Murat Bardakçı o kavgaya sert daldı: “Sanatçı solcu olmalı” terânesi, tıngır tıngır bir safsatadan ibarettir!

Habertürk yazarı Murat Bardakçı, epeydir gündemi meşgul eden Mazhar Alanson ile Bülent Ortaçgil'in açıklamalarını köşesine taşıdı

“Sanatçı dediğin solcu olmalı” terânesi tıngır tıngır bir safsatadan ibarettir diyen yazar, sanatçı olmayı beceremeyenlerin bu ideolojiyle kendini var ettiğine dikkat çekti. Bardakçı "o tür" sanatçıları "Çaresiz ideolojiyi sanat gibi göstermeye çabalar, artık önemli bir “solcu entelektüel” olan bu nevzuhur “sanatçıdan” sizler de buyurmaz mısınız?" diye tanımladı. Alanson ve Ortaçgil'in taşlanmasının yersiz olduğunu kaydeden yazar, hakiki bir sanatçının görüşünün bilindiğini fakat, şöhretinin eserlerinden kaynaklandığını yazdı.

Yazarın köşesinde "'Sanatçı solcu olmalı' terânesi, sanatçı olmayı beceremeyenlerin avuntusudur!" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:

"Entellerimiz, dantellerimiz ve söyleyecek sözleri olmadığı için sadece iktidara değil herşeye ve hattâ aynada gördükleri çehrelerine bile muhalif olan lâf ola beri gele aydınlarımız son günlerde Mazhar Alanson ile Bülent Ortaçgil’e demediklerini bırakmıyorlar.

Alanson “Hem Atatürk’ü severim, hem peygamberimi”; Ortaçgil de “Yüzde 48 yüzde 52’yi, yüzde 52 de yüzde 48’i tanırsa kavga biter” dedi ya… İplerini hemen çekiverdiler! Ne yalakalıkları kaldı, ne iktidara biat ettikleri, ne hayranlarını aldattıkları ne de pastadan pay kapmaya çabaladıkları…

Her iki sanatçının da müziğini mâlûm semtlerdeki müdavimi oldukları barlarda uzun senelerdir içki ile mezenin ayrılmaz refakatçisi yapanların şimdi hiddet buyurmalarının sebebi mâlûm: Sanatçı dediğin mutlaka solcu olmalı imiş, iktidarın yanında yer alanlara “sanatçı” denmezmiş, dolayısı ile iktidara muhalefet etmeyen Alanson ile Ortaçgil sanatçı değilmiş ve hayranlarını aldatmışlarmış!

Hiç inanmayın: “Sanatçı dediğin solcu olmalı” terânesi tıngır tıngır bir safsatadan ibarettir ve sanatçı olmayı bir türlü beceremeyenlerin can havliyle sarıldıkları çürük bir iptir!

İdeoloji pazarlaması
Adam hırsına rağmen sanat vâdisinde kendini lâyık gördüğü yere bir türlü gelememiştir; zira baştan aşağı yeteneksizdir, beceriksizdir, üstelik sultanî tembeldir ama “sanatçı” görünüp birşeyler elde etmek, etrafında hayran kitlesi toplamak, yani kabul edilmek istemektedir ama vermemiş Mâbud, n’eylesin Mahmud?

Çaresiz kalınca idolojiye sarılır, daha doğrusu ideolojiyi sanat gibi göstermeye çabalar, Cihangir ve Çeşme taraflarında arz-ı endâm eder, “Sanatçı dediğin muhalif olacak, iktidara karşı çıkacak!” gibisinden sözlerle etrafındaki birkaç iz’an fukarasının gözünü boyar, hayranlık krizine girebilmek için zaten üstad arayan bu iz’an fukaraları adamın saçmalamalarını vecize zannedip dört bir yana yaymaya başlarlar ve netice: Artık önemli bir “solcu entelektüel” olan bu nevzuhur “sanatçıdan” sizler de buyurmaz mısınız?

Böylelerinin eserleri, hatırlanacak bir işleri yahut akılda kalacak başarıları yoktur ama çenebazlıkları mebzul miktardadır!

Bir sanatçı “solcu” ve “muhalif” olmaz mı? Tabii ki olur, zaten olmaması tuhaftır, hattâ 20. asrın sanatına yön vermiş önemli isimlerin birçoğu solcudur, memleketlerinin rejimine muhaliftirler ama şöhretlerini “Sanatçı dediğin solcu ve muhalif olmalı” goygoyu ile değil, eserleri ile elde etmişlerdir. Hakiki bir sanatçı “Ben solcuyum, solcu olduğum için de muhalifim” diye sayıklamaz, hangi görüşte olduğu zaten mâlûmdur ama şöhretini siyasî tandansına değil, eserlerine borçludur.

Sanatı himaye yaşatır!
Meselenin bir diğer tarafı daha var: Bizim “himaye”, Batı’nın “patronaj” dediği müessese, yani geçmişte devletin sahiplerinin, büyüklerinin ve hem gücü hem de serveti olan sanat meraklılarının sanatçıyı himayeleri altına almaları, maddî ve manevî destek verip eser ortaya koymalarına katkıda bulunmaları…

Avrupa’da geçmiş devrin papaları, bilmemnerenin kralları, prensleri, dükler; bizde de sultanlar, paşalar, beyler ve zenginler olmasa idi ortada bugün “klâsik sanat” diye bir şey mevcut bulunmazdı! Batı dünyasında Leonardo’dan Bach’a, Türkiye’de de Nedîm’den İsmail Dede Efendi’ye kadar bir hayli önemli isim eserlerini bu himaye sayesinde verebilmiştir…

Patronajın sanatımızdaki özellikle de klâsik edebiyatımızaki yerini merak edecek olursanız rahmetli üstâd Halil İnalcık’ın “Şair ve Patron” isimli ince ama ilmî bakımdan devâsâ ve alanında tek olan eserini okuyun…

Siz siz olun, “Sanatçı dediğin solcu olmalı” terânesine hiç inanmayın ve bu yâvenin sanatçı olmayı bir türlü beceremeyen yeteneksiz güruhun avuntusundan ibaret olduğunu da unutmayın!"