''NEDİM'İN AĞLADIĞI AN... BİRGÜN HERKES MAĞDUR OLABİLİR''
Vatan yazarı Reha Muhtar, Nedim şener'in ağladığı anı köşesine taşırken bir eski dostuna da vefasını gösterdi..
Nedim’in ağladığı an... Bir gün herkes mağdur olabilir...
Zaten vicdanım hiçbir zaman elvermeyecekti biliyorum ama yine de, Soner’ler (Yalçın) Oda TV davasından tutuklandıklarında, dışardayken onlara açmış olduğum davaların tamamen düşürülmesi talimatını verdiğim için dün ne kadar mutlu oldum bilemezsiniz...
Nedim’i canlı yayında çıkmayan sesinden sessiz ağlayışını izlerken, Nedim müdanaasız gözyaşlarında hayatın herkese “bir gün herkesin mağdur olabileceği” gerçeğini göstermesini diledim...
Çocuğunun eteğindeki düğmeler öttüğü için, kızı Nedim’in yanına gelemediği için eteğini çıkartıp, kazağına sarınıp babasının yanına öyle gidiyor...
Doğan Yurdakul’un kızı babasına bir an önce kavuşabilmek için kazağını açarak görevlilere “bakın, sütyenim yok” diye üstünü gösteriyor...
Dün çocuklarıma sarılırken, çoğumuzun kızı, oğlu, çoluğu gözümün önüne geldi...
Tuncay’ın kızı, Mustafa‘nın çocukları, daha tanıdığım tanımadığım nicelerinin çolukları, çocukları, eşleri, sevgilileri, anaları babaları...
***
Bana “Hukukta adil olmak var, fakat merhamet yoktur” diyorlar...
Doğrudur...
Ancak benim hissettiğim merhamet değil...
Benim hissetiğim empati...
Ben çoluğundan çocuğundan uzakta, onların nefesini haftada bir, birkaç dakika görmeye hasret insanlar hakkında konuşamayacağımı, onlar hakkında dava sürdüremeyeceğimi, onlar içerde sevdiklerinden uzak nefes alıp verirken, dışarda onlarla ilgili ahkam kesemeyeceğimi söylüyorum...
Kimse kusura bakmasın...
Benim kalbim bu eşitsiz koşullardaki hesaplaşmayı kaldırmıyor...
Yaptığım ‘doğrudur’ diye bir iddiam yok...
‘Adildir’ diye bir iddiam da yok...
Yüreğim bunu kaldırmıyor, yüreğimin sesi bana ‘sus’ diyor, maruzatım bundan ibaret...
*****
GÜZEL BİR KADININ DOĞUM GÜNÜ HESAPLAŞMASI...
Dün STAR’da benimle çalışan Şafak Yavuz’u gördüm...
Televizyonlara muhteşem portreler yapardı o günlerde...
Her iyi televizyoncu gibi, çalıştığı televizyonda birileri ayağını kaydırmıştı...
Televizyonculuk öyle bir meslekti...
İyi olanın ayağını kaydırır, onu ıskartaya çıkartmaya çalışırlardı...
Merdivenlerden çıkmaya çalışırken, başıma çok gelmişti...
Kendi kendime ahdetmiştim...
“Televizyonda iyi olan birisinin önünü mutlaka aç...” demiştim kendi kendime, “Sakın önünü kesme... Günah işleme...”
Fırçalardım yanımda çalışanları, beğenmediğim kasetleri havalara fırlatırdım...
“Her şey daha iyi olsun” diye inanılmaz uğraşırdım...
Hiçbir gün, hiçbir vakit, iyi olanın önünü hafif yollu keseyim, biraz sindireyim, parlatmayayım onu demedim...
***
Kendi yetiştirdiklerim bir yana, dışardaki celebrity’lere de göz diker, onları da haber merkezine almaya çalışırdım...
Sadettin Teksoy programı elinden alındığında, bir günde kendini SHOW Haber Merkezi’nde bulmuştu...
Daha kimler?..
Bir ara Engin Ardıç’ı bile haber merkezine katmaya çalışmıştım da, teklifi yaptıktan sonra yıllardır çalıştığı STAR’dan ayrılıp, burada mutlu olmazsa sonra kendini mağdur hisseder diye kendi kendime vazgeçmiştim...
O da öyle düşünmüş olacak ki ikinci görüşmeyi yapamamıştık...
***
Rahmetli Sakıp Sabancı’nın ise maddi açıdan tuzu kuru olduğundan SHOW Haber’in yüzü olmasında bir saniye bile tereddüt etmemiştim...
Galatasaray’ın UEFA finalindeki haber bültenlerini, günlerce Sakıp Sabancı’nın da içinde olduğu ekiple yapmıştık...
Rahmetli tam bir muhabir gibi çalışmıştı...
Kopenhag’da beraber yemek yer, her gece yayın planını beraber yapardık...
Bir gün bile sektirmedi...
Her akşam 19.30 dedin mi bizim yanı başımızda ana haberde yayındaydı...
***
Sabancı’yı muhabir, Sadettin Teksoy’u haberci, Engin Ardıç’ı analist yapmaya çalıştığım SHOW Haber’in demokratik ve insana yönelik içeriğini çamurlamak isteyenler o günlerde “Cüce haberleri yapılıyor orada” derlerdi...
Şafak Yavuz’u da; Aysel Gürel, Cemal Kamacı gibi isimlerin televizyon portrelerini mükemmel biçimde işlerken görmüştüm...
Hiç bekletmeden hemen almıştım...
Bir özelliğim vardı...
Alırken maaş konuşmazdım...
Karşımdaki aylardır işsiz olabilirdi...
Haber merkezinin yüksek ücret aralığında kendine uygun düşen yerden ödenmeye başlanırdı...
“Dışarda ne aldığın beni ilgilendirmez” derdim, “Buranın kendi ücret skalasına göre alacaksınız...”
Gelenlere büyük avantaj yaratırdı bu durum...
Sadece Saba Tümer’de ters işlemiş, dezavantaj yaratmıştı...
***
Saba’ya ödediğim rakamın transfer ettiğim NTV’den 100 ya 200 lira eksik olduğu ortaya çıkmıştı...
Saba gelmişti karşıma;
- “Reha Bey” demişti, “Beni transfer ettiğiniz NTV’de şu kadar alıyordum... Siz bana daha azını veriyorsunuz... Transfer oldum, maaşım azaldı...”
Yüzüne bakmıştım, “haklısın” demiştim;
“Ne yapayım ki, sana en yüksek spiker maaşını vermekteyim, diğer spiker arkadaşınla beraber... Sana daha fazla verirsem ona ayıp ederim... Bir süre böyle devam et... Sonra ikinizi birden düzenlerim...”
***
Dün Şafak’ın (Yavuz) doğum gününde bu anılar geçti gözümün önünden...
10 yıl önce çalışmıştık Şafak’la...
Doğum gününde geçmişinin muhasebesini yapan, “bilge” bir yazı yazmış...
Benimle geçirdiği günler için teşekkür ederken, yazısını da verdi bana...
Kırklı yaşlarının başındaki bir kadının muhteşem olgunlukta yazdığı bir doğum günü yazısıydı...
Şöyleydi satırları:
“Eskiden doğum günlerim pasta demekti, hediye demekti benim için...
Biraz daha büyüdüğümde; parti, dans, eğlence, arkadaşlar demek oldu...
Daha sonra özel insanlarım için, özel olduğumu hissettiğim günler oldu...
Şimdi yine varlığımın kimler için önemli olduğunu anladığım bir gün elbette...
Ama geride kalan doğum günü sayısı arttıkça hesaplaşma başlıyor kendimle, kendiliğinden...
Neler tutmuşum?..
Neler kaçırmışım?..
Neleri saklamışım?..
Neleri tamamlayıp, neleri yarım bırakmışım yol alırken?..
Kimlere aldanmış, kimleri aldatmışım bilerek ya da bilmeden?..
Hangi hayatlara girmişim nasıl izler bırakmışım o hayatlarda?..
Kimlere açmışım kapılarımı?
Kalan kimler olmuş yanımda, hafızamda, yüreğimde yaşayan hâlâ?..
Kim kırmış, kim üzmüş beni?..
Ya da ben kimleri?..
Ne koymuşum hayata artı olarak benden?..
Ya da hayat ne vermiş bana fazladan?..
Ooo... Bu manevi hesaplaşmanın sonu da yok, matematiği de...
Sadece yüreğimde ve hafızamda kalanlar var, gerisi de küsurat zaten...
Yuvarla gitsin, küsurat dediğin zaman kaybettirir zira...
Oysa zaman kaybedilemeyecek kadar değerli...
Hoş, kaybetmek de kazanmak da bizim elimizde ya...
Hafızamda ve yüreğimde kalanlar...
Sizi andım bugün, 14 Mart doğum günümde...
Sessizce; içimden manidar gülümsemeler eşliğinde...
Ve bende bıraktığınız izler için teşekkür etmek istedim nedense...”
On yıl önce on yıl sonra...
Şafak’ta iz bırakan kişilerden biri miyim bilmiyorum, ancak kalbinden gelen muhteşem katkılarını programlara sunduğu, insanlığını ve dostluğunu hiç eksik etmediği için, ben teşekkür ederim Şafak’a...
Doğum günü kutlu olsun...
Reha MUHTAR / VATAN
Zaten vicdanım hiçbir zaman elvermeyecekti biliyorum ama yine de, Soner’ler (Yalçın) Oda TV davasından tutuklandıklarında, dışardayken onlara açmış olduğum davaların tamamen düşürülmesi talimatını verdiğim için dün ne kadar mutlu oldum bilemezsiniz...
Nedim’i canlı yayında çıkmayan sesinden sessiz ağlayışını izlerken, Nedim müdanaasız gözyaşlarında hayatın herkese “bir gün herkesin mağdur olabileceği” gerçeğini göstermesini diledim...
Çocuğunun eteğindeki düğmeler öttüğü için, kızı Nedim’in yanına gelemediği için eteğini çıkartıp, kazağına sarınıp babasının yanına öyle gidiyor...
Doğan Yurdakul’un kızı babasına bir an önce kavuşabilmek için kazağını açarak görevlilere “bakın, sütyenim yok” diye üstünü gösteriyor...
Dün çocuklarıma sarılırken, çoğumuzun kızı, oğlu, çoluğu gözümün önüne geldi...
Tuncay’ın kızı, Mustafa‘nın çocukları, daha tanıdığım tanımadığım nicelerinin çolukları, çocukları, eşleri, sevgilileri, anaları babaları...
***
Bana “Hukukta adil olmak var, fakat merhamet yoktur” diyorlar...
Doğrudur...
Ancak benim hissettiğim merhamet değil...
Benim hissetiğim empati...
Ben çoluğundan çocuğundan uzakta, onların nefesini haftada bir, birkaç dakika görmeye hasret insanlar hakkında konuşamayacağımı, onlar hakkında dava sürdüremeyeceğimi, onlar içerde sevdiklerinden uzak nefes alıp verirken, dışarda onlarla ilgili ahkam kesemeyeceğimi söylüyorum...
Kimse kusura bakmasın...
Benim kalbim bu eşitsiz koşullardaki hesaplaşmayı kaldırmıyor...
Yaptığım ‘doğrudur’ diye bir iddiam yok...
‘Adildir’ diye bir iddiam da yok...
Yüreğim bunu kaldırmıyor, yüreğimin sesi bana ‘sus’ diyor, maruzatım bundan ibaret...
*****
GÜZEL BİR KADININ DOĞUM GÜNÜ HESAPLAŞMASI...
Dün STAR’da benimle çalışan Şafak Yavuz’u gördüm...
Televizyonlara muhteşem portreler yapardı o günlerde...
Her iyi televizyoncu gibi, çalıştığı televizyonda birileri ayağını kaydırmıştı...
Televizyonculuk öyle bir meslekti...
İyi olanın ayağını kaydırır, onu ıskartaya çıkartmaya çalışırlardı...
Merdivenlerden çıkmaya çalışırken, başıma çok gelmişti...
Kendi kendime ahdetmiştim...
“Televizyonda iyi olan birisinin önünü mutlaka aç...” demiştim kendi kendime, “Sakın önünü kesme... Günah işleme...”
Fırçalardım yanımda çalışanları, beğenmediğim kasetleri havalara fırlatırdım...
“Her şey daha iyi olsun” diye inanılmaz uğraşırdım...
Hiçbir gün, hiçbir vakit, iyi olanın önünü hafif yollu keseyim, biraz sindireyim, parlatmayayım onu demedim...
***
Kendi yetiştirdiklerim bir yana, dışardaki celebrity’lere de göz diker, onları da haber merkezine almaya çalışırdım...
Sadettin Teksoy programı elinden alındığında, bir günde kendini SHOW Haber Merkezi’nde bulmuştu...
Daha kimler?..
Bir ara Engin Ardıç’ı bile haber merkezine katmaya çalışmıştım da, teklifi yaptıktan sonra yıllardır çalıştığı STAR’dan ayrılıp, burada mutlu olmazsa sonra kendini mağdur hisseder diye kendi kendime vazgeçmiştim...
O da öyle düşünmüş olacak ki ikinci görüşmeyi yapamamıştık...
***
Rahmetli Sakıp Sabancı’nın ise maddi açıdan tuzu kuru olduğundan SHOW Haber’in yüzü olmasında bir saniye bile tereddüt etmemiştim...
Galatasaray’ın UEFA finalindeki haber bültenlerini, günlerce Sakıp Sabancı’nın da içinde olduğu ekiple yapmıştık...
Rahmetli tam bir muhabir gibi çalışmıştı...
Kopenhag’da beraber yemek yer, her gece yayın planını beraber yapardık...
Bir gün bile sektirmedi...
Her akşam 19.30 dedin mi bizim yanı başımızda ana haberde yayındaydı...
***
Sabancı’yı muhabir, Sadettin Teksoy’u haberci, Engin Ardıç’ı analist yapmaya çalıştığım SHOW Haber’in demokratik ve insana yönelik içeriğini çamurlamak isteyenler o günlerde “Cüce haberleri yapılıyor orada” derlerdi...
Şafak Yavuz’u da; Aysel Gürel, Cemal Kamacı gibi isimlerin televizyon portrelerini mükemmel biçimde işlerken görmüştüm...
Hiç bekletmeden hemen almıştım...
Bir özelliğim vardı...
Alırken maaş konuşmazdım...
Karşımdaki aylardır işsiz olabilirdi...
Haber merkezinin yüksek ücret aralığında kendine uygun düşen yerden ödenmeye başlanırdı...
“Dışarda ne aldığın beni ilgilendirmez” derdim, “Buranın kendi ücret skalasına göre alacaksınız...”
Gelenlere büyük avantaj yaratırdı bu durum...
Sadece Saba Tümer’de ters işlemiş, dezavantaj yaratmıştı...
***
Saba’ya ödediğim rakamın transfer ettiğim NTV’den 100 ya 200 lira eksik olduğu ortaya çıkmıştı...
Saba gelmişti karşıma;
- “Reha Bey” demişti, “Beni transfer ettiğiniz NTV’de şu kadar alıyordum... Siz bana daha azını veriyorsunuz... Transfer oldum, maaşım azaldı...”
Yüzüne bakmıştım, “haklısın” demiştim;
“Ne yapayım ki, sana en yüksek spiker maaşını vermekteyim, diğer spiker arkadaşınla beraber... Sana daha fazla verirsem ona ayıp ederim... Bir süre böyle devam et... Sonra ikinizi birden düzenlerim...”
***
Dün Şafak’ın (Yavuz) doğum gününde bu anılar geçti gözümün önünden...
10 yıl önce çalışmıştık Şafak’la...
Doğum gününde geçmişinin muhasebesini yapan, “bilge” bir yazı yazmış...
Benimle geçirdiği günler için teşekkür ederken, yazısını da verdi bana...
Kırklı yaşlarının başındaki bir kadının muhteşem olgunlukta yazdığı bir doğum günü yazısıydı...
Şöyleydi satırları:
“Eskiden doğum günlerim pasta demekti, hediye demekti benim için...
Biraz daha büyüdüğümde; parti, dans, eğlence, arkadaşlar demek oldu...
Daha sonra özel insanlarım için, özel olduğumu hissettiğim günler oldu...
Şimdi yine varlığımın kimler için önemli olduğunu anladığım bir gün elbette...
Ama geride kalan doğum günü sayısı arttıkça hesaplaşma başlıyor kendimle, kendiliğinden...
Neler tutmuşum?..
Neler kaçırmışım?..
Neleri saklamışım?..
Neleri tamamlayıp, neleri yarım bırakmışım yol alırken?..
Kimlere aldanmış, kimleri aldatmışım bilerek ya da bilmeden?..
Hangi hayatlara girmişim nasıl izler bırakmışım o hayatlarda?..
Kimlere açmışım kapılarımı?
Kalan kimler olmuş yanımda, hafızamda, yüreğimde yaşayan hâlâ?..
Kim kırmış, kim üzmüş beni?..
Ya da ben kimleri?..
Ne koymuşum hayata artı olarak benden?..
Ya da hayat ne vermiş bana fazladan?..
Ooo... Bu manevi hesaplaşmanın sonu da yok, matematiği de...
Sadece yüreğimde ve hafızamda kalanlar var, gerisi de küsurat zaten...
Yuvarla gitsin, küsurat dediğin zaman kaybettirir zira...
Oysa zaman kaybedilemeyecek kadar değerli...
Hoş, kaybetmek de kazanmak da bizim elimizde ya...
Hafızamda ve yüreğimde kalanlar...
Sizi andım bugün, 14 Mart doğum günümde...
Sessizce; içimden manidar gülümsemeler eşliğinde...
Ve bende bıraktığınız izler için teşekkür etmek istedim nedense...”
On yıl önce on yıl sonra...
Şafak’ta iz bırakan kişilerden biri miyim bilmiyorum, ancak kalbinden gelen muhteşem katkılarını programlara sunduğu, insanlığını ve dostluğunu hiç eksik etmediği için, ben teşekkür ederim Şafak’a...
Doğum günü kutlu olsun...
Reha MUHTAR / VATAN