Murat Bardakçı'dan Metin Akpınar'a çağrı: "Mesele özür, pişmanlık beyanı ile halledilebilir"

Habertürk yazarı Murat Bardakçı, ünlü oyuncu Metin Akpınar'ı özür dilemeye çağırdı

Habertürk yazarı, tarihçi Murat Bardakçı, ünlü oyuncu Metin Akpınar'ın Halk TV'de katıldığı programda kullandığı ifadeler nedeniyle soruşturma konusu olmasından duyduğu üzüntüyü okurları ile paylaştı.

Bardakçı yazısında şu ifadeleri kullandı;

"Metin Akpınar halkın nabzını tutma konusunda üstad ve izleyicilerini muhalefet ederken bile katılırcasına güldürerek coşturma yeteneğinin âlâsına sahip olan kıdemli bir sanatçının Cumhurbaşkanı’nı hedef aldığı için savcılıkta ifade vermesine yolaçan cümleleri sarfetmesinin sebebi sözün şehveti mi, dinleyiciden gelen yoğun ama menfî haz hissi mi, yoksa başka birşey midir, bilmiyorum…"

Yaşanan olay nedeniyle çok üzüldüğünü de gizlemeyen Bardakçı, "Temennim, milleti yarım asırdır güldüren bir sanatçının bir anlık gafleti yüzünden hayatının sonbaharında trajedi yaşamamasıdır ve mesele özür, pişmanlık beyanı vesaire ile halledilebildiği takdirde memleketteki kamplaşmanın yumuşamasında bile vesile olabilir!" diye yazdı.

İşte o köşe yazısı;

- Siyasî bedduanın ardında entellektüel fukaralık yatar

Metin Akpınar’ın katıldığı TV programında ettiği sözler yüzünden evine polis gönderilmesinin ve tatsızlığın savcılıkta ifade vermeye kadar uzamasının temelinde, pek meraklısı olduğumuz “ölüm temennisi” yatar.

Sevmediklerimiz hakkındaki geleneksel temennimiz “Vücudu kalksın” idi; bunu “Gebersin!”, “Canı çıksın!”, “Allah canını alsın!”, “Allah belâsını versin!” vesaire takip ederdi ve bu minvaldeki sözler hâlâ bol bol kullanılıyor.

Zaten aklımıza yatmayan ve muhalif olduğumuz hemen her sosyal hadisede hemen sarfediverdiğimiz “Sallandıracaksın üç-beşini, bak bir daha yapabilirler mi?” ifadesi bile can almayı nasıl çözüm olarak gördüğümüzün apaçık kanıtıdır!

Tartışma siyasî boyutta olduğu takdirde, ölümün “şekli” konusunda da fikir beyan edilir ve temennide bulunulur…

Eskiden ağır suç işlemiş olanlar çengele geçirirlerdi, siyasî rakibi hedef alan en hafif temenni ve beddua “Çengel çiçeği olasıca!” idi ve devir değişince can alma biçimi de hissedilen nefrete göre zamanın idam şekline uyarlandı, “sallandırmak”tan tutun ayağından asmaya ve “mahzenlerde zehirlemeye” kadar uzayıp gitti…

Metin Akpınar’ı savcılıkta ifade vermek zorunda bırakan TV’deki sözlerinin altında işte bu “ölüm temennisi” âdetimiz vardır ve iktidarı bir türlü deviremeyen muhalefetimiz her zaman darbe hasreti çekmiş ve hasretini beddua ile süslemiştir!

Son hadisenin hem tuhaf hem de üzücü olan tarafı ise, Akpınar gibi milleti yarım asırdan buyana güldüren, hattâ bu işi zamâne komedyenlerinin birçoğu gibi sadece küfürden istifade ederek değil, gerçek mizah ile yapmış ve güldürürken de düşündürmüş bir sanatçının bile siyaset konuşurken ölüm temennisinde bulunabilmesidir.

Ama işin nihayetinde tartışma âdâbımızdaki entellektüel fukaralık vardır! Unutulmayacak hoşlukta ifadelerin kullanıldığı siyasî tartışmalar bu fukaralığımız yüzünden bizde oldukça azdır ve mesleğinde zirvede olanların bile muhalifleri hakkında ölüm temennilerinde bulunmalarının sebebi, bir türlü kurtulamadığımız işte bu fakirliğimizdir!

HİCVİMİZ BİLE KÜFÜR VE BEDDUADIR!

Türkiye, muhataba karşı her zaman açıkça ifade edilmiş olan bu “ölüm temennisi”nden çok çekti, bu iş üstelik sadece lâfta kalmadı, fiiliyata da döküldü.

Eski asırlara kadar uzanmamıza hiç gerek yok; 20. yüzyılın ilk senelerinden itibaren siyasette alınan canları, meselâ 31 Mart hadisesinden sonra İstanbul’un dört bir tarafında ibret-i âlem için salkım salkım sallandırılanları, Bâbıâlî baskınının sonrasında siyasî suikastlere kurban gidenleri, Mütareke döneminde hayatları darağacında noktalanan masumları, İstiklâl Mahkemeleri’nin aldığı canları ve en nihayet 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın ve 12 Eylül’ün kurbanlarını hatırlamak kâfidir!

Sadece siyasî tarihimize değil, hiciv edebiyatımıza da baktığınızda, bu boşluğun derinliğini mükemmelen farkedersiniz…

Bizde hicvin ve mizahın temelinde de bol bol hakaret, hiç durmadan saydırma, yani küfür ve nihayet “Geber inşaallah!” temennisi vardır. Klasik edebiyatımızın en güçlü heccavlarından, yani hicivcilerinden olan Nef’î’nin meşhur eseri “Sihâm-ı Kazâ” baştan aşağı hakaret ile ve bu şekilde temennilerle doludur; zaten şairin idamına sebep de zamanın vezirlerinden Bayram Paşa’yı hicvederken “cahil”, “domuz” ve defalarca “köpek” demesidir!

Sonraki devirlerde yaşamış diğer hicivcilerin çoğu aynı kaynaktan, yani hakaret ile küfürden istifade etmişlerdir. En meşhur heccavlardan olan Eşref’in kıt’alarında bile mizah değil, kaba küfürle karşılaşırsınız. Zamanın padişahından tutun sıradan devlet adamlarına kadar hoşlanmadığı kim varsa hepsine saydırır, dümdüz gider ama mısraları senelerce “mizah” diye okunmuş ve keyif vermiştir!

Hicvimiz üstelik sadece küfürden ibaret değildir, en ağır sözleri genellikle “Geber!”, “Leşini domuzlar yesin!”, “Bilmemne çukuruna atılasın inşaallaaaah!” temennileri takip eder…

Siyasî kavgalarda olduğu gibi…

Metin Akpınar halkın nabzını tutma konusunda üstad ve izleyicilerini muhalefet ederken bile katılırcasına güldürerek coşturma yeteneğinin âlâsına sahip olan kıdemli bir sanatçının Cumhurbaşkanı’nı hedef aldığı için savcılıkta ifade vermesine yolaçan cümleleri sarfetmesinin sebebi sözün şehveti mi, dinleyiciden gelen yoğun ama menfî haz hissi mi, yoksa başka birşey midir, bilmiyorum…

Temennim, milleti yarım asırdır güldüren bir sanatçının bir anlık gafleti yüzünden hayatının sonbaharında trajedi yaşamamasıdır ve mesele özür, pişmanlık beyanı vesaire ile halledilebildiği takdirde memleketteki kamplaşmanın yumuşamasında bile vesile olabilir!