"NE ZAMAN MEHMET ÖZ GELSE AMERİKA'DAN,BİZİM EVİN HUZURU KAÇIYOR" DİYEN ÜNLÜ KÖŞE YAZARI KİM?..ÜNLÜ DOKTORUN YENİ KİTABININ ETKİLERİ YAZARIN HAYATINA NASIL YANSIDI?..EŞİ VE KIZI ÜNLÜ YAZARDAN NE İSTEDİLER?..
Profesör Mehmet Öz'den anlıyoruz artık, yazın geldiğini...Her yaz başı Mehmet Öz geliyor, elinde tuğla gibi bir kitap...Gelsin tabii.Memleketidir.Ama ne zaman Mehmet Öz gelse Amerika'dan, bizim evin huzuru kaçıyor birader.
Mehmet Öz sendromu...
Mübarek diyet ayları geldi...
Havada peeling kokusu var.
Hanımlarda bir tatlı telaş.
Keyifle soyuluyorlar...
Hem ciltten... Hem cepten.
Halbuki, ne güzel mevsimdi eskiden...
Kiraz çıkardı.
Karpuz çıkardı.
Ya şimdi?
Mehmet Öz çıkıyor!
Profesör Mehmet Öz'den anlıyoruz artık, yazın geldiğini... Her yaz başı Mehmet Öz geliyor, elinde tuğla gibi bir kitap...
Gelsin tabii.
Memleketidir.
Ama ne zaman Mehmet Öz gelse Amerika'dan, bizim evin huzuru kaçıyor birader.
Geçen akşam gittim eve, mesela... Değerli eşim, kapıda bekliyor. Elinde mezura...
- Bu ne?
- Belini ölçeceğim...
- Niye?
- Mehmet Öz söyledi.
- İllallah be kardeşim, gene ne dedi?
- Çok konuşma, dur şöyle!
Durduk mecburen... Eşim de terzi gibi belimi ölçtü... Zannedersin pantolon diktireceğiz...
Meğer, bu seneki yeni kitabın bombası buymuş... Belinin çevresini ölçüyorsun, belinin çevresi, boyunun yarısından az edecek... Eğer belinin çevresi, boyunun yarısından fazlaysa, kalpten ölüyorsun... Benim anladığım bu.
Ölçtük.
Benim belim, boyumdan uzun çıktı.
E tabii, hır çıktı.
O yasak, bu yasak.
Onu yeme, bunu yeme.
Çünkü, Mehmet Öz'ün hesabına göre, bugüne kadar yaşıyor olmam, doğanın mucizesi!
Geçen sene de yaşamıştık, aynı krizi.
Geldi Mehmet Öz.
Bir elinde kitap, bir elinde fındık.
Bunu oku, bunu ye.
İtiraf edeyim, okumadım... Ama yedim.
Hem de, ne yemek...
Ayıptır söylemesi, ben fındığı kuru kuruya yiyemem, prensip olarak... Rakıyla fındık, viskiyle fındık, birayla fındık...
Zayıflamak için fındık yedik, 20 kilo aldık!
Eşim, isyan haliyle...
- 2-3 tane yiyeceksin, 2-3 kilo değil...
- Ben anlamam.
- Nasıl anlamazsın?
- Ye dedi, yedim, Mehmet Öz'e sinirlen.
- Yarın doooğru doktora gidiyoruz...
- Mehmet Öz'ün gelişini bekleseydik...
- Cıvıtma, yarın gidiyoruz!
Sert erkek olduğumuz için, bizim evde emirleri hanım verir, gördüğünüz gibi...
Gittik, tıpış tıpış... Cihaza mihaza girdik...
Damarlar olmuş, kablo!
Allah sizi inandırsın, 220 volt elektrik geçer ama, kan geçer mi, orası şüpheli...
Kolesterol desen... Çift sarılı yumurta bile, benim kolesterolün yanında "light" kalıyor.
Netice?
O yasak, bu yasak.
Fındığa dokunmam bile yasak!
Fındık dediğin de öyle ha deyince, bırakılmıyor ki... Bağımlılık yapıyor.
Neyse...
"Ağız tadıyla" ölmemize izin verilmediği için bir senedir "ot"luyorduk...
Tam geviş getirmeyi öğrenmiştik ki...
Başımıza "mezura" çıktı.
Bugünlerde, her akşam aynı terane.
Annesi talimat vermiş, sevgili kızım, düzenli olarak belimi ölçüyor, halime kıkırdayarak.
Tek iyi tarafı var...
Her şey yasak.
Göbeğini içine çekebiliyorsun ölçerken...
O serbest.
Şimdiden kara kara düşünüyorum, gelecek yazı... Ve dua ediyorum, "Allahım lütfen, Mehmet Öz seneye Türkiye'ye gelmesin, tatile Japonya'ya falan gitsin..."
Yılmaz Özdil/SABAH
Mübarek diyet ayları geldi...
Havada peeling kokusu var.
Hanımlarda bir tatlı telaş.
Keyifle soyuluyorlar...
Hem ciltten... Hem cepten.
Halbuki, ne güzel mevsimdi eskiden...
Kiraz çıkardı.
Karpuz çıkardı.
Ya şimdi?
Mehmet Öz çıkıyor!
Profesör Mehmet Öz'den anlıyoruz artık, yazın geldiğini... Her yaz başı Mehmet Öz geliyor, elinde tuğla gibi bir kitap...
Gelsin tabii.
Memleketidir.
Ama ne zaman Mehmet Öz gelse Amerika'dan, bizim evin huzuru kaçıyor birader.
Geçen akşam gittim eve, mesela... Değerli eşim, kapıda bekliyor. Elinde mezura...
- Bu ne?
- Belini ölçeceğim...
- Niye?
- Mehmet Öz söyledi.
- İllallah be kardeşim, gene ne dedi?
- Çok konuşma, dur şöyle!
Durduk mecburen... Eşim de terzi gibi belimi ölçtü... Zannedersin pantolon diktireceğiz...
Meğer, bu seneki yeni kitabın bombası buymuş... Belinin çevresini ölçüyorsun, belinin çevresi, boyunun yarısından az edecek... Eğer belinin çevresi, boyunun yarısından fazlaysa, kalpten ölüyorsun... Benim anladığım bu.
Ölçtük.
Benim belim, boyumdan uzun çıktı.
E tabii, hır çıktı.
O yasak, bu yasak.
Onu yeme, bunu yeme.
Çünkü, Mehmet Öz'ün hesabına göre, bugüne kadar yaşıyor olmam, doğanın mucizesi!
Geçen sene de yaşamıştık, aynı krizi.
Geldi Mehmet Öz.
Bir elinde kitap, bir elinde fındık.
Bunu oku, bunu ye.
İtiraf edeyim, okumadım... Ama yedim.
Hem de, ne yemek...
Ayıptır söylemesi, ben fındığı kuru kuruya yiyemem, prensip olarak... Rakıyla fındık, viskiyle fındık, birayla fındık...
Zayıflamak için fındık yedik, 20 kilo aldık!
Eşim, isyan haliyle...
- 2-3 tane yiyeceksin, 2-3 kilo değil...
- Ben anlamam.
- Nasıl anlamazsın?
- Ye dedi, yedim, Mehmet Öz'e sinirlen.
- Yarın doooğru doktora gidiyoruz...
- Mehmet Öz'ün gelişini bekleseydik...
- Cıvıtma, yarın gidiyoruz!
Sert erkek olduğumuz için, bizim evde emirleri hanım verir, gördüğünüz gibi...
Gittik, tıpış tıpış... Cihaza mihaza girdik...
Damarlar olmuş, kablo!
Allah sizi inandırsın, 220 volt elektrik geçer ama, kan geçer mi, orası şüpheli...
Kolesterol desen... Çift sarılı yumurta bile, benim kolesterolün yanında "light" kalıyor.
Netice?
O yasak, bu yasak.
Fındığa dokunmam bile yasak!
Fındık dediğin de öyle ha deyince, bırakılmıyor ki... Bağımlılık yapıyor.
Neyse...
"Ağız tadıyla" ölmemize izin verilmediği için bir senedir "ot"luyorduk...
Tam geviş getirmeyi öğrenmiştik ki...
Başımıza "mezura" çıktı.
Bugünlerde, her akşam aynı terane.
Annesi talimat vermiş, sevgili kızım, düzenli olarak belimi ölçüyor, halime kıkırdayarak.
Tek iyi tarafı var...
Her şey yasak.
Göbeğini içine çekebiliyorsun ölçerken...
O serbest.
Şimdiden kara kara düşünüyorum, gelecek yazı... Ve dua ediyorum, "Allahım lütfen, Mehmet Öz seneye Türkiye'ye gelmesin, tatile Japonya'ya falan gitsin..."
Yılmaz Özdil/SABAH