"NEREDE YATTIM,KİMİNLE KALKTIM YAZILARI BİZİM İÇİN LÜKS.AYŞE ARMAN DEĞİL,İPEKÇİ-MUMCU LAZIM BİZE!.." SEDEF KABAŞ'TAN İLGİNÇ SÖZLER!..
Akşam gazetesinden Eyüp Tatlıpınar, Sedef Kabaş'la son kitabı ve Türk gazeteciliğinde söyleşi türü üzerine konuştu
Son olarak "Soru Sorma Sanatı" sanatı adlı kitabı çıkan ve halen TRT2'de "Medya Medya" adlı programı hazırlayıp sunan Sedef Kabaş, "Ayşe Arman gazeteciliği bizim için lüks, bizim daha çok İpekçi-Mumcu gazeteciliğine ihtiyacımız var diye düşünüyorum" diyor.
Akşam gazetesinden Eyüp Tatlıpınar, Sedef Kabaş'la son kitabı ve Türk gazeteciliğinde söyleşi türü üzerine konuştu:
İyi bir okulda okurken çıkardığı okul gazetesi çok tutunca, hocalarının da önerisiyle rotasını gazeteciliğe çevirmiş, televizyon gazeteciliği alanında Türkiye'nin ilk uzmanlarından olmuş bir isim Dr. Sedef Kabaş. Bugüne kadar pek çok televizyon kanalında söyleşi programlarıyla karşımıza çıkan Kabaş, halen pazar günleri TRT 2'de saat 11.10'daki Medya Medya programını hazırlayıp sunuyor; Bahçeşehir Üniversitesi'nde öğretim üyeliği görevini sürdürüyor ve kendi adını taşıyan şirketiyle kurum ve kişilere iletişim danışmanlığı hizmeti veriyor. Fırsatını bulduğunda yapmaktan hoşlandığı işi ise turist rehberliği. Bugünlerde 'Soru Sorma Sanatı' adında yeni bir kitabı çıktı. Dünyada ve Türkiye'deki söyleşi geleneğini anlattığı kitabında Türk medyasının tanınmış röportaj ve söyleşicilerine yönelttiği sorular da bulunuyor. Medya meseleleriyle ilgilenenler içi keyifle okunacak bir kitap.
Kitabınızda röportaj-söyleşi ayrımına özel bir vurgu yapıyorsunuz, önemli midir bu?
Gazeteciliği bir meslek olarak kabul edip etmediğimizle ilgili. Kimseyi yargılamak gibi bir niyetim yok ama, ediyorsak terminolojisine, kavramlarına dikkat etmemiz gerekir. Kaldı ki biz yazan, çizen, okuyan, sorgulayan bir mesleği yapıyoruz; bu konuda en çok bizim dikkatli olmamız lazım ama en önemli dikkatsizliği biz yapıyoruz.
Dikkatsizlik mi sadece, yoksa ikisi arasında prestij garkı gördüğümüzden mi 'söyleşi' yerine 'röportaj'ı kullanıyoruz?
Doğru aslında. Röportaj 'rapor etmek'le ilgili bir durum, kişisel bakışını katma fırsatı buluyorsun. Söyleşide yalnızca karşındakinin fikirlerine yer veriyorsun. Bir de İngilizce'deki 'interview' Türkçe'ye tam çevrilememiş. 'Söyleşi' karşılığı gazeteciliği yeterince ifade etmiyor, 'sohbet' intibası uyandırıyor biraz. Bu durum dilimizin zayıflığından kaynaklanıyor, sözlükler güçlü ekipler tarafından hazırlanmadığı için. Bu kavrama 'söyleşi' karşılığı uygun bulunurken gazetecilikte bu işin nasıl yapıldığına bakılmamış. Yoksa 'söyleşi' sohbet olmamalıdır, bir hedefi, bir çerçevesi vardır, basit bir şey değildir ve değerlidir. Söyleşiyi yapan gazeteci birinci dereceden kaynaklara ulaşıyor, halkın sorma imkanı bulamadıklarını sorma fırsatını buluyor. Bu fırsat etkili kullanılırsa söyleşi değerli olur.
Siz televizyon için söyleşi yapıyorsunuz, daha mı zordur gazeteye göre?
Televizyonda belli bir zaman sınırı var, yanlış soru sorma ya da cevap alamadığınızda ısrar etme lüksünüz yok. Kontrolün sizde olması için sorduğunuz sorunun cevabı hakkında bir fikriniz olmalı, hatta verilecek cevabı bilmelisiniz, dolayısıyla ön hazırlık aşamasını iyi çalışmalısınız. Diken üstündesiniz biraz. Gazete söyleşisinde daha rahat davranabilirsiniz ama.
SABA TÜMER, BEYAZ İLE OKAN'IN YERİNİ ALABİLİR
Bu rahatlığı gazeteden televizyona taşıyanlar da var, mesela Saba Tümer...
Saba sevdiğim biridir, bir yol ayrımı yaptı, 'ben haberciyim' diyerek çıkmıyor karşımıza. Programcı, hatta 'talk show'cu olarak çıkıyor. Birkaç sene sonra Beyaz'ın, Okan Bayülgen'in yerini alabileceğini düşünüyorum. Başarılı bir sohbet programı yapıyor, rahat olmayıp, kahkaha atmayıp ne yapacak? Ama ben haberciyim diyerek rahatını bozmaz, ev ödevini yapmazsan o zaman problem olur.
Programınıza çıkarmak isteyip ama çıkaramadığınız kişiler oluyor mu?
Herkes gibi benim de oluyor. Ama soruyu şöyle sorarsanız "En çok kimi çıkarmak istersiniz" şeklinde, artık ünlü şarkıcıları, her şeyini bildiğimiz popüler isimleri görmekten, okumaktan sıkıldı. Dolayısıyla illaki onları çıkarayım diye bir derdim yok. Son 10 yılın gazetelerine bakın, tüm söyleşiler ve medya 300-500 kişinin etrafında dönüyor. Başarılı olan, söyleyecek sözü bulunan ama medyanın ilgi göstermediği çok kişi var, onlarla konuşmak isterim.
Örneğin Nuri Bilge Ceylan'ı programınıza çıkarmıştınız, kendisi Cannes'da ödül aldığında bile çok az konuşmuştu, nasıl ikna ettiniz?
Yaptığım programlarda herkese belli bir mesafede yaklaşıyorum, herkesin sadece popüler olduğu için katılmadığı programlar yapmaya çalışıyorum. Nuri Bilge Ceylan da programı izliyormuş anladığım kadarıyla. Eşi beni aradı ve programa katılmak istediğini söyledi. Ben de seve seve kabul ettim, başka bir konuk vardı planda hatta, onu erteledim.
Söyleşide mesafeli davranmayıp kendi çizgisini ortaya koyanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir tercih meselesi. Ben herkesle konuşur, aynı mesafede yaklaşırım. Bazıları kendi çizgisini ortaya koyabilir. Ayşe Arman'a 'neden daha ciddi söyleşiler yapmıyorsun' diye sormak ne kadar gereksizse, Neşe Düzel'e 'neden hep liberallerle konuşuyorsun' demek de o kadar gereksiz.
BİZE İPEKÇİ-MUMCU GAZETECİLİĞİ LAZIM
'Abdi İpekçi-Uğur Mumcu tekeline karşı Ayşe Arman gazeteciliği' konuşuldu bu sıralarda, ne düşünüyorsunuz?
Medya ticarileştikçe, televizyon kültürü ve magazin gazeteciliği etkiledikçe tabii ki 'Ayşe Arman gazeteciliği' bir alternatif olarak çıkıyor. Ama bu İpekçi-Mumcu gazeteciliğinin alternatifi olmamalı. İnsanlar eğlenmek, ağır gündemden başını kaldırmak isteyebilir ama medya bu duruma indirgenmemeli. Türkiye bir Danimarka değil, sorunları çok ve soruları da çok olmalı. Mumcu'nun o günlerde peşinde koştuğu sorular bugün cevaplanabilmiş değil. 'Ayşe Arman gazeteciliği', nerede yedim, nerede yattım, kiminle kalktım türü yazılar Türkiye için biraz lüks. Bizim daha çok İpekçi-Mumcu gazeteciliğine ihtiyacım var diye düşünüyorum.
Akşam gazetesinden Eyüp Tatlıpınar, Sedef Kabaş'la son kitabı ve Türk gazeteciliğinde söyleşi türü üzerine konuştu:
İyi bir okulda okurken çıkardığı okul gazetesi çok tutunca, hocalarının da önerisiyle rotasını gazeteciliğe çevirmiş, televizyon gazeteciliği alanında Türkiye'nin ilk uzmanlarından olmuş bir isim Dr. Sedef Kabaş. Bugüne kadar pek çok televizyon kanalında söyleşi programlarıyla karşımıza çıkan Kabaş, halen pazar günleri TRT 2'de saat 11.10'daki Medya Medya programını hazırlayıp sunuyor; Bahçeşehir Üniversitesi'nde öğretim üyeliği görevini sürdürüyor ve kendi adını taşıyan şirketiyle kurum ve kişilere iletişim danışmanlığı hizmeti veriyor. Fırsatını bulduğunda yapmaktan hoşlandığı işi ise turist rehberliği. Bugünlerde 'Soru Sorma Sanatı' adında yeni bir kitabı çıktı. Dünyada ve Türkiye'deki söyleşi geleneğini anlattığı kitabında Türk medyasının tanınmış röportaj ve söyleşicilerine yönelttiği sorular da bulunuyor. Medya meseleleriyle ilgilenenler içi keyifle okunacak bir kitap.
Kitabınızda röportaj-söyleşi ayrımına özel bir vurgu yapıyorsunuz, önemli midir bu?
Gazeteciliği bir meslek olarak kabul edip etmediğimizle ilgili. Kimseyi yargılamak gibi bir niyetim yok ama, ediyorsak terminolojisine, kavramlarına dikkat etmemiz gerekir. Kaldı ki biz yazan, çizen, okuyan, sorgulayan bir mesleği yapıyoruz; bu konuda en çok bizim dikkatli olmamız lazım ama en önemli dikkatsizliği biz yapıyoruz.
Dikkatsizlik mi sadece, yoksa ikisi arasında prestij garkı gördüğümüzden mi 'söyleşi' yerine 'röportaj'ı kullanıyoruz?
Doğru aslında. Röportaj 'rapor etmek'le ilgili bir durum, kişisel bakışını katma fırsatı buluyorsun. Söyleşide yalnızca karşındakinin fikirlerine yer veriyorsun. Bir de İngilizce'deki 'interview' Türkçe'ye tam çevrilememiş. 'Söyleşi' karşılığı gazeteciliği yeterince ifade etmiyor, 'sohbet' intibası uyandırıyor biraz. Bu durum dilimizin zayıflığından kaynaklanıyor, sözlükler güçlü ekipler tarafından hazırlanmadığı için. Bu kavrama 'söyleşi' karşılığı uygun bulunurken gazetecilikte bu işin nasıl yapıldığına bakılmamış. Yoksa 'söyleşi' sohbet olmamalıdır, bir hedefi, bir çerçevesi vardır, basit bir şey değildir ve değerlidir. Söyleşiyi yapan gazeteci birinci dereceden kaynaklara ulaşıyor, halkın sorma imkanı bulamadıklarını sorma fırsatını buluyor. Bu fırsat etkili kullanılırsa söyleşi değerli olur.
Siz televizyon için söyleşi yapıyorsunuz, daha mı zordur gazeteye göre?
Televizyonda belli bir zaman sınırı var, yanlış soru sorma ya da cevap alamadığınızda ısrar etme lüksünüz yok. Kontrolün sizde olması için sorduğunuz sorunun cevabı hakkında bir fikriniz olmalı, hatta verilecek cevabı bilmelisiniz, dolayısıyla ön hazırlık aşamasını iyi çalışmalısınız. Diken üstündesiniz biraz. Gazete söyleşisinde daha rahat davranabilirsiniz ama.
SABA TÜMER, BEYAZ İLE OKAN'IN YERİNİ ALABİLİR
Bu rahatlığı gazeteden televizyona taşıyanlar da var, mesela Saba Tümer...
Saba sevdiğim biridir, bir yol ayrımı yaptı, 'ben haberciyim' diyerek çıkmıyor karşımıza. Programcı, hatta 'talk show'cu olarak çıkıyor. Birkaç sene sonra Beyaz'ın, Okan Bayülgen'in yerini alabileceğini düşünüyorum. Başarılı bir sohbet programı yapıyor, rahat olmayıp, kahkaha atmayıp ne yapacak? Ama ben haberciyim diyerek rahatını bozmaz, ev ödevini yapmazsan o zaman problem olur.
Programınıza çıkarmak isteyip ama çıkaramadığınız kişiler oluyor mu?
Herkes gibi benim de oluyor. Ama soruyu şöyle sorarsanız "En çok kimi çıkarmak istersiniz" şeklinde, artık ünlü şarkıcıları, her şeyini bildiğimiz popüler isimleri görmekten, okumaktan sıkıldı. Dolayısıyla illaki onları çıkarayım diye bir derdim yok. Son 10 yılın gazetelerine bakın, tüm söyleşiler ve medya 300-500 kişinin etrafında dönüyor. Başarılı olan, söyleyecek sözü bulunan ama medyanın ilgi göstermediği çok kişi var, onlarla konuşmak isterim.
Örneğin Nuri Bilge Ceylan'ı programınıza çıkarmıştınız, kendisi Cannes'da ödül aldığında bile çok az konuşmuştu, nasıl ikna ettiniz?
Yaptığım programlarda herkese belli bir mesafede yaklaşıyorum, herkesin sadece popüler olduğu için katılmadığı programlar yapmaya çalışıyorum. Nuri Bilge Ceylan da programı izliyormuş anladığım kadarıyla. Eşi beni aradı ve programa katılmak istediğini söyledi. Ben de seve seve kabul ettim, başka bir konuk vardı planda hatta, onu erteledim.
Söyleşide mesafeli davranmayıp kendi çizgisini ortaya koyanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir tercih meselesi. Ben herkesle konuşur, aynı mesafede yaklaşırım. Bazıları kendi çizgisini ortaya koyabilir. Ayşe Arman'a 'neden daha ciddi söyleşiler yapmıyorsun' diye sormak ne kadar gereksizse, Neşe Düzel'e 'neden hep liberallerle konuşuyorsun' demek de o kadar gereksiz.
BİZE İPEKÇİ-MUMCU GAZETECİLİĞİ LAZIM
'Abdi İpekçi-Uğur Mumcu tekeline karşı Ayşe Arman gazeteciliği' konuşuldu bu sıralarda, ne düşünüyorsunuz?
Medya ticarileştikçe, televizyon kültürü ve magazin gazeteciliği etkiledikçe tabii ki 'Ayşe Arman gazeteciliği' bir alternatif olarak çıkıyor. Ama bu İpekçi-Mumcu gazeteciliğinin alternatifi olmamalı. İnsanlar eğlenmek, ağır gündemden başını kaldırmak isteyebilir ama medya bu duruma indirgenmemeli. Türkiye bir Danimarka değil, sorunları çok ve soruları da çok olmalı. Mumcu'nun o günlerde peşinde koştuğu sorular bugün cevaplanabilmiş değil. 'Ayşe Arman gazeteciliği', nerede yedim, nerede yattım, kiminle kalktım türü yazılar Türkiye için biraz lüks. Bizim daha çok İpekçi-Mumcu gazeteciliğine ihtiyacım var diye düşünüyorum.