NURAY MERT VE ECE TEMELKURAN HAKKINDA ŞOK İDDİA!

Zaman yazarı Leyla İpekçi, medyada işlerine son verilen Nuray Mert ve Ece Temelkuran ile ilgili çarpıcı bir analiz kaleme aldı

Bugünlerin Çalışma Grubu

28 Şubat’ın bugün itibarıyla 15. yıldönümündeyiz. Ve ancak şimdi ’kirli çamaşırlar’ bir bir dökülmeye başlandı.

Üstelik hepsi de değil. O dönem darbe tehdidi nedeniyle Meclis’teki partiler arasında ne tür pazarlıklar, tehditler, atışmalar döndü, yeni yeni tanıklar konuşuyor, ortam elverişli olduğu ölçüde.

Tabii o dönemde kamu bankalarını boşaltanlar, azınlık hükümeti sırasında yapılan yolsuzluklar, ardından gelen ekonomik krizin faturasının yine halka kesilmesi, medyadaki darbe işbirlikçileri, onların halen var olması, Batı Çalışma Grubu’na destek veren yan isimler, kuruluşlar vesaire... Daha birçok şey var örtülü kalan.

Susurluk faciasının Refahyol hükümetini devirmek için kullanılması ise yüz yıllık tarihimizde pek çok kez benzer senaryolarla yazılan operasyonlardan biriydi. 2000’lerde AKP’ye karşı tezgâhlanan darbe olgunlaştırma operasyonlarının başarılı olamamasına bu gözle bakarsak, bunun çok önemli bir kırılma noktası olduğunu bugün daha net görüyoruz.

Özal’ın hayatına mal olan psikolojik harp teknikleri ve mesela 93 yılında başta Madımak ve Başbağlar katliamlarının gizli eller tarafından yönlendirilmesi gibi, birçok önemli şahsın faili meçhule uğratılması, barış görüşmelerinin yine bir katliamla sabotaja uğraması ve tertiplenen daha nice operasyondan sonra, 97’de muvaffak olmuştu darbeciler.

28 Şubat döneminde yine birtakım gazeteciler fişlenmiş, iftiralara uğramış, iş bulamaz hale gelmişlerdi. Bugün patronları tarafından işlerine son verilen Nuray Mert, Ece Temelkuran gibi yazarları istediğiniz kadar eleştirin, yakında yeni bir ortam olgunlaştırma operasyonunda kullanılacak gerekçelerin böyle oluşturulduğunu görmezden gelemezsiniz. Onların işlerini kaybetmesine alkış tutan herkes, yeni kirli ittifakların filizlenmesine destek veriyor bilerek ya da bilmeden.

Bu ülkede elit bürokrasinin, seçkin sermayedarların on yıllarca kan, ter ve gözyaşına mal olan kirli ittifakları bozulurken, sevinmekte erken davranmamak gerektiğini bir daha fark ediyoruz. Zira güçlenmiş, demokrasisini ilerletmiş, kalkınmış, darbecilerini yargılamış bir ülke olmamızı engelleyen dışarıda olduğu kadar içeride de maalesef onlarca kirli ittifak her geçen gün dirilme egzersizleri yapıyor.

Ve konjonktür, bu ülkeyi yönetenleri bir kez daha ehveni şer seçimler arasında bırakıyor. Dink davası, rahip cinayetleri ve Zirve katliamı gibi davalar AKP’yi içte ve dışta zayıflatmak için yapılmıştı. Sorumluları henüz hakkıyla yargılanamazken olan biten tıpkı 28 Şubat sürecindeki gibi yine hükümetin basiretsizliğiyle de birleşerek ’yetkin bir malzeme’ haline getirilip pişirilmeye hazırlanıyor.

Bugünlerde 20. yıldönümü kamuoyuna epey yoğun bir biçimde duyurulan ve bir mitingle anılan Hocalı katliamı mağdurları AKP’li bakan Şahin’in katılımıyla ve konuşmasıyla gerçekleşti. Bu katliamın da tıpkı diğer tüm katliamlar gibi ne çok acı ürettiğini, tam olarak neler olup bittiğini dahi belki pek çoğumuz bilmiyorduk. Bu açıdan mutlaka insanlık adına çok gerekli bir haykırış, bir ses yükseltmeydi ve epey de gecikilmişti bunun için.

Mitinge katılanların tanıklığı farklı sinyaller de verdi. İster marjinal gruplar olsun, ister kalabalığa sızdırılmış örgütlü bir psikolojik harp taktiği olsun, miting sırasında ülkemizdeki Ermeni yurttaşları hedef alan, yani katliamcılarla onlar arasında hiçbir ayrım yapma gereği duymadan yalnızca ırki bir söylem benimseyerek nefret ve intikam hissini körükleyen pankartlar açıldı, sloganlar atıldı. Ergenekon’u sulandırmak için gece gündüz mesaide olanlar ve deşifre olmamak için AKP muhalifliğine bel bağlayanlar için Uludere katliamından sonra eşi bulunmaz bir ’malzeme’ devşirmeye aday bu durum.

Hocalı katliamını hakkıyla anma girişimini sabote etmeye yönelik girişimler yüzünden AKP’nin tıpkı rahip cinayetlerinde olduğu gibi kendi azınlıklarını hedef gösterdiği içeride ve dışarıda yazılıp çizilmeye başlaması an meselesidir.

Ermenistan’a gittiğimde bir benzerini orada da görmüştüm. Uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek ve parlamentolarda soykırım kararı çıkarmak için resmi tarihin ürettiği nefret söylemi bütün Türkleri soykırımcı olarak anıyordu. İttihatçıların zulmünü deşifre etmediğiniz sürece tüm toplum suçlu olarak kalıyordu. Tabii Ermenistan’da mesela bizdeki gibi tehcire uğradıktan sonra bir avuç kalmış Türk yaşıyor olsaydı, bu kaba genellemeci ve nefret üreten dil onlarda da Azerilere karşı siyasi malzeme olarak kullanılırdı şüphesiz.

Hep tekrarladığım gibi: Zorbanın hangi milletten ve ırktan olduğuna bakılmaz. Onun zalim olmaktan başka kimliği yoktur. Haksız yere katledilmiş tek bir insanın acısı bir diğerininkiyle kıyaslanamaz. Katliam acılarını yarıştırmak, dünyanın neresinde olursa olsun, katliamları meşrulaştırmaktan ve insanlığımızı hedef almaktan başka bir işe yaramıyor. Ve Fransa’da olduğu gibi siyaseti daha da kirletmeye yarıyor.

28 Şubat’a giden yolda darbecilerin ve darbeye dolaylı destek verenlerin hangi sektörde olursa olsun ortaya çıkarılması, hem Ergenekon sürecini iyice açığa çıkaracaktır hem de yeni çalışma gruplarının yazmakta olan yeni kirli senaryolarını.

Leyla İpekçi / Zaman