''NE YAPSIN SAVCI ÖRTBAS MI ETSİN?'' İKİNCİ DALGAYA GÜLERCE YORUMU!
2011 yılını "Medyada Tasfiye Yılı" ilan eden Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce son gözaltıları bakın nasıl yorumladı...
Oda TV’de ikinci dalga ve tsunami...
Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan Oda TV operasyonunun ikinci dalgasında, yeni aramalar ve gözaltılar var.
Biliyorum, bugün birileri yine basın özgürlüğünü hatırlayacak. İktidarın, gazetecilere ve muhaliflerine yönelik yeni bir yıldırma hamlesi başlattığını söyleyecek, yazacak. Ergenekon dostları ve dayanışma merkezleri, seslerini yine yükseltecekler.
Ergenekon davası başladığından beri, bu ülkede vesayet sisteminin devamını isteyenler, statükoya "zaptiyelik" yapanlar, müthiş bir direnç gösteriyorlar. Payandalıklarını gizleyebilmek için, sureti haktan görünüyor, "muhalif" ayağına yatıyor, "askerî vesayete karşı olmak iyi bir şeydir ama sivil vesayete de karşı olmak lazım." deyip konuyu AK Parti düşmanlığına kaydırıyorlar. Devam eden bir davada yargıya açıkça baskı var. Bir yandan "yargısız infaz yapılmasın" denirken, bir yandan tutuklular için mahkemelerin kararı beklenmeden, "onlar suçsuz, onlar birer kahraman" deniliyor.
Oda TV ile ilgili ikinci dalgaya bakalım. Yargıya intikal etmiş ciddi iddialar var. 22 Şubat 2011 tarihli Akşam gazetesinin haberine göre, Soner Yalçın ve Oda TV’nin iki çalışanını tutuklatan belgelerden biri, ofisteki bilgisayarın hard diskinde bulundu. "teRTEmiz" isimli notta, medyayı kullanma çalışması yapılmış ve şunlar sıralanmış: "AK Parti’nin çıkardığı her yasanın, Atatürk devrimlerine karşı olduğu afişe edilecek... AK Parti’nin gerçek maksadının şeriat devleti kurmak olduğu, hep gündemde tutulacak... Ergenekon davasının, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma ve etkisizleştirme amaçlı olduğu, medyada sürekli işlenecek... Türk Silahlı Kuvvetleri’ni tahrik edici haberler yapılacak... Şehit cenazeleri ön plana çıkarılacak... "Sivil dikta" ve "sivil darbe" konusu sürekli işlenecek..."
Bir kısım medyada çıkan haber ve yorumlar, tam da bu paralelde değil mi? Tamam herkesi zan altında bırakmak yanlış. Ama Ergenekon korosunun, perde gerisindeki şeften habersiz çaldığını kabul etmek de, şunca olan bitenden sonra fazla saflık olmaz mı?
Yine Oda TV’de ele geçirilen bir belgeye göre, Ergenekon’un medya ile ilgili dört aşamalı bir eylem planını anlatan "Ulusal Medya 2010" adlı belgeyi de hatırlamak gerekiyor. O belgede de, bir "Ergenekon medyası" oluşturulması, davaya destek veren basının yıpratılması (yandaş medya saldırısını hatırlayınız. HG) ve AK Parti’nin TSK’yı ve yargıyı ele geçireceği propagandasının eklenerek Ergenekon davasının sulandırılması planı var. Soruşturma sürecinde delillerin boşa çıkartılması, değersizleştirilmesi, küçük hataların gündeme taşınarak, davanın geneliyle ilgili şüphe ve tereddütlerin oluşturulması var...
Bunların hepsi yapılmadı mı, yapılmıyor mu? Elde edilen belgelerde, dün evlerinde arama yapılan şahısların da isimleri geçiyor. Yani savcılar ne yapsın? Görmezden gelip, örtbas mı etsin? Hâkimler, delilleri ciddiye almayıp tutuklama vermesin mi? Bu süreç işlemesin mi?
Devlet içinde; faili meçhullerden Danıştay saldırısına, milleti Sünni-Alevi, Türk-Kürt diye bölmeye kadar tezgâhlanmış bir yığın provokasyona, meşru hükümeti devirmeye yönelik darbe hazırlığına kadar, ciddi iddialar ile suçlanan karanlık yapılardan söz ediyoruz. Hâlâ ciddiye almayanlar çıkabilir. Ama ben, en azından 15 gün önce, emekli Albay Cemal Temizöz davasında, "1993-1997 yılları arasındaki faili meçhuller devlet politikasıydı." dediği için ifade veren, emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın mahkemedeki şu sözlerini çok ciddiye alıyorum:
"Bu ülkede binlerce faili meçhul cinayet varsa, bunların devlet politikası olmadan yapılamayacağını düşünüyorum. Buradakiler beraat etseler de, ’faili meçhuller, devlet politikası değil’ demeyeceğim..."
Belli seviyeye gelmiş bir insanın bu sözleri, aslında süren davaların, eninde sonunda bir tsunami etkisi yapacağını anlatıyor. Ben, işin içinde olanların da bir gün vicdanlarının kanayacağına ve konuşacaklarına inanıyorum...
Hüseyin Gülerce/Zaman
Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan Oda TV operasyonunun ikinci dalgasında, yeni aramalar ve gözaltılar var.
Biliyorum, bugün birileri yine basın özgürlüğünü hatırlayacak. İktidarın, gazetecilere ve muhaliflerine yönelik yeni bir yıldırma hamlesi başlattığını söyleyecek, yazacak. Ergenekon dostları ve dayanışma merkezleri, seslerini yine yükseltecekler.
Ergenekon davası başladığından beri, bu ülkede vesayet sisteminin devamını isteyenler, statükoya "zaptiyelik" yapanlar, müthiş bir direnç gösteriyorlar. Payandalıklarını gizleyebilmek için, sureti haktan görünüyor, "muhalif" ayağına yatıyor, "askerî vesayete karşı olmak iyi bir şeydir ama sivil vesayete de karşı olmak lazım." deyip konuyu AK Parti düşmanlığına kaydırıyorlar. Devam eden bir davada yargıya açıkça baskı var. Bir yandan "yargısız infaz yapılmasın" denirken, bir yandan tutuklular için mahkemelerin kararı beklenmeden, "onlar suçsuz, onlar birer kahraman" deniliyor.
Oda TV ile ilgili ikinci dalgaya bakalım. Yargıya intikal etmiş ciddi iddialar var. 22 Şubat 2011 tarihli Akşam gazetesinin haberine göre, Soner Yalçın ve Oda TV’nin iki çalışanını tutuklatan belgelerden biri, ofisteki bilgisayarın hard diskinde bulundu. "teRTEmiz" isimli notta, medyayı kullanma çalışması yapılmış ve şunlar sıralanmış: "AK Parti’nin çıkardığı her yasanın, Atatürk devrimlerine karşı olduğu afişe edilecek... AK Parti’nin gerçek maksadının şeriat devleti kurmak olduğu, hep gündemde tutulacak... Ergenekon davasının, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratma ve etkisizleştirme amaçlı olduğu, medyada sürekli işlenecek... Türk Silahlı Kuvvetleri’ni tahrik edici haberler yapılacak... Şehit cenazeleri ön plana çıkarılacak... "Sivil dikta" ve "sivil darbe" konusu sürekli işlenecek..."
Bir kısım medyada çıkan haber ve yorumlar, tam da bu paralelde değil mi? Tamam herkesi zan altında bırakmak yanlış. Ama Ergenekon korosunun, perde gerisindeki şeften habersiz çaldığını kabul etmek de, şunca olan bitenden sonra fazla saflık olmaz mı?
Yine Oda TV’de ele geçirilen bir belgeye göre, Ergenekon’un medya ile ilgili dört aşamalı bir eylem planını anlatan "Ulusal Medya 2010" adlı belgeyi de hatırlamak gerekiyor. O belgede de, bir "Ergenekon medyası" oluşturulması, davaya destek veren basının yıpratılması (yandaş medya saldırısını hatırlayınız. HG) ve AK Parti’nin TSK’yı ve yargıyı ele geçireceği propagandasının eklenerek Ergenekon davasının sulandırılması planı var. Soruşturma sürecinde delillerin boşa çıkartılması, değersizleştirilmesi, küçük hataların gündeme taşınarak, davanın geneliyle ilgili şüphe ve tereddütlerin oluşturulması var...
Bunların hepsi yapılmadı mı, yapılmıyor mu? Elde edilen belgelerde, dün evlerinde arama yapılan şahısların da isimleri geçiyor. Yani savcılar ne yapsın? Görmezden gelip, örtbas mı etsin? Hâkimler, delilleri ciddiye almayıp tutuklama vermesin mi? Bu süreç işlemesin mi?
Devlet içinde; faili meçhullerden Danıştay saldırısına, milleti Sünni-Alevi, Türk-Kürt diye bölmeye kadar tezgâhlanmış bir yığın provokasyona, meşru hükümeti devirmeye yönelik darbe hazırlığına kadar, ciddi iddialar ile suçlanan karanlık yapılardan söz ediyoruz. Hâlâ ciddiye almayanlar çıkabilir. Ama ben, en azından 15 gün önce, emekli Albay Cemal Temizöz davasında, "1993-1997 yılları arasındaki faili meçhuller devlet politikasıydı." dediği için ifade veren, emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın mahkemedeki şu sözlerini çok ciddiye alıyorum:
"Bu ülkede binlerce faili meçhul cinayet varsa, bunların devlet politikası olmadan yapılamayacağını düşünüyorum. Buradakiler beraat etseler de, ’faili meçhuller, devlet politikası değil’ demeyeceğim..."
Belli seviyeye gelmiş bir insanın bu sözleri, aslında süren davaların, eninde sonunda bir tsunami etkisi yapacağını anlatıyor. Ben, işin içinde olanların da bir gün vicdanlarının kanayacağına ve konuşacaklarına inanıyorum...
Hüseyin Gülerce/Zaman