NAGEHAN ALÇI BABASININ ARDINDAN İLK KEZ NELER YAZDI?
Akşam yazarı Nagehan Alçı, kaybettiği babasının ardından ilk kez yazdı ve "güzel vedalaştık galiba babamla" dedi.
Babam
Perşembe günü, bir haftadır yoğun bakımda uyutulan babamı hastanede bırakıp Kanal 24'teki programıma yetişmek için yola çıktım. Sert bir rüzgar esiyordu. Doktorların bir gün önce 'her an kaybedebiliriz' demelerine rağmen tuhaf bir mucize beklentisi vardı içimde. Ağaçlarla sarılı yolda titreye titreye yürürken telefonum çaldı. Kardeşimin sesi. 'Kötü haber galiba' dedi. 'Babama kalp masajı yapıyorlarmış...'
***
Biraz önce çıktığım hastaneye nasıl döndüğümü, yoğun bakımın kapısına hangi kuvvetle gittiğimi hatırlamıyorum. Hatırladığım o kapıda yığılmış şekilde kardeşimle otururken bu zor süreçte her an yanımda olan kocam Rasim Ozan'ın içeri girişi ve beş dakika sonra çıkıp 'Başımız sağ olsun' deyişi...
***
Sonra... Sonra tuhaf bir şey oldu. Bir ışık kümesi geldi ve ne kadar gözyaşım varsa hepsini kuruttu. Gerisi benim izlediğim bir Fellini filmi sanki...
***
Yoğun bakımın kapısından yukarı çıkış. Annemi arkadaşlarıyla oturduğu hastanenin kafeteryasında bulduğumuz an. Bizi gördüğünde yüzünde beliren bulutlar. 'Gitti mi, söyleyin gitti mi?' diye hıçkırarak ağlamaya başlaması. Bunu duyunca fenalaşan aile dostlarımız. Etraftaki bakışlar, garsonlar, telaş. Eve geliş. Bir anda art arda çalan zil. Eve gelen onlarca insan. Gözyaşları. Kahveler. Çaylar. Yine gözyaşları. Yine annem. Yine kardeşim. Uykusuz bir gece. Sabah erkenden çalmaya başlayan kapı. Kalabalıklar. Hiç bitmeyen kalabalıklar. Hiç susmayan telefonlar. Dualar, dualar. Uykusuz bir gece daha. Cami avlusu. Babamın naaşı. Sarılmalar, kucaklaşmalar. Babamla ilgili anlatılan anılar. Beni yalnız bırakmamak için gelen dostların karşısında duyduğum mahcubiyet. Mezarlığa gidiş. Babamı kefeniyle görmek. Onun toprağa verilişi. Yıllardır kabuslarımda gördüğüm, uykularımdan uyandığım anı başka biriymişim gibi izleme. Annemin sarsıla sarsıla ağlaması. Onu 'burada ağlanmaz' hurafeleriyle durdurmaya çalışanlar. Babamın mezarının üzerine düşen güneş. Hayatımın en büyük korkusunun gerçekleşmesi karşısında hissettiğim boşluk...
***
Benim babam 13 yaş büyüktü annemden. Belki de bu yüzden çocukluğumdan beri 'ölüm' denince hep o geldi aklıma. Yıllarca kabuslarıma aynı sahne girdi de kimselere anlatamadım. Gecenin ortasında telefon çalıyor ve annem ağlayarak 'Kızım babanı kaybettik' diyor...
Ama öyle olmadı. Gece çalmadı telefon. Böyle bir korkumun olduğunu bilircesine üç buçuk ay yattığı hasta yatağında ölümüne hazırlamaya çalıştı babam bizleri. Ancak tutkuyla bağlı olduğun bir baba için bunun hazırlığı yapılamıyormuş...
Şimdi dönüp o üç buçuk aya bakıyorum da... Güzel vedalaştık galiba babamla. Önce yıllar içinde yazdığı kitapçıkları Mavi Ağaç gibi ciddi bir yayınevinden çıkardık. Sonra Rasim Ozan'la hastanede nişanlandık. Annemlerin evinde evlenmeyi planladık. Babam kemoterapi arasında eve çıkacaktı ve biz evde küçük bir nikah organize edecektik ama olmadı. Eve gelecek kadar düzelemedi babacığım. Biz de hastanede attık imzayı. Babamın hasta yatağının başında evlendik.
***
Meğer bizi görmek için dayanırmış. Nikahtan sonraki gün hızla kötüleşti. Sesi çıkmaz oldu. Beş gün sonra yoğun bakıma aldılar ve yılbaşında da uyuttular. O uyumadan önce son kez girdik odasına. Annemin 'Rüştü bugün yılbaşı, lütfen dayan' dedikten sonra babamın o mavi gözlerini açıp 'Sahi bugün yılbaşı mı?' diye soruşunu hayatımın sonuna kadar unutmayacağım. O an benim babamı son uyanık gördüğüm andı.
***
Ona elveda demeyi kendime hala yediremiyorum. Onun yerine kitapta yazdığım önsözün sonundaki notla bitiriyorum bu yazıyı: 'Babalık kazanılan değil, doğal olarak elde edilen bir mertebe. Her çocuk babasını sever. Ama aynı şekilde değil... Bazıları sadece 'baba'sı olduğu için sever. Bazıları ise bunun üzerine 'ben bu adamı babam olmasa da çok severdim' der. Ben şanslıyım, çünkü ikinci gruptanım...'
Nagehan Alçı/Akşam