''NEHİR KENARI DEDİYSEM, DİCLE DEĞİL!..'' ERTUĞRUL ÖZKÖK O NEHRİ AÇIKLADI!..
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök hangi nehir kenarından Türkiye'ye baktığını açıkladı.
Nehir kenarı dediysem, Dicle değil
DİYORUM ya, nehrin kenarında oturuyorum ve oradan olup biteni seyrediyorum.
Ama öyle hep Diclenin, Sakaryanın, Gedizin kenarında değil...
Geçen hafta Paristeydim.
Anlayacağınız Seine Nehrinin kenarından Türkiyeye bakıyordum.
* * *
Saçları kısacık kesilmiş.
Üstünde beyaz çizgili mavi bir gömlek, altında blucin.
Ayakları, böyle poz verenlere sinirlenen Mehmet Barlası çatlatırcasına, çıplak.
Modern görünüşlü bu genç adam Mehmet Gürs.
Türkiyenin en ünlü şeflerinden biri.
Bütün dünyada en çok tanınan Türk şefi de diyebilirsiniz.
Yanında cıvıl cıvıl bir çocuk.
O da Mehmet Gürsün oğlu.
Bir teknenin arkasında oturuyorlar.
Arkalarında olağanüstü bir İstanbul panoraması.
Fotoğraflara baktıkça insanın içi açılıyor.
Dünyanın en ünlü gusto dergilerinden Food and Wineın mart sayısı, onun bir fotoğrafı ile açılıyor.
İçerde İstanbula ve Türk mutfağına 11 sayfa ayırmış.
Bir tam sayfa, asma yaprağına sarılmış keçi peyniri fotoğrafı.
Bir gusto ülkesinin bayrağı gibi dalgalanıyor.
Her şey, Gel kardeşim, gel, burası dünyanın yükselen yeni merkezi diye bağırıyor.
Davetkâr şehrimiz, insanın damarlarına zerk edilmiş cinsel, ekonomik, kültürel enerjinin yanında, gustonun yeni Kâbesi olarak pırıl pırıl parlıyor.
* * *
Şimdi ben bu fotoğraflara bakıp, ne düşüneyim, ne diyeyim.
Ağlayayım mı, yoksa sevinçten uçayım mı?
Bir yanda, gittiğim her yerde, herkesin ağzından dinlediğim bu harikulade şehir.
Yükselen, gönülleri fetheden, insanları kışkırtan bir Türkiye.
Öte yanda, biri ötekinin gırtlağına sarılmış, saç saça, baş başa bir toplum.
Mücadelenin çivisi çıkmış, centilmenlik sınır dışı edilmiş, belden aşağı vurmayı utanç hanesinden silmiş, üstelik bir de böbürlenme vesilesi haline getirmiş, hem kuruyu, hem de yanındaki yaşı cayır cayır yakan bir ülke.
Güzel ülkemiz nasıl bu hale geldi?
Kim bizi birbirimize düşürdü.
Hayretle bakıyorum.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkiye yönetilmez, idare edilir demişti.
Şimdi başka bir hakikati öğreniyoruz:
Türkiye idare edilemez, ancak kendi kendini idare eder.
Ben yine de, hâlâ, iflah olmaz bir iyimserim.
Türkiye, en geç 20 yıl sonra Avrupanın en güçlü 4 ülkesinden biri haline gelecek.
Bunu kimse engelleyemez.
Bu ülke insanının girişimciliği, yaratıcılığı, hizmet sektöründe kat ettiği mesafe, genç nüfusu içimi açıyor.
Çevrem umutsuz, karamsar, ülkesine küsmüş, hatta terk etmeyi düşünen insanlarla dolu.
* * *
Ama ben umutla doluyum.
Kimse bu ülkeye, tek başına hâkim olabileceğini, ihtirasını sonuna kadar götürebileceğini, kurumlarını altüst edebileceğini sanmasın.
Ne diyor yeni liberal sözlük:
Denizler dalgalanmadan durulmaz.
Evet durulmaz, ama bu gökyüzünün altında, durulduktan sonra yeniden dalgalanmayan deniz de yoktur.
Türkiye, bu dalgalanmadan sonra bir dalgalanma daha geçirecek.
Gerçek demokrasi, kurunun yanında yaşı da yakmayan hukuk devleti, insan haklarına saygılı Türkiye, işte o ikinci dalgadan sonra gelecek.
Bekleyin, sabredin...
Ertuğrul Özkök/Hürriyet
DİYORUM ya, nehrin kenarında oturuyorum ve oradan olup biteni seyrediyorum.
Ama öyle hep Diclenin, Sakaryanın, Gedizin kenarında değil...
Geçen hafta Paristeydim.
Anlayacağınız Seine Nehrinin kenarından Türkiyeye bakıyordum.
* * *
Saçları kısacık kesilmiş.
Üstünde beyaz çizgili mavi bir gömlek, altında blucin.
Ayakları, böyle poz verenlere sinirlenen Mehmet Barlası çatlatırcasına, çıplak.
Modern görünüşlü bu genç adam Mehmet Gürs.
Türkiyenin en ünlü şeflerinden biri.
Bütün dünyada en çok tanınan Türk şefi de diyebilirsiniz.
Yanında cıvıl cıvıl bir çocuk.
O da Mehmet Gürsün oğlu.
Bir teknenin arkasında oturuyorlar.
Arkalarında olağanüstü bir İstanbul panoraması.
Fotoğraflara baktıkça insanın içi açılıyor.
Dünyanın en ünlü gusto dergilerinden Food and Wineın mart sayısı, onun bir fotoğrafı ile açılıyor.
İçerde İstanbula ve Türk mutfağına 11 sayfa ayırmış.
Bir tam sayfa, asma yaprağına sarılmış keçi peyniri fotoğrafı.
Bir gusto ülkesinin bayrağı gibi dalgalanıyor.
Her şey, Gel kardeşim, gel, burası dünyanın yükselen yeni merkezi diye bağırıyor.
Davetkâr şehrimiz, insanın damarlarına zerk edilmiş cinsel, ekonomik, kültürel enerjinin yanında, gustonun yeni Kâbesi olarak pırıl pırıl parlıyor.
* * *
Şimdi ben bu fotoğraflara bakıp, ne düşüneyim, ne diyeyim.
Ağlayayım mı, yoksa sevinçten uçayım mı?
Bir yanda, gittiğim her yerde, herkesin ağzından dinlediğim bu harikulade şehir.
Yükselen, gönülleri fetheden, insanları kışkırtan bir Türkiye.
Öte yanda, biri ötekinin gırtlağına sarılmış, saç saça, baş başa bir toplum.
Mücadelenin çivisi çıkmış, centilmenlik sınır dışı edilmiş, belden aşağı vurmayı utanç hanesinden silmiş, üstelik bir de böbürlenme vesilesi haline getirmiş, hem kuruyu, hem de yanındaki yaşı cayır cayır yakan bir ülke.
Güzel ülkemiz nasıl bu hale geldi?
Kim bizi birbirimize düşürdü.
Hayretle bakıyorum.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkiye yönetilmez, idare edilir demişti.
Şimdi başka bir hakikati öğreniyoruz:
Türkiye idare edilemez, ancak kendi kendini idare eder.
Ben yine de, hâlâ, iflah olmaz bir iyimserim.
Türkiye, en geç 20 yıl sonra Avrupanın en güçlü 4 ülkesinden biri haline gelecek.
Bunu kimse engelleyemez.
Bu ülke insanının girişimciliği, yaratıcılığı, hizmet sektöründe kat ettiği mesafe, genç nüfusu içimi açıyor.
Çevrem umutsuz, karamsar, ülkesine küsmüş, hatta terk etmeyi düşünen insanlarla dolu.
* * *
Ama ben umutla doluyum.
Kimse bu ülkeye, tek başına hâkim olabileceğini, ihtirasını sonuna kadar götürebileceğini, kurumlarını altüst edebileceğini sanmasın.
Ne diyor yeni liberal sözlük:
Denizler dalgalanmadan durulmaz.
Evet durulmaz, ama bu gökyüzünün altında, durulduktan sonra yeniden dalgalanmayan deniz de yoktur.
Türkiye, bu dalgalanmadan sonra bir dalgalanma daha geçirecek.
Gerçek demokrasi, kurunun yanında yaşı da yakmayan hukuk devleti, insan haklarına saygılı Türkiye, işte o ikinci dalgadan sonra gelecek.
Bekleyin, sabredin...
Ertuğrul Özkök/Hürriyet