Murat Ülker'den ezber bozan ifadeler! 'Bu Müslümanlık değildir'
Ramazan ayı dolayısıyla kişisel blogunda bir yazı kaleme alan Murat Ülker, din konusundaki yaklaşımını ve kişisel deneyimlerini paylaştı…
Bir süre önce muratulker.com adresinde bir blog oluşturan Murat Ülker, deneyim ve görüşlerini paylaştığı yazılar yayınlıyor. Ramazan ayı vesilesiyle de bir yazı yayınlayan Murat Ülker, kişisel deneyimlerini aktardı, dini nasıl yaşadığını ve gördüğünü anlattı.
Ramazan ayının geldiğine şükrederim, çünkü ne büyük bir fırsattır; hiçbir şey yapmayınca oluyor, yemek yeme, hiçbir şey içme, kötü bir şey yapma … Şükür bu yıl da Ramazana ulaştık ve ramazanı dolu dolu yaşayacak olmanın heyecanı içindeyim. Ramazan bereketi ve huzuruyla geliyor; bizim de ruh halimiz değişiyor…
Ben bu önemli tavsiyeyi dinler ve dinimi öyle yaşarım, çocuklarıma da tavsiyem budur. “Allah’ın kitabı var. Bu kitabın uygulamasını yaşayarak gösteren, peygamberimiz var. Onun hal ve hareketlerini anlatan kitaplar var. Ben bunları okumalarını istiyorum ve ellerinde bir ölçü olsun istiyorum. Her şeyi bu ölçüyle değerlendirsinler. O zaman doğru bir iş yapmış olurlar. O dedi, bu dedi, bu söyledi diye insanların peşinden gezmesinler.
“Şanslıydık”
Biz şanslıydık. Mahalle camimiz Kızıl Minare’de Mahmut Bayram Hocaefendi alim bir insandı. Mesela Cuma günü hutbe okuyacak. Cemaate:“Ben size Hz. Peygamberin (SAV) tarihte şu gün şurada, şu vesileyle insanlara okuduğu hutbenin aynısını tekrar ediyorum. Bu da şu kitabın şu sayfasında yazılıdır. Ben O ne dediyse onu diyorum. Sonra hoca filan/falan dedi, diye beni mezarımda rahatsız etmeyin” derdi. Hutbe esnasında cemaatten seslenenler olurdu; “hocam hangi sayfa, hangi kitap” diye. Not ederlerdi. Evde bakacak. Kontrol edecek!
Ben hep babamın tavsiyesine uydum, hayatımda dinimi yaşamak konusunda ekstra bir önderliğe ihtiyaç duymadım. Kutsal kitabımız ve Peygamberimizin (SAV) hayatı yolumu çizdi. Fakat benim şöyle bir tabiatım var. Ben insanlardan bilhassa ihtiyarlardan istifade etmeyi çok severim. Hatta iş hayatımda da pek çok ihtiyar, yani yaş almış, seçkin insanla çalıştım.
Mesela biri 80 küsur yaşındaydı, diğeri 65. Böyle altı kişiyle çalışmışımdır, kimine tercümanlık yaptım, kimiyle projelerde çalıştım. O zamanlar gencim, 23ünde filan. Bana çok faydası oldu. Çünkü ben şuna inanıyorum. O insan o zamana kadar yaptıklarını ve gördüklerini size anlatıyorsa ve siz bunları alıyorsanız ne oluyor bir anda siz 80 yaşında, 65 yaşında oluyorsunuz. Ben tecrübeyi olduğu gibi alırım. Bu tecrübeyi aldıktan sonra da uygularım. Uygulamada bir aksaklık görürsem ya değiştirir ya da adapte ederim veya vazgeçerim. Önderlerim herkes olabilir. Herkesten bir şeyler öğrenebilirim. Herkesin doğrusunu anlamaya gayret ederim.
“Kendimi ‘tutucu’ olarak tanımlamıyorum”
Yapı itibarıyla hiçbir şeyin olduğu gibi muhafazasına inanmıyorum. Terakki’ye, yani sürekli gelişmeye inanıyorum. Zaten dinim İslam da bunu söylüyor. İslam dini ilericidir. Muhafazakar olmak tutuculuktur. Bu ise müslümanlık değildir. Bu nedenle kendimi ‘tutucu’ olarak tanımlamıyorum.
Maddi ve manevi hayat ayrımım söz konusu değil, çünkü tek hayatım var. Yani evimde bir dini hayatım, dışarıda bir iş hayatım yok. İnancım ile uyumlu yaşıyorum. 2013 yılında bir basın toplantısında şöyle demiştim:
“Türkiye‘de muhafazakar işadamı olmak diye bir deyiş var. Buna katılmıyorum. Ülker; hiçbir zaman iş yapış ve tutuş biçimiyle tutucu olmadı. Çağın şartları neyse onu denedik. İşimizde her zaman o şartlara ayak uydurmaya çalıştık.”
“Faizden kaçınmanın pek imkanı yok”
Ama yaşadığımız çelişkiler oluyor tabi; mesela bizim dinimizde faiz haram; işimizi yaparken de kısmen faizli finansman kullanmak zorunda kalıyoruz. İşimizin aslı helal ama bazı iş yapış şeklinde faiz bulaşıyor. Bundan kaçınmanın yolu:
İş yapmamaktı! Zira bizim ihtiyacımızı global kurallar çerçevesinde karşılayabilecek faizsiz kurumlar hala yok. Zaten tüm global sistem böyle olunca bu durumdan kaçınmanın da pek imkanı yok. Rabbim bizi affeylesin. Amin.
Bir mühim nokta: Bir işin yanlış olduğunu bilip mecburen yapmak ve af dilemek başka şey, inkar etmek başka şey. Zira aksi takdirde dini inkar olur.
“İş hayatım ya da din hayatım diye bir ayrımım yok”
Dünyada her türlü yaşayan dindar olan/olmayan, müslüman olan/olmayan insanlarla çalışıyorum. Önemli olan iyi niyet sahibi olmaktır; dürüst olmak, dürüst iş yapmaya gayret etmek, yanlış yapınca düzeltmektir. İyi insanlarla çalışıyorsanız, onlardan iyi şeyler bekliyorsanız, onlara iyi davranıyorsanız, bu bir kültür meselesi, görenek meselesi oluyor artık! İş hayatında farklı olan arkadaşlarımla karşılıklı bir saygı ortamında çalışıyoruz.
Zaten biz iş için bir araya geldiğimizde ağırlıklı olarak iş konuşuruz. Ben başka meseleleri konu etmem. Hele zaten GOYA yapmaktan başka şeye imkan kalmıyor. Tüketicilerimiz niçin/nasıl davranıyorlar, niçin/nasıl alışveriş yapıyorlar, bu ve benzer olguların peşinde geçiyor iş hayatımız.
Dediğim gibi benim iş hayatım ya da din hayatım diye bir ayrımım yok. Tüm hayatım bir bütün. Diğer insanlarla ilişkim karşılıklı saygı çerçevesinde sürüyor. İşimiz bizi bir araya getiriyor. Herkesin bir patronu vardır. Bizim patronumuz da işin lazimesidir; iş ne gerektiriyorsa, tüketicimiz ne istiyorsa, odur.
“İşyerinde propaganda yasaktır”
Ana gayemiz #mutluetmutluol, ana hedefimiz G0AL 21dir. Bunun haricinde, birisi başka bir niyetlerle davranıyor ise, mesela politika yapacaksa veya işi başka bir şeye alet edecekse, bence kabul görmez ve ben onunla çalışmam. Parti, tarikat veya başka bir menfaat grubu mensubu olabilirsiniz; ama iş yerinde bunlarla ilgilenmek ve propagandası yasaktır. İşyerinde böyle bir çaba ve gaye gütmek kabil değildir. O halde bizim işimizden ayrılınız deriz.
Tabi bence bunun tersi de yanlıştır. Yani bir başka menfaat birliği altında toplanan insanlar bunu beraber iş yapmak gayesi olarak kullanırlarsa bu tip işlerde hedef ve niyet başka olacağı için muvaffakiyet pek nadirdir ve sürdürülemez. Mesela Fenerbahçeliler Fenerbahçe için varsalar olur, ama fenerbahçeyi tutan bakkallar birliği manasız bir kümelenme olur. Ama insanlar birbirlerini tanıyorlarsa tabii ki birbirlerine yardımcı olabilirler.
Bir de yardım için para toplanıyor, ama kime ne zaman ödenecek adı konmadan, ola ki lazım olur. Yardım derneklerinin, meslek kuruluşlarının hazineleri var! Bu bence yanlıştır. Bunu ihtiyaca binaen topluyor isen hemen akabinde dağıtman gerekiyor. Bunu ancak Devletin
Kızılay’ı tedbir için, afet olur diye stoklayacaktır. Keza tüm bunlar da çok şeffaf yapılması lazımdır. Mesela namaz çıkışı para toplanıyor, ben buna karşı çıkmıyorum ama mesela bunu talep eden desin ki; ben sizden şu kadar para topladım; kendim de bu kadar verdim. Yani yakışıklı olsun.
Biraz gençliğime gidersem , insanın gençken hayata bakışı farklı tabii ki. Ben de gençliğimde arkadaşlarımla ‘kurtarıcılığa’ merak sarmıştım. Hala esef ederim. Ben bütünlemeye filan kalsaydım, değil Türkiye, dünya kurtulacaktı! Ama okul bitince gerçek hayatla yüzleştik. Gençken tabii çok şeyler yapacaktık. Geriye baktığımda görüyorum ki yapmışım da.
Sosyal manada da çok şey yaptım. Ha “yaptın da, ne kazandın neye eriştin” derseniz, o açıdan başarılı olamadım. Yani olması gereken bir toplumsal inkişaf gerçekleşmedi. Ama bu benim kabahatim değil, benim elimden gelen bir şey de değil. Aradan geçen zamanda yani ilk gençliğimden bu yana toplumu anlamak konusunda bakışımda çok fark oldu. Ben hakikaten şimdi, Mevlana’yı daha iyi anlar oldum. Hakikaten Peygamberin (SAV) ne buyurduğunu daha iyi öğrenmeye çalışıyorum. Çok daha fazla sabır ve tolerans sahibi oldum. Allah’ın yerine insanları yargılamamayı öğrendim. İnşallah müspet inkişafım devam eder.
“Ramazan ayında manevi dünyamız zenginleşir”
Ramazan ayında dini metin okumaları artar. Manevi dünyamız zenginleşir. Fakat sanmayın ki dini metinler sadece inanç dünyanızı aydınlatmakla sınırlı kalsın. Dini metinler dünyevi hayatımıza ve bu hayatta zaman zaman karşılaştığımız sorunların giderilmesine de fayda sağlar.
Misal Muhyiddin İbn-i Arabi, 1100lerde Endülüs’te doğup Şam’da vefat eden bu ünlü İslam düşünürünün metinlerinde 21. Yüzyılın sorularının cevabını buluyorum (3). Kendimle yani ‘ben’ olmamla ilgili cevapların yanında iş hayatımda yönetici olarak örnek aldığım pek çok bahis buluyorum, zihnim aydınlanıyor.
İbn-i Arabi “daima bilgili kişileri dinle” diyor. Eğer uzmanlığa, tecrübeye, bilime kulaklarınızı, kapınızı kaparsanız, başarısız olursunuz, diye anlıyorum bu cümleyi. Bunca yıl bu kadar çok şey öğrenmişimdir, hala “biliyorum kibrinden” uzak duruyorum. Benden daha bilgilisini arıyorum, buluyorum ve kulak veriyorum. Muhterem zat, bu sözünü şöyle tamamlamış, “bilmediklerini bilenden öğren. Bildiklerini de bilmeyenlere öğret” Bir toplum başka nasıl gelişir ki? Başka bir yolu var mı?
“Bir işi bitirince, yeni bir işe başla” ayetinin nasihati ise hayatımın kuralıdır. Kuran-ı Kerim hayatımın bütününde rehberimdir. Bir yazımda daha önce bahsetmiştim, aynen ayetin buyurduğu gibi bir işten yorulmuşsam, yorgunluğumu bir başka işte çıkartırım . Tembelliğin hem insanın ruhunu hem de o insanın ait olduğu toplumu çürüttüğünü düşünenlerdenim. Başkasında da tembelliği sevmem ama kendimde asla hoş görmem.
Şirketlerde zaman yönetimi konusu en yaygın eğitimlerdendir. İşin uzmanları gelirler ve iş saatlerini en verimli şekilde nasıl değerlendirmeniz konusunda, belirli metotlarla sizi eğitirler. Bugün modern yönetim biliminin dediklerini, bir yazımda sözünü ettiğim Pomodoro teknikleriyle (4) anlatılanları İbn-i Arabi yüzyıllarca önce demiş zaten: “Zamanını boş ve abes işlerle geçirme. İçinde bulunduğun vakti iyi değerlendir.”
“Sabri Ülker Vakfı, toplumun güvenilir bilgiye ulaşmasını sağlıyor”
Babamın adını taşıyan Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Enstitüsü Vakfı , ulusal ve uluslararası düzeyde sağlıklı beslenme ve gıdalar konusundaki bilimsel çalışmaları, mevzuatı ve uygulamaları takip ederek toplumun güvenilir bilgiye ulaşmasını sağlıyor. Bütün bilimsel çalışmalar nihayetinde diyor ki; “yeterli ve dengeli beslen.” Sözün özü, aşırıya kaçma tavsiyesini veriyorlar. Dünyanın en pahalı laboratuvarlarındaki araştırmaların ortak noktası bu. Dönelim İbn-i Arabi’ye, o demiş ki:“Acıkmadıkça yeme. Yemeği doymadan bırak. Fazla su içme. Yemeği ihtiyacın kadar ye. Yemek yerken, lokmayı ne büyük ne de küçük alma. Orta derecede al. Lokmayı ağzına kor iken, Besmele-i şerife’yi oku. Lokmayı iyice çiğne sonra yut. Yemekten sonra Allahü tealaya hamd-ü senada bulun.“
İşte dini okumalarımı da böyle bir bakış açısıyla yapıyorum. İbn-i Arabi’yi de bu bakış açısıyla zamanında okudum. Bir alim kadar bilgim yok, mülahazalarım ancak kendim içindir. Ama size Goya’larım esnasında edindiğim birkaç intibamı aktarayım.
Turan gezisinden deneyimler…
Bir Turan gezisinden örnek vereyim. Şah-ı Nakşibendi’nin mezarını ziyaret ettim. Yani Nakşiliği kuran ilk zatın Buhara’daki mezarına gittim, baş tarafına ağaçtan 6 metre kadar uzun bir direk yapmışlar. Ucunda bir at kuyruğu sallanıyor. Türk ulularının mezarında töremizdir, dediler. Şah-ı Nakşibendi bir Türk büyüğü olarak biliniyor. Bu insanın öğretisi yüzyıllar geçtiği halde nasıl bu kadar etkili olmuş, yüz milyon insanı etkilemiş, merak ettim araştırdım.
O vakit dervişlerde dünyayı terk etmek, hiç iş görmemek esastır. Demir çarık, demir asa ile gezerler, boyunlarında bir zincire asılı bir kap vardır. Halk yiyecek, içecek ne verirse içine katar, karıştırır sadece hayatta kalmak için içerler. Bir nevi keşişler gibidirler ama halkın içinde yaşarlar. Manastırda dağ başında yaşamazlar.
Verilir ise bir şey yerler, istemezler, çalışmazlar, sadece Allah’ı anarlar. Şah-ı Nakşibendi ise dervişlere devrim yaratacak farklı bir şey söylüyor: Sosyal hayata dahil olup evlenip iş/güç sahibi olabilirsiniz, diyor. Yani ne oluyor, piyasadaki bütün tüccar, esnaf insanlar derviş oluyorlar. Hem sosyal hayatları zenginleşiyor, hem ilişkileri gelişiyor, ahlak ve yaşayışları düzeliyor. Müreffeh oluyorlar. Derviş olmak herkesin hakkı oluyor. Yani Şah-ı Nakşibendi dervişler bir araya gelsin şirket kursun dememiş, bilakis tüccar olanlar da derviş olsun, manevi hayatlarını zenginleştirsinler demiş. Büyük bir düşünce devrimi yapmış.
Bir örnek de Abdülkadir Geylani‘den vereyim. Geylani, İran’da doğan Irak’ta ölmüş Kadiriye tarikatının kurucusu ünlü islam bilgini. Hanım bir ara onun bir kitabını İlahi Armağan’ı (5) okuyordu, sonra da bazı yerleri bana okuyup,“bak ne diyor; hep iş peşinde koşma, dünyaya dalma, zenginlerden uzak dur“ şeklinde uyarılar yapıyordu.
“Nakşilik’ten, Kadirilik‘ten söz ettim ya, şimdi yandım”
O günlerde Pakistan’dan Abdülkadir Geylani’nin yakınlarından eski Milli Savunma Bakanı’nın oğlu Ömer Geylani gelmiş, ortak bir proje için, akşam yemek yiyeceğiz. O nedenle eve biraz erken geldim. O sıralar işler çok yoğun, sürekli akşam yemeklerini dışarda yiyorum. Bir yandan hanıma nasıl “yemekte yokum“ diyeceğimi düşünüyorum. Dedim ki “Geylani’nin kitabını okuyordun ya hani, onu bulup rastgele bir sayfa açar mısın?“ Bir tür kitap falı açıyorum yani eskilerin deyimiyle tefe’ül yapmak istiyorum.
Mesela o sayfadan çıkan konuyu yemekte gündeme getirip Ömer Geylani ile konuşacak konu bulma amacındayım. Hanım gitti kitabı getirdi, bir sayfa açtı okumaya başladı: “Bir iş yapılacaksa durmamak lazım, işi takip etmek lazım, en önemli işimiz çalışmak, işini geri bırakma…“. İkimiz de birbirimize baktık epeyce gülüştük . Bu sayede rahatça dışarda yemek yiyebileceğimi de söyledim tabi. Hayatta böyle şeyler oluyor.
Ben bunları anlattım, Nakşilik’ten, Kadirilik‘ten söz ettim ya, şimdi yandım. Artık paramparça edilirim ne nakşiliğim kalır, ne kadiriliğim, ne dervişliğim, hatta uydurma şeyh diyenler bile olabilir. Benim bir dedem hocaefendi, diğeri ise dervişti. Ben müslüman olarak anılmak isterim, meslek olaraksa bisküvici/çikolatacı oldum desem de nafile, burası Türkiye eskiden ağzı olan konuşurdu, şimdi sosyal medya hesabı olan salladıkça sallıyor…
Afiyet ve huzur dolu bir Ramazan ayı geçirmeniz dileğiyle, Rabbim ne muradınız varsa versin.