NAZLI ILICAK MUSTAFA İÇİN ' TAPINMAYALIM' DEDİ VE ATATÜRKÇÜLERİ KIZDIRACAK BÜTÜN SÖZLERİ TEK TEK SIRALADI!... İŞTE O SÖZLER!...
Can Dündar "Mustafa" filmiyle "putu" değil ama, bazı tabuları yıkıyor. "Put", yerli yerinde. Zira o film Atatürk'ü yüceltiyor; bunun yanı sıra sevdiriyor da.
Tapınmayalım... Atatürk'ü sevelim
Atatürk, skolastik zihniyete karşı çıkmıştı; maalesef, yıllarca böyle bir zihniyetin malzemesi yapıldı; resmen kullanıldı.
Ortaçağ'da, skola adını taşıyan okullarda ilâhi bir kisveye büründürüldüğü için, ilim, bir dogma, "değiştirilmesi mümkün olmayan bir doğru" olarak okutuldu, öğretildi. "Atın kaç dişi var?" diye hayvanın ağzına bakılacağına, kutsal metinlere müracaat ediliyor, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü deneyler neticesi tesbit eden Galileo, bu yüzden, engizisyon mahkemesinde yargılanıyordu. Skolastik kelimesi, tabuların hüküm sürdüğü, değişmez doğruların bilimsel gerçek diye öğretildiği "skola" adını taşıyan okullardan üretildi. Oysa Atatürk, "Bizim devlet idaresinde takip edeceğimiz prensipler, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz" diyecek kadar dünyeviydi ve dogmalardan uzaktı.
Yukarıdaki cümlesi bile, yıllarca kamuoyundan gizlendi. Çünkü belli ki, o sözleriyle dinlere karşı düşüncesini seslendiriyordu. Halk bunu bilmemeliydi. Sene boyu birçok gerçeğin üstü örtüldü.
Yukarıdaki cümlesi bile, yıllarca kamuoyundan gizlendi. Çünkü belli ki, o sözleriyle dinlere karşı düşüncesini seslendiriyordu. Halk bunu bilmemeliydi. Sene boyu birçok gerçeğin üstü örtüldü.
Can Dündar "Mustafa" filmiyle "putu" değil ama, bazı tabuları yıkıyor. "Put", yerli yerinde. Zira o film Atatürk'ü yüceltiyor; bunun yanı sıra sevdiriyor da.
Babasını kaybedip, dayısının yanına sığınan küçük Mustafa için, yüreğim yandı. Dolmabahçe'deki odasından, bir 29 Ekim'de, Harp Okulu talebelerinin söylediği "Dağ başını duman almış" marşını dinleyen yorgun ve hasta Atatürk için ağladım. Sonu belli olan bir dokümanterdi seyrettiğimiz; buna rağmen, 10 Kasım'da ölümünü gösteren sahnede sanki daha dün bir yakınımı kaybetmişim gibi gözyaşlarımı tutamadım.
Babasını kaybedip, dayısının yanına sığınan küçük Mustafa için, yüreğim yandı. Dolmabahçe'deki odasından, bir 29 Ekim'de, Harp Okulu talebelerinin söylediği "Dağ başını duman almış" marşını dinleyen yorgun ve hasta Atatürk için ağladım. Sonu belli olan bir dokümanterdi seyrettiğimiz; buna rağmen, 10 Kasım'da ölümünü gösteren sahnede sanki daha dün bir yakınımı kaybetmişim gibi gözyaşlarımı tutamadım.
"Atatürk'ü, bir inatlaşmanın, bir kavganın tarafı yapmayın" dememiz bundandır. 28 Şubat sürecinde, dindar olduğu farz edilen kimselere, meselâ başörtülü kızlara "Atatürk'ü sever misin?" diye sorarlardı. Daha öncesine gidelim, "Seni sevmek bir ibadettir" cümlesini sarf eden, Atamızın mumyasını terk edildiği Etnografya Müzesi'nden alıp, törenle Anıt Kabir'de toprağa veren Celâl Bayar bile Yassıada'da, diğer Demokrat Partili arkadaşlarıyla birlikte, "Atatürk düşmanı" olmakla suçlanmamış mıydı? 1981'de, 12 Eylül döneminde, bir yıl boyunca, "Atatürk 100 yaşında" kutlamaları düzenlendi. Yapılan eziyet ve işkenceler bu kılıfla örtülmek istendi. Zaten her askeri müd