Nuray Atacık’tan ikinci kitap: Bukalemun!

İş insanı ve yazar Nuray Atacık’ın ikinci kitabı Bukalemun raflardaki yerini aldı.

Yazar, Oğlak Yayınları’nın Maceraperest Kitaplar serisinden çıkan ilk kitabı Fener Balığı’ndaki sürükleyici hikayesine yeni kitabında devam ediyor. Polisiye severleri yine şaşırtıcı ve etkileyici bir macera bekliyor.

İlk kitapta tanıştığımız karakter Murat Karasu, itibarını yitirmenin burukluğuyla baş edemiyor, Burdur’daki iki yıllık sürgünden sonra İstanbul Cinayet Büroya dönmeye uğraşıyor. 2016 eylülünde, tam da hedefine ulaşmak üzereyken, Antalya’da kaçırılan genç kadının peşine düşerek geleceğini riske atıyor.

Otuz üç yıl önce işlenen cinayetlerin bedelini, katilin kızına ödetmeye kalkanların intikam saplantısı, onları karmaşık bir plan yapmaya itiyor. Üç günde yaşanan olaylar, kurbanı ve yakınlarını karanlığın en beteriyle buluşturuyor.

Nuray Atacık, ikinci romanı Bukalemun’da okurlarıyla bu kez vicdan, intikam, suç ve ceza, en çok da kardeşlik hakkında konuşuyor. Hikayeyi aktarırken ülkeleri, şehirleri, kurumları ve karakterleri birbirine cin düğümü ile bağlıyor.

Nuray Atacık kimdir?

Polisiye dünyasına hızlı bir giriş yapan Nuray Atacık İstanbul doğumlu. Nişantaşı Kız Lisesi sonrası İTÜ Elektrik Mühendisliği’nden mezun oldu. Uzun yıllar iş dünyasında yer alan Atacık; Boğaziçi Elektrik Dağıtım Şirketinde sekiz buçuk yıl, Motorola Türkiye’de iki yıl, Karadeniz Holding’de on bir yıl çalıştı. Mühendislik, proje yöneticiliği, koordinatörlük, direktörlük, ticari operasyonlar başkanlığı yaptı. İlk kitabı Fener Balığı, Oğlak Yayınları’ndan 2017’de çıktı. Kısa sürede geniş bir okur kitlesi yakalayan yazar, şimdi de ikinci kitabı Bukalemun’la yeni bir yolculuğa çıktı.

Atacık iş dünyasından yazarlığa geçişini şöyle anlatıyor: “İş için başta Güney Afrika, Pakistan, Irak, İran, Lübnan olmak üzere otuz dokuz ülkede bulundum, bir buçuk milyon milden fazla uçtum, neredeyse iki bin gün evimden uzakta kaldım. Yüzlerce politikacı, bürokrat, iş insanı ile tanıştım; kimisi müşteri, bir kısmı iş ortağı, pek çoğu çalışma arkadaşı, bazıları rakip, birkaçı hepsi birdendi. Gittiğim ülkelerde sokaktaki insandan, cumhurbaşkanlarına kadar her ortama kabul edildim, farklı kültürlerle ticaret yapmanın zevkini ve zorluklarını yaşadım, değişik lezzetler tattım, son derece renkli dostlar edindim.

Tüm keyfine rağmen enerji projeleriyle geçirdiğim ömrümde çocukluğumun bir sızısı hiç dinmedi. Beş yaşımdan beri kitap okuyordum ve bir gün gelip benim de yazacağıma nedensiz bir özgüvenle inanıyordum. Ütopyam her gece uykuya geçiş anında düşlediğim kutsal topraklarda beni bekliyordu. Farkında olmadan içimdeki yazma isteği gün be gün o kadar büyüdü ki, artık ofisteki projeler birbirine benzemeye, sonuçlar eski coşkusunu yitirmeye, heyecan ve tutku tükenmeye başladı. Sonunda işi bırakıp yazmak için klavyenin tuşlarına parmaklarımı uzatınca, başlamayı neden kırklı yaşlarımın ikinci yarısına kadar geciktirdiğimi anladım. Zordu ve hem de yaşamım boyunca denediğim her şeyden daha zor.”