MÜMTAZER TÜRKÖNE MİT-PKK “MÜZAKERELERİ'Nİ FUTBOL MAÇI ZANNETTİ GALİBA!

Medyaradar ‘ın medya analisti Atilla Akar, Mümtazer Türköne'nin “MİT-PKK görüşmeleri televizyondan canlı yayınlansın” önerisini ironik bir üslupla değerlendirdi.

Şu soluduğumuz “pop kültür” hakikaten ilginç! En “okumuş yazmış”, “akademik titr” sahibi adamları bile kendine benzetiyor. Bu kültürü öylesine “yüceltip”, “içselleştirme”ye uğratıyorlar ki bazen ne önerdiklerinin farkında bile olmuyorlar. Böylelikle onlar ya ağızlarından/kalemlerinden çıkanı duymuyor/görmüyor ya da sırf “orijinallik olsun” diye bazı “cins” fikirler ortaya atıp dikkat çekmek istiyorlar. Modern medyada bu eğilimi zaten öylesine körüklüyor ki artık en ciddi, en hayati konular bile bir “şov nesnesi”ne dönüşebiliyor. Post-Modern “medya çağı” sirkinin “atraksiyonları” bunlar. Modern “kitle kültürü” dediğimiz şey tümüyle böylesi “halüsilasyon süreçleri” üzerine kurulmuş bulunuyor. Mekanizma böyle işliyor…

İşte Mümtazer Türköne’nin bugünkü ZAMAN’daki “Barışın çetrefil dilini bilenler” başlıklı yazısını okuduğumda aşağı yukarı böyle şeyler düşündüm. Hatta ilk anda “bu bir şaka” mı diye tereddüt geçirdiğimi bile söyleyebilirim. Sonra anladım ki gayet “ciddi” ve “inanarak” söylüyor. Türköne, kendince MİT-PKK “müzakereleri”ne dair “şeffaflık” adına bu öneriyi geliştirmiş ve şunları söylüyor; Şöyle bir hayal edin: Oslo’da Mustafa Karasu, Zübeyir Aydar ve Sabri Ok masanın bir yanında, karşıda Hakan Fidan başkanlığında bir heyet küçük bir salonda konuşuyor ve görüşmeler canlı yayınla televizyon kanallarından veriliyor. Böylesine bir şeffaflık kimin düzenini bozar?” Yazının sonunu da aynı “temenni” ile bitirmiş; “Keşke müzakereler yeniden başlasa ve üstelik canlı yayınla herkes bu müzakereleri takip etse.”

SANKİ FUTBOL MAÇI OYNANIYOR!

Böylesi işlerin “şeffaf” olamayacağını bilmemesi bir yana ayrıca şeffaflıktan bu tarz bir “canlı yayın”ı anlaması bir garip. Sanki orada bir “milli maç” oynanıyor. (Bari PKK’lılar yeşil-sarı-kırmızı formalarıyla gelsinler MİT’çilerde kırmızı-beyaz formalar giyinsinler tam olsun!) Taraflar sahaya belli taktikler çerçevesinde yayılmışlardır. (Tabii hakemde muhakkak Amerikalı veya İngiliz olacak!) Maçı da Orhan Ayhan o kendine özgü diliyle anlatıyor: “Şimdilik skor 0-0. Maç devam ediyor. Maçın sonlarına yaklaşıyoruz. İntikalar oynanıyor. PKKSPOR’lu Zübeyir MİTSPOR’un takım kaptanı Hakan’a omuz vurarak sert bir çalım attı. Hakeme bakıyoruz faul var mı diye ama hakem ‘devam’ diyor. Zübeyir arkadaşı Sabri’ye pas veriyor. O topu kaleye doğru ortalıyor. PKKSPOR’lu Mustafa MİTSPOR’luları ekip fırtına gibi bir kafa vuruşu yapıyor. Top ağlara doğru süzülüyor. Fakat o da ne? MİTSPOR’un kalecisi Afet inanılmaz bir sıçrayışla topu yakalıyor. Afet’e Bravo! Bekletmeden topu orta sahaya kadar şutluyor Afet. Topu MİTSPOOR’un kaptanı Hakan yakalıyor. Aman tanrım! O da ne, MİTSPOR’lu Hakan PKKSPOR’luları adeta biçercesine çalımlıyor. Tutamıyorlar Hakan’ı. Kaleye doğru yaklaşıyor. Şuuuut! Goooo…Hayır, hayır…Top direğe çarparak tekrar PKKSPOR’lular’ın ayağına geçiyor. Bu arada hakem düdük çalıyor. Maç berabere…”

Bu arada Türkiye’de hayat durmuş, herkes televizyonlara kilitlenmiştir. Kahvehanelerde Türkler ve Kürtler bir arada ama ayrı sandalyelerdedirler. Herkes kendi tuttuğu takım lehine tezahürat yapmıştır. (Yandı gülüm ketenhelva! Beklenen asıl “Türk-Kürt çatışması” buradan çıkar herhalde!) Bu maçtan da “barış umudu” çıkmamıştır. Artık kısmetse bir dahaki “Müzakere Kupası”na! (“Müzakere maçları”nın “yayın hakkı”nı alan TV kanalı yaşadı demektir!) Ne diyeyim!...

Bu arada Acun Ilıcalı’da fırsatı kaçırmaz. Hemen PKK’lılara ve MİT’çilere teklif götürür. Bir dahaki “Survivor”a ekip halinde katılmalarını önerir. Issız bir adada “kardeşlik duyguları”nın daha da pekişeceğinden filân bahsederek onları tavlamaya çalışır. PKK’lılar “İmralı’ya bir soralım” derken MİT’çiler ise “Başbakana bir soralım” derler. Ancak öneri prensipte her iki taraf açısından da “cazip” bulunur. (Fakat MİT’çiler biraz çekinirler. Ne de olsa PKK kırsal/dağ ortamlarına daha alışıktır. Oysa MİT’çiler daha büro adamıdırlar. Hemen bir “analiz” yapıp bunu “dezavantaj” olarak değerlendirilir kendi aralarında!) Memlekete “demokrasi” ve “barış” gelecekse aylarca çiçek, böcek yemeye de katlanılır!

İşin şakası bir yana önerinin “mantığı” aşağı yukarı bu. “Açılım” arayışının ne kadar “magazine” olduğunun ne kadar “televole” bir mantıkla değerlendirildiğinin bundan somut tezahürü olamaz herhalde. (Bu arada Türköne’nin yazısını okuduktan sonra Medyaradar’daki bugünkü “Sızdırmayı Açılımcılar mı Yaptı?” başlıklı yazımda “haklı” olabileceğime dair kanaatim bir kat daha arttı.) Üstelik bu “şeffaflık” gibi siyaseten adeta “kutsallaştırılmış” bir kavrama sığınılarak yapılıyor. Sanki milletle alay edercesine! Kuru kuruya “şehit edebiyatı” yapmak istemiyorum ama “şehitlerin kemiklerini sızlatacak” bundan daha pespaye öneri bulunabilir mi?

Adama sen neyin “canlı yayın”ını yapıyorsun diye sormazlar mı? Millete hangi “pazarlığı” izleteceksin? (Bir yandan da tele-anket yapılsın bari “kim daha başarılı”, “kim kime çaktı” diye. Bilmem kaçlı numaralara “MİT” diyenler “PKK” diyenler diye hatlar kurulsun!) Hangi “barış”ın hangi “çetrefil dili” konuşulacak orada? Dahası bundan daha “provokatif” bir “öneri” olabilir mi? Millete görüşmeleri seyrettirip, iyice çileden çıkartıp birbirine mi kırdıracaksın bre kardeşim? Bir “televizyon yayını”n mı eksikti? Hiç düşünmez misin?..

Başta da dediğim gibi bu öneriyi ciddiye alacak “aklı başında” birinin çıkacağını sanmıyorum. Ancak Post-Modern “medyatik kültürel iklim”de buna da yer var. Eğer bir “fayda” umulursa ya da “psikolojik savaş”a malzeme olacaksa buna da “evet” diyenler çıkabilir. O kadar “düşüncesiz” bir noktaya geldik mi bilmiyorum. Ancak bundan sonra yapılacak hiçbir “öneri” hiçbir “girişim” beni şaşırtmaz!

Demek ki Türköne bu öneriyi ortaya atabildiğine göre bu konuda bir “potansiyel” seziyor olmalı…

Ne diyeyim hayırlı “müzakereler” –pardon!- en “canlı”sından hayırlı “müsabakalar” o zaman!

Atilla AKAR