
Bu tepkisel tutum, bir ülkenin içine düştüğü darboğazlardan modernliğin ürünü olan‘demokrasi’, ‘özgürlük’ ve ‘farklılık’ kavramlarını ve bunların taşıyıcılarını sorunlu tutar, çareyi otoriteye sığınmak ve türdeşleşme de görür. Bu tepkisellik, demokrasi ve özgürlüğü ‘kargaşa’ ve ülkenin zaafa uğramasının nedeni, farklılığı topluma ve onun özdeğerlerine ‘yabancılaşma’ olarak görür. Özgürlük talebi fitne, çoğunluk gibi düşünmeyen hain olarak tanımlanır. Modern dönemin tüm otoriter rejim savrulmalarında hikâye budur. Hitler Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı, Francoİspanya’sı, McCarty Amerika’sı, irili ufaklı tüm yirminci yüzyıl diktatörlükleri, yirmi birinci yüzyıl başında yeni-otoriter örnekler Orban Macaristan’ı, Modi Hindistanı, hepsi hepsi aynı türküyü çağırır. Otoriter savrulma içindeki Türkiye’nin hikâyesi, bu hikâyelerden biridir, bu açıdan diğerlerinden farkı yoktur. Son ‘Mankurt’mevzusunun, bu çerçevede anlaşılması gerekir.
Aydın düşmanlığı
Türkiye’de ‘aydın düşmanlığı’ bu döneme özgü değil, ciddi bir geçmişi var, ama AK Parti’nin son döneminde bir kez daha tedavüle girdi, dahası iyice şedit bir hal aldı. Cumhurbaşkanı öncülüğünde bu kez ‘mankurt’ tabiri ile gündeme geldi. Sebep, yüz akademisyenin Merkel’e “Türkiye’deki otoriter iktidara destek verme” mealindeki çağrı metni. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu girişimin, demokrasi mücadelesi açısından parlak bir fikir olduğunu düşünmüyorum, ama bu fikrim metni imzalamanın önünde engel olmadı, sonuçta, bu tür çağrılar otoriter rejimlere karşı dayanışma zeminleridir. Asıl vahim olan, bu olayı, “ülkesini başkalarına şikâyet” olarak okumak, imzacıları düşmanlarının kölesi haline gelmiş hainler, ‘yeni mandacılar’ olarak görmek.
AB demediniz mi?
Bana göre, bir ülke için en tehlikeli olan ‘kol kırılır yen içinde’ anlayışıdır, ‘biz ve düşmanlarımız’ veya ‘biz ve yabancılar’ ayrımının tüm siyasi telakkilerimizin önüne geçmesidir. Böylesi bir anlayış, ancak dar milliyetçilik/otoriter muhafazakârlıkla açıklanabilir. Hal böyle iken, en tuhafı, liberal, demokrat (veya kendilerine artık ne diyorlarsa) bazı ‘aydınlar’ın, bu kervana katılması. Bunlardan biri, bir dikkat çekme bağımlısı, ‘mandacılık’ suçlamasında bulunup iktidar basınına fazladan tahkimatta bulunuyor. Bir diğeri, büyük ölçüde dışlandığı sol, liberal, demokrat çevrelerden hıncını almak için olsa gerek, imzacı gruba linç kampanyasına katılıyor. Dar görüşlü milliyetçilikmuhafazakârlık dilinden güya uzak durmak için de “diyasporik ruh hali”gibi cafcaflı bir tabir kullanıyor. Bu ruh halinde olanlar “iç dinamikleri aşağılar,umudunu dış dinamiklere bağlar” tespitinde bulunuyor. Peki, “Türkiye iç dinamikler ile demokratlaşamaz, o nedenle AB gibi bir dış dinamiğin itici gücüne ihtiyaç var”diyen siz değil miydiniz?
Kısaca geçin bu iktidara yaranma gayretini gizlemek için icat ettiğiniz kurnaz lafları. Dünyaya dar bir milliyetçi-otoriter muhafazakâr çerçeveden bakan bir iktidarın tüccar terzilerisiniz, bari kimseye bulaşmayın da, kim olduğunuzu hatırlatmak zorunda kalmayalım.
Nuray Mert'in Cumhuriyet'te "Aydın düşmanlığı ve iktidarın tüccar terzileri" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
‘Aydın’ denilen bir kavramın icadı ile ‘aydın düşmanlığı’nın tarihi aynı zamana denk düşer. Zaman içinde ‘aydınlanma merkezli düşünce’ de, ‘aydın’ denilen kavram da çokça tartışıldı, sorgulandı, bu işin hikâyesi uzun. Diğer taraftan, modernleşme sürecinin karmaşıklığı, sıkıntıları, çelişkilerine karşı, kavrayışı dar tepkisellik,‘aydın’ları bu işlerin tümünden sorumlu tutan ‘aydın düşmanlığı’ çerçevesinde türlü şekiller aldı. Bu hal, ‘Aydınlanma’ ve ‘aydın’ kavramının aklı başında sorgulanmasından ayrı bir haldir, sonucu aslında farklılık düşmanlığı olan aydın düşmanlığıdır.
Bu tepkisel tutum, bir ülkenin içine düştüğü darboğazlardan modernliğin ürünü olan‘demokrasi’, ‘özgürlük’ ve ‘farklılık’ kavramlarını ve bunların taşıyıcılarını sorunlu tutar, çareyi otoriteye sığınmak ve türdeşleşme de görür. Bu tepkisellik, demokrasi ve özgürlüğü ‘kargaşa’ ve ülkenin zaafa uğramasının nedeni, farklılığı topluma ve onun özdeğerlerine ‘yabancılaşma’ olarak görür. Özgürlük talebi fitne, çoğunluk gibi düşünmeyen hain olarak tanımlanır. Modern dönemin tüm otoriter rejim savrulmalarında hikâye budur. Hitler Almanya’sı, Mussolini İtalya’sı, Francoİspanya’sı, McCarty Amerika’sı, irili ufaklı tüm yirminci yüzyıl diktatörlükleri, yirmi birinci yüzyıl başında yeni-otoriter örnekler Orban Macaristan’ı, Modi Hindistanı, hepsi hepsi aynı türküyü çağırır. Otoriter savrulma içindeki Türkiye’nin hikâyesi, bu hikâyelerden biridir, bu açıdan diğerlerinden farkı yoktur. Son ‘Mankurt’mevzusunun, bu çerçevede anlaşılması gerekir.
Aydın düşmanlığı
Türkiye’de ‘aydın düşmanlığı’ bu döneme özgü değil, ciddi bir geçmişi var, ama AK Parti’nin son döneminde bir kez daha tedavüle girdi, dahası iyice şedit bir hal aldı. Cumhurbaşkanı öncülüğünde bu kez ‘mankurt’ tabiri ile gündeme geldi. Sebep, yüz akademisyenin Merkel’e “Türkiye’deki otoriter iktidara destek verme” mealindeki çağrı metni. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu girişimin, demokrasi mücadelesi açısından parlak bir fikir olduğunu düşünmüyorum, ama bu fikrim metni imzalamanın önünde engel olmadı, sonuçta, bu tür çağrılar otoriter rejimlere karşı dayanışma zeminleridir. Asıl vahim olan, bu olayı, “ülkesini başkalarına şikâyet” olarak okumak, imzacıları düşmanlarının kölesi haline gelmiş hainler, ‘yeni mandacılar’ olarak görmek.
AB demediniz mi?
Bana göre, bir ülke için en tehlikeli olan ‘kol kırılır yen içinde’ anlayışıdır, ‘biz ve düşmanlarımız’ veya ‘biz ve yabancılar’ ayrımının tüm siyasi telakkilerimizin önüne geçmesidir. Böylesi bir anlayış, ancak dar milliyetçilik/otoriter muhafazakârlıkla açıklanabilir. Hal böyle iken, en tuhafı, liberal, demokrat (veya kendilerine artık ne diyorlarsa) bazı ‘aydınlar’ın, bu kervana katılması. Bunlardan biri, bir dikkat çekme bağımlısı, ‘mandacılık’ suçlamasında bulunup iktidar basınına fazladan tahkimatta bulunuyor. Bir diğeri, büyük ölçüde dışlandığı sol, liberal, demokrat çevrelerden hıncını almak için olsa gerek, imzacı gruba linç kampanyasına katılıyor. Dar görüşlü milliyetçilikmuhafazakârlık dilinden güya uzak durmak için de “diyasporik ruh hali”gibi cafcaflı bir tabir kullanıyor. Bu ruh halinde olanlar “iç dinamikleri aşağılar,umudunu dış dinamiklere bağlar” tespitinde bulunuyor. Peki, “Türkiye iç dinamikler ile demokratlaşamaz, o nedenle AB gibi bir dış dinamiğin itici gücüne ihtiyaç var”diyen siz değil miydiniz?
Kısaca geçin bu iktidara yaranma gayretini gizlemek için icat ettiğiniz kurnaz lafları. Dünyaya dar bir milliyetçi-otoriter muhafazakâr çerçeveden bakan bir iktidarın tüccar terzilerisiniz, bari kimseye bulaşmayın da, kim olduğunuzu hatırlatmak zorunda kalmayalım.