Mümtazer Türköne'den Erdoğan'a ağır ima! "Uzun adam" değil "küçük insan"

Başbakan Erdoğan'la Zaman yazarı Mümtazer Türköne arasında gerginlik meydanlara taşarken bugün Türköne yazısını Erdoğan'la ilgili çok sert bir imayla bitirdi.

Erdoğan için kullanılan "uzun adam" sözünü hatırlatan Türköne yazısını şöyle bitirdi:

"Diktatörlük özlemi karşımıza sadece bir “uzun adam” hikâyesi çıkartıyor. Bir Çin atasözü durumu açıklıyor: 'Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batmak üzeredir."

İşte Türköne'nin Diktatörlük özlemi ve “uzun adam” hikâyesi başlıklı o köşe yazısı:

Başbakan’ın peşinde olduğu kontrolsüz ve denetimsiz güç araçları, yolsuzluk bataklığından çıkmak için ihtiyaç duyduğu korumayı ve dokunulmazlığı sağlayacak. Sonrası, aynı araçlarla statükosunu oluşturacak bir otokrasi.

HSYK, İnternet ve MİT Kanunu tek başına bu otokrasiyi oluşturmak için yeterli; ama sadece kâğıt üzerinde. Erdoğan panik halinde garantisi olan çözümler arıyor. Unutmayalım, gücün kendini en fazla gövde gösterisi yaptığı zaman, en çaresiz olduğu andır. Bu denetimsiz güç arayışını ve tezahürünü bir çaresizlik olarak okursak durumu daha gerçekçi yorumlama imkânı bulabiliriz.

Siyaset -Carl Schmitt’in tanımladığı şekilde- istisnaî olanın genel olanı belirleme sürecidir. Yasa yaparken, karşılaşılan somut sorunları genel ve soyut kurallara bağlayarak çözersiniz. Ancak yasa bir kullanım kılavuzu halinde size cihazın nasıl işlediğini anlatmaz; bir aksama halinde o soyut kurallara müracaat ederek sorunu nasıl gidereceğinizi gösterir. Adam öldürmek dünyanın her yerinde suçtur; ama devlet asıl gücünü belli hallerde bu genel prensibe istisna getirerek gösterir: Meselâ güvenlik birimlerine belli şartlarda adam öldürme yetkisi tanıyarak. Hükümetin üçlü dikta kanunları ile hangi genel yetkileri kullanacağına takılmayın; bir kriz anında hangi istisnaî yetkileri kullanacaklarına bakarsanız, bu kanunların gerçek amacını, röntgen filmi kadar net görebilirsiniz.

Başbakan’ın kararlarına ve icraatlarına çerçeve ve dayanak oluşturan ve rehberlik eden prensipler, mer’î hukuk sistemine dayanmıyor. Devlet rantından alınan komisyonlarla oluşturulan havuz, buradan siyasetin finanse edilmesi 1996 yılında alınmış bir fetvaya dayanıyor. Kanun düzenine aykırı olarak bu düzenek aracılığıyla girişilen hayır-hasenat işleri, hukuk düzeninin dışında kaynağa tekabül ediyor. “Başbakan yolsuzluk yapmadı, bu paraları hayır işlerine harcadı” propagandası, işte bu arayışın eseri. Alternatif bir hukuk sisteminin ve alternatif bir ekonominin işlemesi, bu hükümetin siyasetini bağladığı asıl kaynak. Çıkan kanunlar, Başbakan’a verdiği istisnaî yetkilerle bu mer’î hukuk düzeni ile hükümetin benimsediği prensipler arasındaki derin uçurumu kapatmaya yarayacak.

Başbakan kendisi için bir ölüm-kalım mücadelesi veriyor. Yolsuzlukların üstünü örtmesi, gerçeğin peşine düşenleri sindirmesi lâzım. Bir yandan da onun asıl gücünü oluşturan halk desteğini, algıyı tekeline alarak sürdürmesi lâzım. İstisnaî olanı gözeterek bu çabalarını teşhis edebilirsiniz. Yargı kararlarının uygulanmasını engelleyerek, mahkemeleri, hakim ve savcıları dağıtarak, üstelik Adalet Bakanı aracılığıyla savcıları tehdit ederek, adli kolluğu sağa-sola sürerek yolsuzlukları gizlemeye çalışıyor. Fazladan, bütün suçu “alçak ve hain ve dahi acımasız” düşmanların üzerine atarak kendisini var eden sandığın içini dolu tutmaya uğraşıyor. Konuşuyor: “Bürokrasi içinde yuvalanan çete bazı işadamlarını, gazetecileri, bürokratları şantajla esir almış...” Soracağınız soru şu olmalı: Başbakan bu üç kanunla elde edeceği yetki ile bu iddiasını ispatlayabilir mi? Devamı var... “Darbe medyası da bunlara destek veriyor, bu alçaklığın hesabını sorarız.” Bu üç kanun “alçaklığın hesabını sormak” için yeterli mi? Dahası var... “(Kabataş olayı için) Başörtülü değil de başı açık olsaydı saldırırlar mıydı?” Üç cümle ve üç kanun, işin içinden çıkmanız için yeterli. Muhaberat devleti denilen işte bu. MİT, Başbakan’ın bu iddialarını ispatlamak için delil aramaya girecek, birilerine şantaj yapıp bulacak, daha ileriye gidip kafalarını kıracak. Nasıl olsa hepsi Başbakan’ın koruması altındalar.

TÜBİTAK Başkan Yardımcısı’nın böceklerle ilgili sahte kanıt elde etmek için uğradığı baskı ve şantaj size olabilecekler için tek başına fikir vermeli. Kabataş olayı mı? Bu Muhaberat Devleti’nde her gün benzer olayları üretip, toplumu çatışmaya sürüklemek mümkün. Kargaşa bile, otoriter uygulamalara meşruiyet sağlayacak.

Diktatörlük özlemi karşımıza sadece bir “uzun adam” hikâyesi çıkartıyor. Bir Çin atasözü durumu açıklıyor: “Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri oluşuyorsa, orada güneş batmak üzeredir.”