Nagehan Alçı Medyaradar'a konuştu: Erdoğan devrilseydi biz de Yassıada'daydık!

Son dönemin en çok konuşulan isimlerinden biri olan gazeteci Nagehan Alçı Medyaradar'dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. İktidarla ilişkileri neden bu kadar sıcak. Aldığı sert eleştiriler onu nasıl etkiliyor, antipatik olduğunu düşünüyor mu? İşte hepsi ve daha fazlasının yanıtı bu röportajda...

Evet, AK Parti’yi ve Erdoğan’ı yürekten destekliyor… “Kader birliği ettik” diyor. “Erdoğan kendi medyasını kurdu ve bu medya olmasaydı yıkılırdı” diye de ekliyor. Bu haftaki konuğum son dönemlerin en çok konuşulan, tartışılan ve eleştirilen isimlerinden biri olan gazeteci Nagehan Alçı.
Her sözü olay, her lafı tartışma konusu… Katıldığı ve sunduğu programlarda şimşekler çakıyor, kavga gürültü eksik olmuyor. Kimine göre “yalaka” kimine göre “antipatik” kimine göre “her devrin gazetecisi” kimine göre ise dilinin kemiği olmayan gerçek ve cesur bir gazeteci!
Konuk Nagehan Alçı olunca ve kendisi AK Parti iktidarı ile yıldızı parlayan isimlerden biri olunca sorulacak soru da çoktu. Nagehan ile gazetecilik mesleğini eğrisine doğrusuna konuştuk. Neden bu kadar iktidara yakın olduğunu sorduğumda kendine göre haklı yönleri var. Eşi Rasim Ozan Kütahyalı’nın askeri vesayet ile savaşmak için medyaya girdiğini ve bir anda kitlelerin sesi olduğunu söylüyor. Kendisinin ise darbecilere karşı büyük bir savaş verdiğinin altını çiziyor. Ona göre Erdoğan ve ailesi az kalsın hapse tıkılacaktı, eğer böyle bir şey olsaydı eşi ve kendisi için de Yassıada benzeri bir yere yol görünecekti. Medyada bir sorun olduğunu kabul ediyor ve en büyük sorun "samimiyetsizlik” diyor. Herkesin rengini belli etmemesinden yakınıyor, “tarafsızlık” diye bir şey yok diyor. Muhalif medyanın küfür etseler dahi devlet tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyor, ihtiyaç var diyor ve ona göre hala gazetelerin yüzde 65’i muhalif, diğer kalan kısmı ise Erdoğan’ın…
Bu röportaj beni biraz yordu, çünkü zamanla savaştık neyse ki savaşın galibi olduk. Ağrısı ile sancısı ile yaptık. Bildiğiniz üzere sorulması gereken neyse lafı eğmeden bükmeden “en tarafsızından” sordum, eminim ki dikkatinizi çekecek bu röportaj. Ben yine çok laf kalabalığı yapmaya başladım en iyisi mi sizi Nagehan Alçı ile baş başa bırakayım. Ama lütfen kavga etmeyin  ! Şaka bir yana sizlere çok huzurlu günler ve umutlu yarınlar diliyorum. Sevgiyle kalın…

**************************************************************************

RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: alevgursoy2008@gmail.com



-Nagehan Hanım, bu yoğunlukta bana da zaman ayırdığınız için öncelikle teşekkür ediyorum. Yoğunluk dedim de sahi zor olmuyor mu hem gazete, hem TV programı hem de iki afacan, ev, eş?
Hayatımın çok güzel bir dönemindeyim. Annelik benim için yeni ve müthiş bir deneyim. Rasim’le birbirimizi bütünlediğimizi düşünürdük, ama kızlar gelince anladım ki gerçek anlamda ‘tam’ olmak onlarsız olmuyormuş. Şimdi kalabalık ve tam’ız! İyi bir organizasyonla hayatınıza birçok şeyi alabiliyor ve üzerine kendinize de vakit ayırabiliyorsunuz. Kızlarla kaliteli vakit geçirmeye çalışıyorum. Gündüzleri iş yemekleri ve toplantılar için evden çıkıyorum, mecbur kalmadıkça evden çalışıyorum. Yazılarımı evden yazıyorum, telefon görüşmelerimi evden yapıyorum. İyi bir ofis yaptım kendime, Rasim de öyle. İkimiz de evden çok verimli çalışabiliyoruz. Akşamları yayına gidiyorum.

“ANNE OLUNCA DAHA YUFKA YÜREKLİ OLDUM”

-Annelik nasıl gidiyor?
Çok iyi gidiyor. Bana daha önce bilmediğim yönlerimi gösterdi annelik. Artık daha şefkatli, belki daha yufka yürekli demek daha doğru, daha sabırlı ve daha duygusalım. İnsanın yaratıcılığını da geliştiriyor annelik. Devamlı yeni oyunlar kurmayı düşünüyorsunuz, bu da sizi başka türlü düşündürtüyor.

“KIZLARIMIN CİNSİYET HAPİSHANESİNE SIKISMASINI İSTEMİYORUM”

-İnsan anne olunca hayata başka bir pencereden bakarmış, duygusallık da artarmış sizde de öyle oldu mu?
Evet, çok duygusallaştım, ama mantığımı da rüzgâra kaptırmadım. Kızlarımı duygularımla olduğu kadar ve daha da fazla aklımla seviyorum. Kızlarımın da cinsiyet hapishanesine sıkışmamasını istiyorum.
-İkizlerinizin isimleri sanırım Betül ile Ayşe Ela’ydı. Nasıl yaramazlar mı, sizi üzmüyorlar inşallah?
Kızlar 16 aylık oldu. Ayşe Ela çok fırlama. O önce yürüdü, daha hareketli bir çocuk. Betül Yasemin daha sakin bir kız. Zavallı Ela’nın korkusundan birkaç ay yürümeyi erteledi, çünkü ne zaman ayağa kalsa Ela koşarak gelip onu itiyordu. Küçücük çocuklar da insana dair her şeyi gözlemliyorsunuz. Kıskançlık, tutku, sevgi, rekabet…



“ERDOĞAN VE AK PARTİ İLE KADER BİRLİĞİ YAPTIK”

-İsim babaları Sayın Erdoğan’dı değil mi? Doğumdan sonra sizi telefonla tebrik etmişti kendisi, peki ziyarete gelip, isim babası olduğu çocukları gördü mü?
Tayyip Bey hem beni hem Rasim'i ne zaman görse ilk olarak ikizleri soruyor. Hemen ikizlerin son resimlerini ve videolarını görmek istiyor. Hatta Rasim Bey'le ikizlerin videosunu izlerken Başbakanlık fotoğrafçısı tarafından çekilmiş bir fotoğrafları da var. Medyaradar'da yayınlanmıştı. Her görüştüğümüzde “muhakkak geleceğiz” diyor ama biz de son 1 yılda 3 kere ev değiştirdiğimizden bir türlü organize edemedik. Artık kendi evimize yerleştik ama tabii hala ev içi tadilatlar bitmedi. Erdoğan sevince çok sahiplenici ve babacan bir insan. Bir de biz son 4 yılda aile olarak Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti ile bir kader birliği yaptık açıkçası. Erdoğan'ı devirmek öldürmek ve içeri tıkmak isteyenlerin hedefinde biz de vardık...



“İKTİDARI SAVUNDUĞUMUZ İÇİN RASİM’LE ÖLÜM TEHDİTLERİ ALIYORUZ”

-Tam bu bağlamda ben de iktidara bu kadar yakın olmanızı soracağım. Siz çift olarak son dönemde iktidarla özdeşleştiniz adeta. Bu yakınlık objektif gazeteciliği ortadan tamamen kaldırmıyor mu? Bir gazetecinin iktidarla bu kadar yakın olması meslek etiğine aykırı değil mi?
Her şeyden önce meşru yolla seçilmiş demokratik siyaset kurumunu gayrimeşru ve anti-demokratik yolla iktidara gelmek isteyenlere karşı savunmayı hem demokratlığın hem de gazetecilik etiğinin ilk şartı sayıyorum. Biz bu temel etik ilkeyi hayata geçirdik ve sonrasında iş kader birliği noktasına kadar geldi. Ben Erdoğan'ın kimi söylemlerinden rahatsız olduğum zamanlar bile vesayet rejimine hep karşı oldum. Rasim ise bunu çok daha yüksek sesle yaptı. Askeri vesayet ile savaşmak için medyaya girdi ve bir anda kitlelerin sesi oldu. Sonraki süreçte özellikle 2011-14 döneminde programım dolayısıyla ben de epey dikkat ve şimşek çektim galiba. Önce askerle sonra da asker yerine geçmek isteyen cemaat vesayetiyle mücadele etmeye çalıştım. Elbette siyaset kurumunu savunmak aynı zamanda Erdoğan'ı savunmak anlamına geliyordu. Böyle olunca toplumdaki tüm Erdoğan düşmanları bizden de nefret eder oldu. İkimize de ölüm tehditleri hakaretler yağmaya başladı.



“HAVUZ MEDYASI OLMASAYDI ERDOĞAN VE AK PARTİ ÇOKTAN DEVRİLMİŞTİ”

-Her şey iyi güzel belki gerçekten iktidara hayran da olabilirsiniz ama geçmişinize baktığımızda epey bir değişim söz konusu kaleminizde… Akşam Gazetesi’ndeki eski yazılarınıza baktığımızda bu ne hızlı bir “u” dönüşü demeden edemiyor insan? Farkında mısınız görüşlerinizin şu an ne kadar farklı olduğunun?
Yeniden söylüyorum mesele iktidara hayranlık değil demokratik olarak seçilmiş siyaset kurumunu yani temel demokratik ilkeleri savunmaktır. Bir kere AK Parti gerçek anlamda iktidar olmaya ancak şimdi başladı denebilir. Daha 1 yıl olmadı Erdoğan'ın kendisi ve tüm ailesi topluca hapishaneye tıkılacaktı. Resmen direkten döndüler. Erdoğan'ın dik duran Kasımpaşalı tavrı onu devlet içinde de çok güçlü gösteriyordu ama gerçekte öyle değildi. İşte tüm hayatı emrindeki devlet memurları tarafından didik didik edilmiş ve hapishanenin kapısından dönmüş bir siyasetçiden bahsediyoruz. Devlet içinde kadrolaşma açısından AKP güçlü bir parti değildir. Gücünü halktan alıyor ve bir de bu tür saldırılar sırasında direnmesini sağlayacak sağlam bir medya kurdu kendine. Açıkçası kimilerinin yandaş havuz diye küfrettiği medya olmasaydı Erdoğan ve AK Parti çoktan devrilmişti ve şimdi Yassıada gibi mahkemeler kurulmuştu. Böyle bir ortamda elbette Erdoğan'la özdeşleştik. Bununla da gurur duyuyorum. Eğer Erdoğan'ı devirselerdi bizler de Yassıada tipi zindanlarda olacaktık. Bu riski alarak bu mücadeleye girdik...

“ERDOĞAN DEVRİLSEYDİ BİZ DE YASSIADA’DAYDIK”

-Çok açıkça iktidarla özdeşleştiğinizi kabul ediyor ve bunu savunuyorsunuz. Tamam öyle diyorsunuz ama bir yandan da birçok meslektaşımız son dönemde işsiz kaldı, köşelerinden oldu. Bir sansür, oto sansür tartışması aldı başını gidiyor, siz ne düşünüyorsunuz?
Türkiye tarihinde her zaman medya operasyon aygıtı olmuştur diye düşünüyorum. Mesela yargı kurumu da öyledir. Yargı mensuplarının hukuk ve adalet söylemleri de medya mensuplarının meslek etiği söylemleri de çoğunlukla kamuflajtır bana göre. O yüzden halkın çoğunluğu da inanmıyor bunlara. Medyayı resmi Kemalist ideoloji tam bir operasyon aygıtı olarak kurdu ve yeri geldi mi demokratik yolla seçilmiş iktidarları devirmek için kullandı. Hükümet olan siyasi partiler de genelde ana akım medya ile pazarlık ve şantaj ilişkisine girdiler. Siyaset ve medya ilişkisi hep çarpık oldu. İlk defa Erdoğan'la beraber medya ile pazarlık yaparak destek satın almak yerine kendisi medya inşa eden bir siyaset kurumu ortaya çıktı Türkiye'de. Yani her zaman tuhaflık vardı bu ülkede. Gazeteciler de bu tuhaf sistemin bir parçasıdır. Bana göre belli fikirler etrafında oluşmuş medya daha sağlıklıdır. Biz her yere eşit mesafedeyiz lafı yalan bir laf. Mesela bir fikir ekolünü savunan gazeteler özgür bu ülkede. Hükümete muhalefet eden medya toplam gazetelerin yüzde 65'ini oluşturuyor. Ama ana damar holding medyaları ile hükümet arası bence sağlıksız ilişki devam ediyor. Gazeteciler de bu sağlıksız ilişkinin kurbanı oluyor. Orada haklısınız...

“CHP, MHP VE BDP’YE TAVIRLI DEĞİLİM”

-Son dönemde bir yandaş-candaş gazeteci ayrımı var. Siz kendinizi hangi kategoride değerlendirirsiniz?
Dediğim gibi ben önce askeri vesayete sonra da paralel vesayete karşı sivil siyaset kurumunun yanında oldum. Fakat CHP MHP ve BDP'ye karşı benim süfli bir tavrımı bulamazsınız. Hala da o partilerin yöneticileriyle temasım vardır. Çünkü bu üçü ne olursa olsun meşru siyasi parti. Oysa askeri vesayet ve paralel yapı gayrimeşru ve demokrasi düşmanı oluşumlar...

“DARBECİLERLE SAVAŞMAKTAN GURUR DUYARIM”

-Son dönemde gazetecilik gazetecilikten çıktı gibi. Gazetecilerin büyük kısmı gazeteci gibi değil de bir yerlerin sesi gibi mesleklerini icra ediyorlar. Demem o ki ya iktidar ya muhalefet savunucusu gibiler. Bir gazetecinin herhangi bir siyasi parti ile bu kadar iç içe olması ne denli doğru?
Daha önce söylediğim gibi bu, şartların dayattığı bir durum Türkiye'de...Şimdi düşünün: 7 Şubat 2012 olmuş. Bana göre çok açık bir darbe teşebbüsü. Önce Hakan Fidan'ı tutuklama ve Erdoğan'ın siyaset alanını tamamen daraltma girişimi. Buna karşı her gerçek demokrat direnmek zorundadır. Direndiğiniz andan itibaren bu ülkede Erdoğan'la kaderiniz bir hale geliyor. Ya da bu operasyonu destekleyenler de o darbeci cenahla özdeşleşiyor. Başka bir örnek 27 Nisan muhtırası...Rasim medyada değilken ben onu 27 Nisan'ı lanetleyen bir mitingde, ‘Eğer TV'de bir emekli general daha görürsem kusacağım’ diye pankart taşırken gördüm. Açıkçası kim bu deli cesaretine sahip adam dedim. Sonrasında Rasim o emekli generallerle ekranda dövüşe dövüşe hepsini ekranlardan püskürttü. Tabii artık o ilk günlerdeki sertliği yok. Onu belli ölçüde ben frenledim galiba. Çünkü resmen savaş ediyordu ekranlarda...
-Ama sonra siz de savaş eder hale geldiniz. O yüzden çevrem sizi çok antipatik buluyor. Onlara göre iktidara çok yakın duruyor ve adeta iktidardan gelen her açıklama sanki sizin de görüşünüz haline dönüşüyor, neden mesafeli değilsiniz?
Konu AK Parti'nin icraatlarıysa eleştirdiğim yerler var ama konu AK Parti'nin varlığı ve iktidar olma hakkı ise biz ikincisi için varlığımızı ortaya koyarız. Tabii öyle olunca eleştirdiğimiz icraatlar gözükmüyor. Bin kere söylesek de karşı kulaklar duymuyor çünkü bizim de AK Parti'nin gayrimeşru yollarla devrilmesini istememiz gerekiyor karşı tarafı tatmin için...

“AK PARTİ DEVLETÇİLİĞİ VE YOLSUZLUĞU KIRAMADI”

-AK Parti'de neyi eleştiriyorsunuz mesela?
Ekonomik devletçiliği kıramadılar. Mesela devlet bankası diye bir şey olmamalı. O zaman devlet bankalarında yolsuzluk ve rüşvet diye bir şey de ortadan kalkar. Türkiye'de devlet ekonomide var oldukça rüşvet ve yolsuzluk olacak. Bu yönde AK Parti'yi adam gibi eleştiren parti de yok. Çünkü onlar da devletçi kafaya sahipler. Alevi açılımı konusunda da AK Parti çok gecikti ve yanlışlar yaptı. Bunu sürekli söylüyorum ama duyan yok...
-Çok iyi bir eğitime sahipsiniz, bunun yanında gazeteciliğe de stajyerlikten başlamışsınız. Kariyerinize baktığınızda “Evet ben hak ettiğim yerdeyim” diyebiliyor musunuz?
Böyle bakmam hayata. ‘Ben mutlu muyum, hayatım istediğim gibi akıyor mu? Kendime ve çevreme bir katkım oluyor mu’ diye bakarım. Çok şükür ki bu sorulara verdiğim cevaplar evet. Hep sevdiğim işi yaptım, daha doğrusu hayatımı iş ve özel diye kategorize etmedim. İlgilendiğim şeyler işim oldu. Ve hala da öyle. Tek isteğim daha çok yazmak olabilir.
-Rasim Bey nasıl bir baba sizce? Çocuklardan sonra kendisinde bir değişim oldu mu?
Rasim kızlara çok düşkün. Kızlar da ona. Hatta zaman zaman kıskanıyorum, ben ilgilenirken Rasim’i görünce ona dönüyorlar, o gelince akan sular duruyor.

EVDE KÜTÜPHANEMİZ VE SİNEMA SALONUMUZ VAR
-Her ikinizde çok yoğunsunuz peki birbirinize vakit ayırmak zor olmuyor mu, eee çocuklar da sevgiyi bölüyor doğal olarak?
Biz evde kendimize bir dünya yarattık. Küçük bir sinema salonu kurduk.Sağlam bir DVD koleksiyonumuz var. Nerdeyse 10 bin kitaba yaklaşan kataloglu bir kütüphanemiz var. Bol bol okuyoruz ve film izliyoruz. Yemekleri genellikle evde yiyoruz ve dünyanın farklı mutfaklarını araştırmayı çok severim.Yemek kültürü üzerine de çok konuşuruz. Kızlarla oynuyoruz, kısacası birlikte vakit geçirmek konusunda sıkıntımız yok. Genelde akşamları evde buluşulur, biz ise gündüzü birlikte geçirip akşam yayın için ayrılıyoruz.



“HERKES TARAFINDAN SEVİLMEKTEN HEP KORKTUM”

-Çok sevilen gazeteciler olduğunuz söylenemez, çok fazla antipatik olduğunuzu söyleyenler var. Bu durum sizi üzüyor mu?
Bizim arkamızda yıllardır devletin ezdiği, kendilerini itilmiş, ötelenmiş hisseden bu ülkenin çoğunluğu var. Sokağa her çıktığımda görüyorum, konuşuyorum onlarla. Bundan daha büyük bir güç olamaz. Ben saygı duymadığım hiç kimsenin eleştirisini kaale almam. Siz hep küçük bir klikle muhatap olursanız bir süre sonra dünyayı o kliğin kendi küçük köyünden ibaret sanmaya başlar, illüzyon içinde yaşarsınız. Herkes tarafından sevilmekten ve sevilenlerden hep korktum. Bir davanız ve doğrularınız varsa bu imkansızdır. Herkese yalakalık edenler ve kaypaklar herkes tarafından sevilmeyi önemser. Benim gözümde bu, kendini sevmemektir.

“PARALEL YAPIYLA SAVAŞMAKTAN GURUR DUYUYORUM”

-Biraz bağırtkan ve kavgacı görünen bir tarafınız var. Bu, size Rasim Bey'den mi geçti? Özel hayatta nasıl bilmiyorum ama ekrandan böyle görünüyorsunuz… Mizacınız mı bu yoksa beyaz camda geriliyor musunuz sahiden?
Arkadaşlarım ve aileme sorsanız çok sakin, çok dingin olduğumu söyleyeceklerdir. Sanırım haksızlık, adaletsizlik görünce içimdeki yüksek ses uyanıyor. Evet Rasim de bu potansiyelimi ayağa kaldırmıştır ben de ondaki savaşçıyı frenlemişimdir. Hem askeri vesayete hem de paralel vesayete karşı sesimi yükseltmiş ve bağıra bağıra çatışmış olmaktan gurur duyuyorum.

“HER DEVRİN GAZETECİSİ DEĞİLİM”

-Her dönemin gazetecisi de diyorlar sizin için… Hatta CHP iktidara gelse CHP’ye döner diyenler bile var…
Öyle mi diyorlar? Herhalde aynaya bakmışlar. Darbecilerle bu kadar sert mücadele eden biri her türlü dönemin gazetecisi teknik olarak olamaz zaten. Yani bir darbe ile paralel yapı destekli kukla CHP hükümeti olsaydı ben ondan yana mı olacaktım? Buna kimse inanmaz. Ben bir liberal demokratım. Hep öyleydim. Belki eskiden daha steril, daha katı bakıyordum hayata. Hiçbir zaman Kemalist-ulusalcı olmadım. Hiçbir zaman mütedeyyinlere gayrimüslimlere Kürtlere yapılan zulümlerin arkasında olan bir zihniyete oy vermedim.



“O YAZIYI YAZDIĞIM GÜN RASİM BENİ ARAMIŞTI”

-İnternette çok paylaşılan yazınızı sormak istiyorum... Mesela 11 Mart 2009'da Akşam gazetesinde kaleme aldığınız "Bir delikanlılık portresi: Tayyip Erdoğan" başlıklı yazınızda "Şahsen Tayyip Erdoğan beni utandırıyor. Seçtiği bayağı kelimeler yüzümü kızartıyor. Ve bu ülkeye aidiyet hissimi zayıflatıyor." İfadelerini kullanmıştınız. Ne oldu da fikirleriniz değişti. Siz mi, Sayın Erdoğan mı değişti yoksa?
İyi ki sordunuz bu soruyu. Çok enteresandır o yazının çıktığı gün henüz sadece arkadaşım olan Rasim beni aramıştı ve ‘bu oryantalist yazıyı nasıl yazarsın? Kendi ülkene dışarıdan kolonyalistlerin baktığı gibi bakıyorsun. Erdoğan'ı eleştir ama seçtiğin kelimeler tam bir oryantalist kolonyalist kelimeleri’ demişti. Ben ise karşı çıkmış ve hayata Batılı liberal gözle baktığımı söylemiştim. O da ‘hayır bu Batı'nın şu anki entelektüel standartlarına da liberalizme de aykırı buna Euro-centrik bakış denir ve bu şu an Batı'da faşizm kadar itibarsız bir bakıştır’ demişti. Zaman içinde gerçekten Batılı değil Batıcı ve oryantalist bir bakış açım olduğunu fark ettim. O yazı Erdoğan'ı eleştirdiği için değil çok sakat bir perspektife dayandığı için yanlış bir yazı. Maalesef Türkiye'de benim sosyal klasmanımdaki insanlar kendi ülkesine kolonyalist gözüyle bakmayı Batılılık zannediyor. Ben de öyleydim...

“ORYANTALİST BİR KAFAYA SAHİPTİM”

-Cüretimi bağışlayın maksadım sizi sanık sandalyesine oturtmak değil ama gerçekten bunlar çok merak ediliyor… Belki de kendinize göre haklısınız?
Yoo sormakta çok haklısınız. İyi ki sordunuz... Fakat bakın şunu da söylüyorum: Ben Erdoğan'ın ve AK Parti'nin tüm icraatlarına karşı olsam da hatta o yazıdaki oryantalist kafaya da sahip olsam eğer demokratsam, askeri vesayet gibi ya da 7 Şubat gibi 17-25 Aralık gibi bir durum olduğunda demokratik siyaset kurumunu savunmak zorundayım. Bu, AK Parti'yi sevmek meselesi değil demokrat olma meselesidir. Mesela bakın Refah-yol berbat bir hükümetti bence ama askeri darbeye giriştiği andan itibaren bir demokrat, sivil hükümetten yanadır. Mesela Mısırlı olsam da aynı... Mursi’ye hiçbir sempatim yok ama askeri darbe girişimi olduğunda yine sivil hükümetten yana tavır almak gerekir...

“DERYA SAZAK'I HÜKÜMET MİLLİYET'İN BAŞINA GETİRDİ”

-Bu arada Derya Sazak “Batsın böyle gazetecilik” isimli kitabında sizin bir mesajınızı yayımlamıştı. O mesajı Sazak, Milliyet’te genel yayın yönetmeninizken atmışsınız ve bir yazınızı girmesi için ısrar ediyordunuz ve “Erdoğan beni çok seviyor, bu haber hoşlarına gidecek” diyordunuz. Bunları bir gazeteciden duymak kulağa ağır geliyor. Halk için değil de iktidar için gazetecilik mi bunun adı?
İyi ki bunu da sordunuz. Derya Sazak'la ilgili gerçekleri açıklayayım biraz... Sazak iktidara yağ çekerek koltuk elde etmiş bir yayın yönetmeni. Biliyor musunuz neredeyse her hafta benim yazılarımı dahi öyle yazarsan hükümet kızar diye sansürlüyordu. Beni yıldırmak için her hafta benim yazılarımı ‘aman bunu yazma hükümet hoşlanmaz, aman şunu deme şu bakan istemez’ gibi gerekçelerle sansürlemeye kalkması üzerine bende bu mesajı attım. Yani Derya Sazak yazılarımın girmesini ‘hükümetin hoşuna gitmesi’ kriterine bağlamıştı ben de o nedenle ‘bu yazı hoşlarına gider’ mesajı attım mecburen. Şu hale bakar mısınız? Sonra da kovulur kovulmaz en sert muhalif olup bir kitap yazdı ve utanmadan benim bu mesajımı o kitapta yayınladı.

“SAZAK İKTİDARA YAĞ ÇEKEREK KOLTUK ELDE ETMİŞ BİR GAZETECİ”

-Peki, Derya Bey’in o mesajı gazete yayınlaması ne kadar doğru, kızdınız mı bu davranışınıza? Bir de size niye takıktı sizce?
O davranışın ahlaka aykırı olduğunu benden nefret eden gazeteciler bile söyledi. Konu yargıda. Mahkemede hesaplaşacağız ama utanacağını sanmam. Bence Sazak'ın benden ziyade Rasim'e takıklığı vardı. Sazak gibi 28 Şubatçı bütün gazetecileri ifşa etmişti Rasim. O yüzden hepsi hem korkarlar hem nefret ederler Rasim’den... Bu nefreti bana da yansıttı.

“MEDYADA SAMİMİYET EKSİKLİĞİ VAR”

-Türkiye’de medyanın en büyük sorunu nedir sizce?
Bence her alanda bir samimiyet eksikliği var... Mesela AK Parti'yi destekleyen medyada bile tarafsız ve objektifiz diyen var. Bu doğru değil. Siz tarafsınız ve taraf olduğunuzu söyleyin kardeşim. Aynı şey geleneksel ana akım medya için de geçerli. Resmen CHP medyası gibi çalışıp sonra da tarafsızız diyorlar. Bunlar komik şeyler. Herkes net, şeffaf ve dürüst olmalı. Bence en büyük sorun bu...

“HÜKÜMET MUHALİF MEDYAYI GÜÇLENDİRMELİ”

-Medyanın son dönemde AK Parti’nin ideolojik aleti haline geldiği yönünde söylemler var, siz ne düşünüyorsunuz?
Doğrudan AK Parti'ye angaje bir medya var ama gazetelerin yüzde 65'i de AK Parti karşıtı. Muhalif medya televizyonda daha az. Bence CHP MHP BDP çizgisinde yeni kanallar açılmalı. Ben devlet bankası kavramına inanmam ama hükümet bu bankalar aracılığıyla muhalif medyaya ucuz kredi vermeli bence. Böylece muhalif medyaya baskı yapmak niyeti olmadığını da ispatlamış olur...
-Korkarak gazetecilik yapılır mı ya da suya sabuna dokunmadan?
İktisadi rant hesapları sebebiyle hiçbir güç odağından korkmayan gerçek muhalif medyaya giderseniz olur bence. Benim gerçek muhalif medyaya büyük saygım var. Aileme şahsen küfretseler bile muhalif muhaliftir. Demokrasilerde varlığı şarttır. Bugün herkesle ilgili her türlü şey yazılabiliyor ve yazılmalı da. Ama dediğim gibi tarafsız olduğunu iddia edip taraf olan medya sıkıntı çekiyor...

“YILMAZ ÖZDİL BİR AK PARTİ ZENGİNİDİR”

-AK Parti’ye karşı yazılar yazsaydınız şu an bulunduğunuz refah konumunda olma şansınız olur muydu yine sizce?
Eğer AK Parti'nin tutarlı muhalifi olup yine milyonlarca insanın hislerine tercüman olursanız yine çok iyi konumda olursunuz. Yeter ki sözleriniz ve mücadelenizin toplumda karşılığı olsun. Görüşlerine hiç katılmam ama Yılmaz Özdil AK Parti döneminde ünlü ve zengin oldu. Çünkü o da bir kesimin tercümanı popüler bir isim oldu. Bakın AK parti yandaşı 100 tane yazarın toplam kazancını koysam Yılmaz Özdil'inki etmez. Hatta ismini vermeyeyim meşhur Kemalist bir isim Yılmaz Özdil için Tayyip Erdoğan zenginidir demişti de çok gülmüştüm. Kemalist yazarlar arasında da Özdil çok kıskanılıyor çünkü en çok o kazanıyor... Kazanç popülarite ile düz orantılı bir olay. Hangi görüşten olursan ol eğer popülersen daha çok kazanırsın. Piyasa ekonomisinin temel kuralı bu...

RASİM'İN FİNANSAL IQ'SU ÇOK YÜKSEKTİR

-Sizin bol kazancınız da popülariteniz sebebiyle mi? Ben aileden gelme bir servetinizin olduğunu biliyorum ama bazıları hep şu soruyu soruyor: Gazetecilikle 3-5 yılda nasıl Boğaz’da villa alıyor? Yani oturduğunuz ev bile tartışma konusu…
Hükümeti desteklemek para yapsaydı Ak Parti medyasında çalışan herkes çoktan köşe olurdu. Tam aksine ortalama yazar maaşı 3-4 bin TL civarında AK parti medyasında. Evrensel bir ekonomi kuralıdır: Dikkat çeken, talep edilen ve risk alan para kazanır. Rasim'in siyaset dışında bir popüler kültür fenomen olma tarafı da var. Siyaseti bırakıp tamamen o işlere girse daha da çok kazanır. Sokakta tanımayan yok Rasim'i. Bakın Marksist sosyolog ve Radikal'de yazan Profesör Tayfun Atay Rasim'i eleştiriyor ama Türk popüler kültüründe bir dönüm noktası olduğunu belirtiyor bir yazısında. Dolayısıyla mesele AK Parti'yi desteklemekten ziyade popüler olmakla ilgili. Bir de ben finanstan anlamam ama Rasim'in finansal IQ'su çok yüksektir dolayısıyla kazancımızı çok iyi yönetir. Liberalizmi ve kapitalizmi pratik olarak da bilir...
-Cnntürk’ten neden ayrıldınız, oysaki Doğan Grubu ile ilişkileriniz gayet iyiydi, neden?
Dört Bir taraf tartışma zemini olmaktan çıktı, ringe döndü. Bir anlamı kalmadı devam etmenin.
-Kanal d’deki program hayal kırıklığı yarattı ve reytinglere kurban gitti, üzüldünüz mü?
Yoo, bir teklif geldi, denedim olmadı. Ben de beğenmedim ki..Belki ileride başka bir şey olur. Neden üzüleyim?
-Doğan grubu demişken sormadan edemeyeceğim, Aydın Doğan niye size yemeğe gelmişti?
Ben CNN Türk'te çalışıyordum ve bizi çift olarak yemeğe davet etti. Sonrasında iade-i ziyaret için benim davetim üzerine bize geldi. Sonrası çok büyütüldü. Saçma sapan yazılar yazıldı.
-Aydın Doğan’ın siz ve eşiniz Rasim Ozan Kütahyalı ile yediği yemekte iktidarla arasını düzeltmenizi istediği doğru mu?
Doğru değil...
-Bu arada NTV hayırlı olsun… Nasıl gidiyor program?
Güzel gidiyor. İyi bir denge yakaladığımız, siyasi görüş yelpazesinin geniş olduğunu düşünüyorum. Tansiyon yükselmeden, soğukkanlı bir şekilde fikir tartışması yapmaya çalışıyoruz.



GEZİ'YE HAMİLE OLDUĞUM İÇİN GİDEMEDİM

-Haber kanalları arasında en çok tartışılan kanallardan biri NTV, özellikle Gezi sürecinde haberleriyle epey tepki almıştı… Siz o dönem haber kanallarının bocalamasını neye bağlarsınız? Gezi’ye siz de hiç gittiniz mi ve Gezi süreciyle ilgili çok kısa görüşünüzü almak isterim?
Gidemedim çünkü 8 aylık hamileydim. Evden zor çıkıyordum. Maalesef 31 Mayıs çadır yakma provokasyonu ile çok kötü bir yere gitti Gezi. Bunun bir paralel provokasyon olduğunu bu gün çok net görüyoruz ama o zaman da ben görmüş ve bununla ilgili yazıma bir cümle koymuştum. O zaman henüz böyle bir kavga yoktu ama malum çevreler adeta savunma refleksi ile o cümleye itiraz mailleri göndermişlerdi. Ben ‘bu çadır yakma hadisesinin yakın zamanda görevden alınan emniyetçilerle ilgisi olabilir mi’ diye sormuştum, cemaatten tanıdıklarım ‘olur mu öyle şey’ diye tepki verdiler. Niye üzerlerine alınmışlardı ki? Gezi daha iyi yönetilebilirdi ancak bu onun büyük bir kaos planını devreme sokmak isteyenlerin protestocu gençleri paravan olarak kullandığı bir sahne olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
-Bir muhalefet milletvekilimizin özellikle merak ettiği ve size sormamı istediği bir soru var: Diyor ki AK Parti iktidarı biterse halen Türkiye’de yaşamaya devam edecek mi?
Bu sorunun kendisi bile faşizm içeriyor. O milletvekili zihniyetinin iktidara gelmesine bu millet asla izin vermeyecektir. Darbeciler vesayetçiler başa geçip bizlerin peşine düşmediği sürece ülkemde yaşayacağım.

“AKŞAM GAZETESİ ERGENEKON’UN MERKEZ ÜSSÜ GİBİYDİ”

-Bu arada eski gazeteniz Akşam’da bayağı bir değişti… Şimdiki halini nasıl buluyorsunuz sizin yazdığınız döneme oranla…
Ben yazarken Ergenekon’un merkez üssü gibiydi AKŞAM. Değişimi çok iyi oldu. Hele Etyen Mahçupyan, Gülay Göktürk ve Vedat Bilgin gibi çok değerli kalemlerin gelmesi AKŞAM’ı entelektüel olarak en yüksek yazar kadrosuna sahip gazetelerin en tepelerine yerleştirdi.

“MUHALİF MEDYA OLMADAN DEMOKRASİ OLMAZ”

-Türkiye’de pek de muhalif bir yayın organı kalmadı dersek yeridir. Sözcü’de yazmak ister miydiniz?
Hayır, dünya görüşümle hiçbir şekilde örtüşmüyor ama Sözcü ve Cumhuriyet gibi gazetelere saygı duyuyorum.İsterlerse küfrederek muhalafet etsinler ama muhalif medya olmadan bir demokasi olmaz...
Eminim Sözcü gazetesi bu duruma üzülmeyecektir ama muhalif medya konusundaki düşünceleriniz gayet güzel. Teşekkür ediyorum bu röportaj için…