Murat Bardakçı'dan tarihi hatırlatma: Bombalı terörü bize kim öğretmişti bilir misiniz; Belçikalılar!
"Bu yazıyı 'Oh olsun Belçikalılar'a' gibi sapıkça bir düşünce ile kaleme almadım"
Tarihçi kimliğiyle tanınan Habertürk yazarı Murat Bardakçı, dün (22 Mart 2016) Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen bombalı saldırısının ardından, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan ilk bombalı saldırının bir Belçikalı’nın yaptığını hatırlattı. 34. Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid’in hedef alındığı saldırının ardından, Avrupalı devletlerin ve Belçika’nın bastırmasıyla, saldırının failinin serbest bıraktığını belirten Bardakçı, yazısını “Oh olsun Belçikalılar’a” düşüncesiyle yazmadığını, geçmişte yaşanan bir olayı hatırlatmak amacıyla yazdığını vurguladı.
Bardakçı’nın bugün (23 Mart 2016) yayımlanan “Bombalı terörü bize kim öğretmişti bilir misiniz? Belçikalılar!” başlıklı yazısı şöyle:
Terör dün de Brüksel’i vurdu, kan gövdeyi götürdü. Bu yazıyı yazdığım sırada ölü sayısı otuzu geçmişti...
İnsan hayatına kasteden, özellikle de masumları hedef alan saldırıların hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini ve mutlaka lânetlenmesi gerektiğini söylememe lüzum bile yok...
Ama terörün bu iğrenç ötesi hüviyetinin bazı gerçeklerin, özellikle de geçmişte yaşanmış fakat şimdilerde unutulmuş bazı hakikatlerin hatırlanmasına engel olmaması da lâzımdır...
Dolayısı ile bu yazımı bu şekilde mütalâa edin, yani “Oh olsun Belçikalılar’a!” gibisinden sapıkça bir düşünce ile değil, bombalı terör konusunda bizi çok yakından alâkadar eden geçmişteki bir hadiseyi hatırlatmak maksadıyla kaleme aldığımı düşünün...
26 kişi canından oldu
Biz, ilk bombalı terör eylemi ile, daha doğrusu eylemde bombalı araba kullanılması şeklindeki kalleşçe bir saldırı ile Belçika vasıtasıyla tanışmıştık! Türkiye’nin yaşadığı ilk bombalı terör İstanbul’da, 1905’in 21 Temmuz’unda sahnelenmiş, o gün patlayan bomba 26 masumun hayatına malolmuştu.
Saldırının hedefi zamanın hükümdarı Sultan Abdülhamid, plânlayanlar Ermeni komitacılar ama bombayı imal edip yerleştiren, daha doğrusu saldırının taşeronluğunu yapan da Charles-Edouard Joris isminde Belçikalı bir anarşistti.
Günlerden cuma idi, zamanın hükümdarı Abdülhamid, Yıldız Camii’ne “cuma selâmlığına”, yani cuma namazına gitmişti. Caminin yanıbaşına bırakılan bir faytona yerleştirilmiş olan saatli bomba namazdan hemen sonra, hükümdarın geçmesine birkaç dakika kala patladı. Sultan Abdülhamid namaz çıkışında Şeyhülislâm ile ayaküstü konuşmaya dalması sayesinde saldırıdan yara bile almadan kurtuldu, kendi arabasına bindi, dizginleri eline aldı, saraya döndü ama patlamada 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış ve 20 kadar at da telef olmuştu.
Hemen başlayan tahkikat hem hadisenin sorumlularını ortaya çıkarttı, hem de İstanbul’un nasıl büyük bir tehlikeden son anda kurtulmuş olduğunu gösterdi: İşin gerisinde Ermeni komitacılar ile Belçikalı bir taşeron vardı. Yıldız’a yerleştirdiği bombada seksen kilo “melinite” ile yirmi kilo demir, çelik ve çivi kullanmıştı ve Abdülhamid’in katledilmesinden sonra Bâbıâli’yi, Tünel’i, Galata Köprüsü’nü ve Osmanlı Bankası’nı uçuracak; elçilikler ile önde gelen resmi daireleri de yerle bir edeceklerdi.
İstanbul’da hemen bir tutuklama furyası başladı. Avrupa’dan gelen teröristlerin hemen tamamı Türkiye’den yabancı bandıralı gemilerle çoktan ayrılmışlardı ama Joris ile birkaç adamı hâlâ şehirdeydi ve yakalandılar.
Brüksel bastırdı, bıraktık!
Teröristlerin mahkemeye çıkartılacaklarının açıklanmasından sonra Bâbıâli ve saray önce Belçika’nın, daha sonra da diğer Avrupalı memleketlerin İstanbul’daki büyükelçilerinin baskınına uğradı. “Joris sivildir, onu yargılayacak hâkimlerin de sivil olması ve aralarında askerlerin bulunmaması gerekir” dediler; sorgulama başlar başlamaz Belçika büyükelçisi yeniden bastırdı, Joris’in ifadesi alınırken yanında bulunmayı başardı, “vatandaşının haklarının ihlâl edildiğini” söyledi ve her gün başka bir mesele çıkardı.
Derken, sadece sivil hâkimlerin yeraldığı bir mahkeme kuruldu, teröristler yargılandılar, Joris idama mahkûm edildi ama başta Belçika olmak üzere bütün Avrupa bu defa “Asamazsınız!” diye tutturdu. Zayıf ve çaresiz olan Bâbıâlî baskılara karşı koyamadı ve Joris serbest bırakılıp Avrupa’ya gönderildi! Kamuoyunu yatıştırmak için de “Kan dökmekten hoşlanmayan padişahımız efendimiz, canına kasteden katili bile affetme yüceliğini gösterdi” meâlinde kısa bir resmi bildiri yayınladı.
İşte, bundan 111 sene önce yaşadığımız ve tarihlere “Bomba hadisesi” diye geçen terörün ve daha da önemlisi, saldırının Belçika ile bağlantısının kısa öyküsü...
Tekrar söyleyeyim: “Oh olsun Belçika’ya!” demiyorum, sadece uğradığımız ilk bombalı terörün arkasında bir Belçikalı’nın bulunduğunu ve Brüksel’in o senelerde teröre verdiği desteği hatırlatmak istiyorum!
Bardakçı’nın bugün (23 Mart 2016) yayımlanan “Bombalı terörü bize kim öğretmişti bilir misiniz? Belçikalılar!” başlıklı yazısı şöyle:
Terör dün de Brüksel’i vurdu, kan gövdeyi götürdü. Bu yazıyı yazdığım sırada ölü sayısı otuzu geçmişti...
İnsan hayatına kasteden, özellikle de masumları hedef alan saldırıların hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini ve mutlaka lânetlenmesi gerektiğini söylememe lüzum bile yok...
Ama terörün bu iğrenç ötesi hüviyetinin bazı gerçeklerin, özellikle de geçmişte yaşanmış fakat şimdilerde unutulmuş bazı hakikatlerin hatırlanmasına engel olmaması da lâzımdır...
Dolayısı ile bu yazımı bu şekilde mütalâa edin, yani “Oh olsun Belçikalılar’a!” gibisinden sapıkça bir düşünce ile değil, bombalı terör konusunda bizi çok yakından alâkadar eden geçmişteki bir hadiseyi hatırlatmak maksadıyla kaleme aldığımı düşünün...
26 kişi canından oldu
Biz, ilk bombalı terör eylemi ile, daha doğrusu eylemde bombalı araba kullanılması şeklindeki kalleşçe bir saldırı ile Belçika vasıtasıyla tanışmıştık! Türkiye’nin yaşadığı ilk bombalı terör İstanbul’da, 1905’in 21 Temmuz’unda sahnelenmiş, o gün patlayan bomba 26 masumun hayatına malolmuştu.
Saldırının hedefi zamanın hükümdarı Sultan Abdülhamid, plânlayanlar Ermeni komitacılar ama bombayı imal edip yerleştiren, daha doğrusu saldırının taşeronluğunu yapan da Charles-Edouard Joris isminde Belçikalı bir anarşistti.
Günlerden cuma idi, zamanın hükümdarı Abdülhamid, Yıldız Camii’ne “cuma selâmlığına”, yani cuma namazına gitmişti. Caminin yanıbaşına bırakılan bir faytona yerleştirilmiş olan saatli bomba namazdan hemen sonra, hükümdarın geçmesine birkaç dakika kala patladı. Sultan Abdülhamid namaz çıkışında Şeyhülislâm ile ayaküstü konuşmaya dalması sayesinde saldırıdan yara bile almadan kurtuldu, kendi arabasına bindi, dizginleri eline aldı, saraya döndü ama patlamada 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmış ve 20 kadar at da telef olmuştu.
Hemen başlayan tahkikat hem hadisenin sorumlularını ortaya çıkarttı, hem de İstanbul’un nasıl büyük bir tehlikeden son anda kurtulmuş olduğunu gösterdi: İşin gerisinde Ermeni komitacılar ile Belçikalı bir taşeron vardı. Yıldız’a yerleştirdiği bombada seksen kilo “melinite” ile yirmi kilo demir, çelik ve çivi kullanmıştı ve Abdülhamid’in katledilmesinden sonra Bâbıâli’yi, Tünel’i, Galata Köprüsü’nü ve Osmanlı Bankası’nı uçuracak; elçilikler ile önde gelen resmi daireleri de yerle bir edeceklerdi.
İstanbul’da hemen bir tutuklama furyası başladı. Avrupa’dan gelen teröristlerin hemen tamamı Türkiye’den yabancı bandıralı gemilerle çoktan ayrılmışlardı ama Joris ile birkaç adamı hâlâ şehirdeydi ve yakalandılar.
Brüksel bastırdı, bıraktık!
Teröristlerin mahkemeye çıkartılacaklarının açıklanmasından sonra Bâbıâli ve saray önce Belçika’nın, daha sonra da diğer Avrupalı memleketlerin İstanbul’daki büyükelçilerinin baskınına uğradı. “Joris sivildir, onu yargılayacak hâkimlerin de sivil olması ve aralarında askerlerin bulunmaması gerekir” dediler; sorgulama başlar başlamaz Belçika büyükelçisi yeniden bastırdı, Joris’in ifadesi alınırken yanında bulunmayı başardı, “vatandaşının haklarının ihlâl edildiğini” söyledi ve her gün başka bir mesele çıkardı.
Derken, sadece sivil hâkimlerin yeraldığı bir mahkeme kuruldu, teröristler yargılandılar, Joris idama mahkûm edildi ama başta Belçika olmak üzere bütün Avrupa bu defa “Asamazsınız!” diye tutturdu. Zayıf ve çaresiz olan Bâbıâlî baskılara karşı koyamadı ve Joris serbest bırakılıp Avrupa’ya gönderildi! Kamuoyunu yatıştırmak için de “Kan dökmekten hoşlanmayan padişahımız efendimiz, canına kasteden katili bile affetme yüceliğini gösterdi” meâlinde kısa bir resmi bildiri yayınladı.
İşte, bundan 111 sene önce yaşadığımız ve tarihlere “Bomba hadisesi” diye geçen terörün ve daha da önemlisi, saldırının Belçika ile bağlantısının kısa öyküsü...
Tekrar söyleyeyim: “Oh olsun Belçika’ya!” demiyorum, sadece uğradığımız ilk bombalı terörün arkasında bir Belçikalı’nın bulunduğunu ve Brüksel’in o senelerde teröre verdiği desteği hatırlatmak istiyorum!