Nazlı Ilıcak'ı koğuş arkadaşı anlattı: "Cezaevi kuaförüne yaptırdım. Olmuş mu"
FETÖ soruşturması kapsamında tutuklanan ve Nazlı Ilıcak ile aynı koğuşta kalan gazeteci Mediha Olgun, Ilıcak ile cezaevinde yaşadıklarını kaleme aldı.
FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimini önceden bildikleri iddiasıyla gazeteci Nazlı Ilıcak'ın da aralarında bulunduğu 6'sı tutuklu 7 sanığın geçtiğimiz hafta son sözleri alındı.
Tutuklu sanık Nazlı Ilıcak, “Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihadı benim masumiyetimi göstermektedir. Mehmet Altan’a yöneltilen suçlamalar benimkiyle benzerdir. Bizim durumumuz AYM kararıyla emsal sayılmıştır. Kararınızın bu içtihat çerçevesinde vermenizi diliyorum ve beraatimi talep ediyorum” dedi. Masumiyeti konusunda ısrar ederek beraatini talep eden Nazlı Ilıcakla aynı koğuşu paylaşan gazeteci Mediha Olgun, kitabında Ilıcak ile ilgili çok önemli açıklamalarda bulundu.
Sözcü'nün internet sitesi çalışanı Mediha Olgun, 'FETÖ' soruşturması kapsamında 19 Mayıs 2017'de tutuklanmış ve cezaevinde Nazlı Ilıcak ile aynı koğuşu paylaşmıştı.
120 gün cezaevinde kalan Olgun, 22 Eylül 2017'de tahliye edildi. Anılarını yazan Mediha Olgun, '19 Mayıs' isimli kitabında, Ilıcak ile ilgili oldukça çarpıcı bilgilere yer verdi. Kitapta, Ilıcak'ın evlilikleri, cezaevinde nasıl giyindiği, FETÖ konusunda düşündükleri, gazetecilere ve gazeteciliğe yönelik açıklamaları da yer alıyor.
İşte o kitaptan gündeme bomba gibi düşecek ve oldukça ses getirecek ayrıntılar:
“KEMAL,TAŞRALI BİR MUHAFAZAKÂR"
"Nazlı’nın herkesle bir hikâyesi var neredeyse. Olacak şey değil diyorum içimden o anlatırken. Ve herkes taşralı ona göre. Çok ünlü bir medya patronu ve eşinden de taşralı diye bahsediyor. Bir gün bir davette evlerine gitmiş de çok şaşırmış sofra düzenlerine, kullandıkları eşyalara falan. Herkes taşralı da bir o saraylı anlaşılan! “Bu isimleri bile küçümseyen Nazlı Ilıcak beni kim bilir nasıl görüyordur” diye düşünmeden edemiyorum. Sahi ben neyim acaba onun gözünde? Beni bilmiyorum şimdilik ama ilk eşinin de kendi deyimiyle “Taşralı bir muhafazakâr” olduğunu yine ondan öğreniyorum.
O öyle diyor ama bence rahmetli Kemal Bey gerçek bir beyefendiymiş. İnsanmış. Bir kere büyük bir nezaketle Nazlı Hanım’ı idare etmiş yıllarca. İnançlı, çalışkan ve azimliymiş. Amasya’dan gelip alalade bir gazetede işe başlayıp yükselmek ve zor durumda olan Tercüman’ı satın almak kolay değil. İşte tam da Tercümanı aldıktan sonra Nazlı Hanım’ın annesi İhsan Hanım devreye girmiş ve Kemal Beyi evine çağırıp Nazlı Hanım ile tanıştırmış evlenmeleri için. Nazlı Hanım istemiyormuş Kemal Bey ile evlenmeyi. Çünkü Kemal Bey ona uygun biri değilmiş.
Notre Dame De Sion mezunu olduğunu her fırsatta dile getiren Ilıcak, “Annem, Kemal Bey’e benim sevdiğim şeyleri söyleyip gönlümü alabilmesi için uğraşmış. Kemal bana hep sigara getirirdi mesela. Sigara çok bulunmazdı o zamanlar. Parlament sigarası içerdim ben. Bizimkiler de Tercüman falan nedeniyle evlenmemi istediler onunla. Babam Adalet Partili olduğundan gazete patronu olması hoşlarına gitti. Ben de kabul ettim evlendim. Onu yepyeni bir insan yaptım. O muhafazakâr biriydi, taşralıydı. Oruç falan da tutardı, ben bir gün bile oruç tutmazdım. Şimdi düşünüyorum da insan kocası oruçken oruç tutar herhalde. Ben niye yapmamışım ki? İçki de içmezdi. Ben evde partiler falan verirdim o öyle otururdu bir köşede. Üzülürdüm bazen haline. O vefat ettiğinde herkes beni suçladı. Ama benim ne alakam olabilir ki…”
"KEMAL VEFAT ETTİĞİNDE HERKES BENİ SUÇLADI"
“Nasıl vefat etmişti Kemal Bey?” diye sordum, “Beyin kanamasından” dedi. “İflas etmiş, suçlanmıştı. Herkes benden bildi vefatını da iflasını da. Hâlbuki o ölünce ben öyle zor günler geçirdim ki…” dedi.
KAHVE İÇERKEN TEK KONUMUZ VAR, O DA AK PARTİ
Üç kere müebbetten yargılanmasına rağmen diri, üstelik 73 yaşında. Kahve içerken tek konumuz var, o da Ak Parti. Ilıcak kızgın. Bense başka bir dünyada gibiyim. O yüzden anlattıklarının çoğunu dinlemiyorum. Söz dönüp dolaşıp iddianamesine geliyor. Yine isyan ediyor. Yaklaşık iki saat dinliyorum onu hiçbir şey söylemeden. Karşımda sanki televizyon programı yapıyor gibi konuşuyor. Tek düze ve sıkıcı bir konuşması var. Hep aynı şeyleri söyleyip duruyor. Gözlerinde ve sözlerinde bolca nefret ve intikam isteği seziyorum. Nefret duygusu objektif kalmasını engelliyor.
Her olayı dönüp dolaşıp Ak Parti’ye getiriyor. Nefret duygusu belki de onu ayakta tutan. Yoksa başka neden ve nasıl benden daha iyi görünebilir ki…
"Nazlı Hanım’ı izliyordum çaktırmadan. Bu kadar az makyajlı halini ilk kez görüyordum onun. Televizyon programlarında makyajlı ve hep çok şıktı zaplarken gördüğüm kadarıyla.
Biraz dağınık şimdi... Üstünde Bodrum tarzı askılı çiçekli mor şile bezi bir elbise ve beyaz merserize bir hırka vardı. Omuzlarının biraz aşağısına kadar uzamış saçları da bakımlı cezaevi koşullarına göre. Arkasından kancalı kahverengi bir tokayla toplamıştı dip boyası bile gelmemiş saçlarını. Hatta meç vardı bir miktar anladığım kadarıyla. Açıklı koyulu sarı tonları meç olduğu anlamına geliyordu sanırım. “Demek ki boyuyor sık sık ama nasıl?” diye düşündüm. Yaşına rağmen iyi göründüğü aşikârdı. Hatta arkadan otuzlu yaşlarını yaşayan bir kadından farkı yoktu neredeyse. Yüzünde öne çıkan herhangi bir ifade de yoktu. Acı, keder, pişmanlık, mutluluk gibi… Kabullenmişlik vardı daha çok. Koğuşa alışmış kanıksamış, normalleştirmiş her şeyi. Çarşaflarımı sererken televizyondan aşina olduğum korktuğum o hin bakış bana doğru her döndüğünde kafamı başka yöne çevirdim ben de. Çaktırmadan dikkatlice onu izlediğimi fark edince;
“Nasıl Bodrum tarzı elbisemi beğendin mi” dedi. Cevabım hazırdı:
“Evet, güzelmiş.”
“Saçlarımda da meç var. Cezaevi kuaförüne yaptırdım. Olmuş mu? Senin de yaptıracağın bir şey olursa söyle çağıralım” dedi."
KİM GAZETECİ KİM DEĞİL KAVGASI…
Havalandırmada ''Muhabirlik öyle güzel ki insan yaşadığını anlıyor. Köşe yazarlığına göre çok daha kıymetli bir şey bence. Hatta köşe yazarlığı gazetecilik bile değil bana göre” dedim. Bir anda yüzü buz tutan Nazlı Hanım, “Olur mu canım. Köşe yazarlığı da gazetecilik” dedi.
“Ne yapıyorlar ki gazetecilik namına” dedim.
Bana “Biz de araştırıyoruz, soruşturuyoruz. Emek veriyoruz yazdıklarımıza” dedi ve “Hem ben ara ara röportajlar da yapıyordum” diye de ekledi. O sırada koğuşumuzun diğer muhabiri Büşra, “Zekeriya Öz röportajı gibi mi?” dedi gülerek. Nazlı Hanım, “O dönem o röportaj başarıydı” dedi bozuntuya vermeden. Ben konuyu deşmeye kararlı bir şekilde, “Bir kere zenginlik içinde yüzen kişiden gazeteci olmaz, ona gazeteci denemez” dedim ve devam ettim:
“Otobüse tramvaya vapura binmeyen, halkın içine çıkmayan, plazalardan ahkâm kesen kişiye nasıl gazeteci denir. Ona siyasetçi falan demek lazım.”
Nazlı Hanım iyice sinirlenip belli etmeden, “Ama sen de şimdi ne yaptın. Köşe yazarlığının da muhabirliğin de yeri ayrı diyelim olsun bitsin,” dedi.
“Ayrı tamam da gazetecilik köşe yazarlığından çok daha önemli bir şey. Herkes köşe yazarı olur ama herkes muhabir olamaz. Muhabirler götürür gazeteyi. Köşe yazarı olsa da olur olmasa da olur.”
Koğuşun diğer muhabiri, “Kesinlikle katılıyorum ben de. İnsanlar torpille köşe yazarı oluyor mesela ülkemizde. Siz de kocanız sayesinde gazeteci olmuşsunuz” dedi hırsla.
Ben o tartışmaya girmedim ama Nazlı Hanım çileden çıktı bu sözler karşısında: “Herkes birilerinin bir şeyiyle bir yerlere geliyor. Ben iyi bir gazeteci olmasam kalamazdım yerimde. Torpil bir yere kadar” dedi.
Ben araya girip, “Köşe yazarı diyelim” dedim Nazlı Hanım’ın gazeteci sözünü düzelterek ve ekledim: “Tabi muhabirlikten gelme köşe yazarı olursa o ayrı. Tadından yenmiyor o zaman. Yılmaz Özdil mesela. Adam köşe yazarı ama hâlâ muhabir gibi… Bütün yazıları da bir muhabir titizliğinde...” Nazlı Hanım, “Ne var canım. Ben de araştırıp yazıyorum” diyecek oldu ama iki muhabir karşısında bu tartışmadan kazanarak çıkamayacağından emin olduğundan sustu.
Akşam olmakta olduğundan usul usul ve az sonra havalandırmanın kapısı kapanacağından toparlanıp ortak salona çıktık.
Nazlı Hanım odasına geçti namaz kılmak için. O dua diyor yaptığına, namaz gibi dua gibi ama ikisi de değil sanki."
Tutuklu sanık Nazlı Ilıcak, “Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi içtihadı benim masumiyetimi göstermektedir. Mehmet Altan’a yöneltilen suçlamalar benimkiyle benzerdir. Bizim durumumuz AYM kararıyla emsal sayılmıştır. Kararınızın bu içtihat çerçevesinde vermenizi diliyorum ve beraatimi talep ediyorum” dedi. Masumiyeti konusunda ısrar ederek beraatini talep eden Nazlı Ilıcakla aynı koğuşu paylaşan gazeteci Mediha Olgun, kitabında Ilıcak ile ilgili çok önemli açıklamalarda bulundu.
Sözcü'nün internet sitesi çalışanı Mediha Olgun, 'FETÖ' soruşturması kapsamında 19 Mayıs 2017'de tutuklanmış ve cezaevinde Nazlı Ilıcak ile aynı koğuşu paylaşmıştı.
120 gün cezaevinde kalan Olgun, 22 Eylül 2017'de tahliye edildi. Anılarını yazan Mediha Olgun, '19 Mayıs' isimli kitabında, Ilıcak ile ilgili oldukça çarpıcı bilgilere yer verdi. Kitapta, Ilıcak'ın evlilikleri, cezaevinde nasıl giyindiği, FETÖ konusunda düşündükleri, gazetecilere ve gazeteciliğe yönelik açıklamaları da yer alıyor.
İşte o kitaptan gündeme bomba gibi düşecek ve oldukça ses getirecek ayrıntılar:
“KEMAL,TAŞRALI BİR MUHAFAZAKÂR"
"Nazlı’nın herkesle bir hikâyesi var neredeyse. Olacak şey değil diyorum içimden o anlatırken. Ve herkes taşralı ona göre. Çok ünlü bir medya patronu ve eşinden de taşralı diye bahsediyor. Bir gün bir davette evlerine gitmiş de çok şaşırmış sofra düzenlerine, kullandıkları eşyalara falan. Herkes taşralı da bir o saraylı anlaşılan! “Bu isimleri bile küçümseyen Nazlı Ilıcak beni kim bilir nasıl görüyordur” diye düşünmeden edemiyorum. Sahi ben neyim acaba onun gözünde? Beni bilmiyorum şimdilik ama ilk eşinin de kendi deyimiyle “Taşralı bir muhafazakâr” olduğunu yine ondan öğreniyorum.
O öyle diyor ama bence rahmetli Kemal Bey gerçek bir beyefendiymiş. İnsanmış. Bir kere büyük bir nezaketle Nazlı Hanım’ı idare etmiş yıllarca. İnançlı, çalışkan ve azimliymiş. Amasya’dan gelip alalade bir gazetede işe başlayıp yükselmek ve zor durumda olan Tercüman’ı satın almak kolay değil. İşte tam da Tercümanı aldıktan sonra Nazlı Hanım’ın annesi İhsan Hanım devreye girmiş ve Kemal Beyi evine çağırıp Nazlı Hanım ile tanıştırmış evlenmeleri için. Nazlı Hanım istemiyormuş Kemal Bey ile evlenmeyi. Çünkü Kemal Bey ona uygun biri değilmiş.
Notre Dame De Sion mezunu olduğunu her fırsatta dile getiren Ilıcak, “Annem, Kemal Bey’e benim sevdiğim şeyleri söyleyip gönlümü alabilmesi için uğraşmış. Kemal bana hep sigara getirirdi mesela. Sigara çok bulunmazdı o zamanlar. Parlament sigarası içerdim ben. Bizimkiler de Tercüman falan nedeniyle evlenmemi istediler onunla. Babam Adalet Partili olduğundan gazete patronu olması hoşlarına gitti. Ben de kabul ettim evlendim. Onu yepyeni bir insan yaptım. O muhafazakâr biriydi, taşralıydı. Oruç falan da tutardı, ben bir gün bile oruç tutmazdım. Şimdi düşünüyorum da insan kocası oruçken oruç tutar herhalde. Ben niye yapmamışım ki? İçki de içmezdi. Ben evde partiler falan verirdim o öyle otururdu bir köşede. Üzülürdüm bazen haline. O vefat ettiğinde herkes beni suçladı. Ama benim ne alakam olabilir ki…”
"KEMAL VEFAT ETTİĞİNDE HERKES BENİ SUÇLADI"
“Nasıl vefat etmişti Kemal Bey?” diye sordum, “Beyin kanamasından” dedi. “İflas etmiş, suçlanmıştı. Herkes benden bildi vefatını da iflasını da. Hâlbuki o ölünce ben öyle zor günler geçirdim ki…” dedi.
KAHVE İÇERKEN TEK KONUMUZ VAR, O DA AK PARTİ
Üç kere müebbetten yargılanmasına rağmen diri, üstelik 73 yaşında. Kahve içerken tek konumuz var, o da Ak Parti. Ilıcak kızgın. Bense başka bir dünyada gibiyim. O yüzden anlattıklarının çoğunu dinlemiyorum. Söz dönüp dolaşıp iddianamesine geliyor. Yine isyan ediyor. Yaklaşık iki saat dinliyorum onu hiçbir şey söylemeden. Karşımda sanki televizyon programı yapıyor gibi konuşuyor. Tek düze ve sıkıcı bir konuşması var. Hep aynı şeyleri söyleyip duruyor. Gözlerinde ve sözlerinde bolca nefret ve intikam isteği seziyorum. Nefret duygusu objektif kalmasını engelliyor.
Her olayı dönüp dolaşıp Ak Parti’ye getiriyor. Nefret duygusu belki de onu ayakta tutan. Yoksa başka neden ve nasıl benden daha iyi görünebilir ki…
"Nazlı Hanım’ı izliyordum çaktırmadan. Bu kadar az makyajlı halini ilk kez görüyordum onun. Televizyon programlarında makyajlı ve hep çok şıktı zaplarken gördüğüm kadarıyla.
Biraz dağınık şimdi... Üstünde Bodrum tarzı askılı çiçekli mor şile bezi bir elbise ve beyaz merserize bir hırka vardı. Omuzlarının biraz aşağısına kadar uzamış saçları da bakımlı cezaevi koşullarına göre. Arkasından kancalı kahverengi bir tokayla toplamıştı dip boyası bile gelmemiş saçlarını. Hatta meç vardı bir miktar anladığım kadarıyla. Açıklı koyulu sarı tonları meç olduğu anlamına geliyordu sanırım. “Demek ki boyuyor sık sık ama nasıl?” diye düşündüm. Yaşına rağmen iyi göründüğü aşikârdı. Hatta arkadan otuzlu yaşlarını yaşayan bir kadından farkı yoktu neredeyse. Yüzünde öne çıkan herhangi bir ifade de yoktu. Acı, keder, pişmanlık, mutluluk gibi… Kabullenmişlik vardı daha çok. Koğuşa alışmış kanıksamış, normalleştirmiş her şeyi. Çarşaflarımı sererken televizyondan aşina olduğum korktuğum o hin bakış bana doğru her döndüğünde kafamı başka yöne çevirdim ben de. Çaktırmadan dikkatlice onu izlediğimi fark edince;
“Nasıl Bodrum tarzı elbisemi beğendin mi” dedi. Cevabım hazırdı:
“Evet, güzelmiş.”
“Saçlarımda da meç var. Cezaevi kuaförüne yaptırdım. Olmuş mu? Senin de yaptıracağın bir şey olursa söyle çağıralım” dedi."
KİM GAZETECİ KİM DEĞİL KAVGASI…
Havalandırmada ''Muhabirlik öyle güzel ki insan yaşadığını anlıyor. Köşe yazarlığına göre çok daha kıymetli bir şey bence. Hatta köşe yazarlığı gazetecilik bile değil bana göre” dedim. Bir anda yüzü buz tutan Nazlı Hanım, “Olur mu canım. Köşe yazarlığı da gazetecilik” dedi.
“Ne yapıyorlar ki gazetecilik namına” dedim.
Bana “Biz de araştırıyoruz, soruşturuyoruz. Emek veriyoruz yazdıklarımıza” dedi ve “Hem ben ara ara röportajlar da yapıyordum” diye de ekledi. O sırada koğuşumuzun diğer muhabiri Büşra, “Zekeriya Öz röportajı gibi mi?” dedi gülerek. Nazlı Hanım, “O dönem o röportaj başarıydı” dedi bozuntuya vermeden. Ben konuyu deşmeye kararlı bir şekilde, “Bir kere zenginlik içinde yüzen kişiden gazeteci olmaz, ona gazeteci denemez” dedim ve devam ettim:
“Otobüse tramvaya vapura binmeyen, halkın içine çıkmayan, plazalardan ahkâm kesen kişiye nasıl gazeteci denir. Ona siyasetçi falan demek lazım.”
Nazlı Hanım iyice sinirlenip belli etmeden, “Ama sen de şimdi ne yaptın. Köşe yazarlığının da muhabirliğin de yeri ayrı diyelim olsun bitsin,” dedi.
“Ayrı tamam da gazetecilik köşe yazarlığından çok daha önemli bir şey. Herkes köşe yazarı olur ama herkes muhabir olamaz. Muhabirler götürür gazeteyi. Köşe yazarı olsa da olur olmasa da olur.”
Koğuşun diğer muhabiri, “Kesinlikle katılıyorum ben de. İnsanlar torpille köşe yazarı oluyor mesela ülkemizde. Siz de kocanız sayesinde gazeteci olmuşsunuz” dedi hırsla.
Ben o tartışmaya girmedim ama Nazlı Hanım çileden çıktı bu sözler karşısında: “Herkes birilerinin bir şeyiyle bir yerlere geliyor. Ben iyi bir gazeteci olmasam kalamazdım yerimde. Torpil bir yere kadar” dedi.
Ben araya girip, “Köşe yazarı diyelim” dedim Nazlı Hanım’ın gazeteci sözünü düzelterek ve ekledim: “Tabi muhabirlikten gelme köşe yazarı olursa o ayrı. Tadından yenmiyor o zaman. Yılmaz Özdil mesela. Adam köşe yazarı ama hâlâ muhabir gibi… Bütün yazıları da bir muhabir titizliğinde...” Nazlı Hanım, “Ne var canım. Ben de araştırıp yazıyorum” diyecek oldu ama iki muhabir karşısında bu tartışmadan kazanarak çıkamayacağından emin olduğundan sustu.
Akşam olmakta olduğundan usul usul ve az sonra havalandırmanın kapısı kapanacağından toparlanıp ortak salona çıktık.
Nazlı Hanım odasına geçti namaz kılmak için. O dua diyor yaptığına, namaz gibi dua gibi ama ikisi de değil sanki."