MUSTAFA MUTLU'DAN KIZDIRACAK YAZI! BÜYÜK GAZETECİLER...KÜÇÜK GAZETECİLER!

Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu'dan bazı gazetecileri kızdıracak bir yazı...

İşte Mutlu’nun o yazısı...


Büyük gazeteciler... Küçük gazeteciler!


Dün Odatv davasının ilk duruşması vardı. Sanıklar söz istedi ama mahkeme bu hakkı kullandırmadı.

Böylece dokuz aydır özgürlükleri kısıtlanmış olan sanıkların savunma hakları bir kez daha engellendi.

Avukatı Hüseyin Ersöz, sanıklardan gazeteci Soner Yalçın’ın mahkemede yapamadığı savunmasının tam metnini dünkü duruşmadan sonra gönderdi:

Soner, eğer konuşabilseydi, “Bugün, burada sanık sandalyesinde oturan düşüncedir, siz bizi değil basın özgürlüğünü yargılıyorsunuz” diye başlayacağı savunmasında, Türkiye’de gerçek anlamda gazetecilik yapmanın tehlikeli sonuçlarından söz edecekti.

Soran, arayan, kovalayan gazeteciyi bekleyenin sadece acı olduğunu, dürüstlüğünden taviz vermeyen gazetecilerin bizim ülkemizde ya işsiz bırakıldığını ya hapse atıldığını ya da katledildiğini anlatacaktı.

Ve tüm bunlara rağmen mesleki değerlerine aşkla bağlı gazeteciler olduğunu hatırlatacaktı.

Büyük gazetecilerin, her zaman en yürekli olanlar olduğunu söyleyecekti.

Ve onuruyla girdiği cezaevinden utançla çıkmaya hiç niyeti olmadığını haykıracaktı.

Dünyanın anlamını ancak harflerle özümseyen gazeteci-yazarları terörle aynı kefeye koymanın korkunç bir haksızlık olduğuna dikkat çekecekti.

Gazetecileri, yazarları cezaevine atmanın hiçbir dönemde hiçbir mahkemeye onur vermediğini, bir ülkenin cezaevinde ne kadar gazeteci-yazar varsa o ülkede o derece zihin katliamı olduğunu paylaşacaktı.


***


Sonra kendilerinin başına gelenleri anlatacaktı.

“Oda TV bilgisayarına virüslü word dosyaları yerleştirilmiş. Aleyhimize olan deliller bunlardan ibaret. Bunu da Boğaziçi Üniversitesi ve Ortadoğu Üniversitesi bilirkişi heyetleri açığa çıkarmıştır. 10 aydır çırpınıyoruz, bu word dosyaları bizim değildir diye. Niye kimse sesimizi duymuyor” diyecekti.


***


Savcıların Oda TV’deki yazıların sadece başlıklarına bakıp, içeriğini okumadan kendilerini suçladığını, sitelerinin Hocaefendi’yi “dokunulur kıldığı” için nefret oklarının merkezi ve hedefi haline geldiğini iddia edecekti.

Ve “Biz gazeteciyiz, bu duruşmalarda yakınmayacağız. Cesaretle bu karanlık tertibin üzerine gideceğiz. Biz gazetecilere yakışan budur. Bize yakışan duruşma salonunu haber merkezine çevirmektir” diye bitirecekti konuşmasını...


***


Soner’in savunmasını defalarca okudum.

Ve her defasında, “Bize yakışan duruşma salonlarını haber merkezlerine çevirmektir” sözüne takılıp kaldım!

Soner’in bu sözüyle demek istediği belli:

“İçeride de olsak...

İftiralara da uğrasak...

Elimizi, kolumuzu, ağzımızı, gözümüzü de bağlasalar...

Biz bulunduğumuz her ortamda gazetecilik yapmaya devam edeceğiz...”


***


Haklısın Soner...

Yapıyorsunuz da...

Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve diğer gazeteciler; yıllardır her duruşma günü bunu yapıyor. Duruşma salonunu haber merkezine çeviriyor.

Şimdi de sıra sizde:

Eminim sen, Doğan Yurdakul, Nedim Şener, Ahmet Şık, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Coşkun Musluk, Müyesser Uğur; her duruşma günü binlerce “bomba haber” patlatacaksınız Çağlayan’daki adliyeden...

Ama benim takıldığım bu değil... Siz bunu yaparken, yani duruşma salonlarını “haber merkezleri”ne çevirirken...

Gazetelerin, televizyonların haber merkezlerinde kurulan “duruşma salonları”nı nasıl aşacağımızı düşünüyorum ben!

O salonlarda savcılığa, hâkimliğe soyunan bazı arkadaşlarımız ne zaman hatırlayacaklar acaba, gazeteci olduklarını?

O gerçek “haber merkezleri”nde veya “yazı işleri masası”nda saatlerce konuşulan, isyan edilen ama “cız” denilerek görmezden gelinen, bu yüzden asla yayınlanamayan haberleri düşünüyorum!


***


Evet Soner...

İçeride de olsak...

İftiralara da uğrasak...

Elimizi, kolumuzu, ağzımızı, gözümüzü de bağlasalar...

Biz bulunduğumuz her ortamda gazetecilik yapmaya devam edeceğiz...

... de!

Çok az kaldık be kardeşim...

Çünkü moda şu anda cezaevinde ya da duruşma salonunda haber merkezi kurmak değil, haber merkezlerinde yargılama yapıp, cezaevi kâbusu estirmek!

Ne diyeyim; bu ayıp da senin deyiminle “yüreksiz”, bu yüzden “küçük” gazetecilere yeter!