MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE MEDYARADAR'A KONUŞTU! GEZİ DEĞİL, ESAS MESELE BİR DEMOKRASİ KRİZİ!
Zaman yazarı Mümtaz'er Türköne Medyaradar röportajcısı Alev Gürsoy Cimin'e konuştu. Gezi Parkı'ndan, eski ülkücülük günleri ve özel hayata kadar pek çok çarpıcı açıklaması var. İşte daha önce hiç konuşulmayanlarıyla Mümtaz'er Türköne.
“İnsan hiç eşini döver mi, kadına el kalkar mı, neden boşandınız, yeni aşk var mı?”
Pat diye girdim söze… Güldü. Başkası olsa kızardı.
Pek magazinel başladım. Aslında hiç de tarzım değil ama Türköne’ye herkes siyaset soruyor nasıl olsa diye düşündüm. Sakın siyasete girmedim sanmayın.
Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın Genç Bakış’taki isyanı hâlâ aklımda:
“Mümtaz 30 yılda ne oldu da böyle değiştin, sihirli değnek mi değdi?” Röportaja gittiğimde Özdağ’ın bu isyanından tutun daha pek çok soru vardı aklımda Mümtaz’er Türköne’ye daha önce sorulmayan. Fatih Üniversitesi’nde buluştuk. Sağ olsun öyle yoğun bir ana beni sıkıştırmıştı ki Türköne, habire masadan kalkıyor, daha ilk soruda başladı “Toplantım var” demeye. Ama bulmuşken bırakmadım.
Gezi Parkı’yla ilgili enine boyuna konuştuk. Çok çarpıcı tespitleri vardı. Biliyor musunuz Türköne de Gezi Parkı eylemlerine sonuna kadar destek veriyor. Hatta Taksim’e göstericilere destek vermeye gitmeyi bile düşünmüş. Ona göre birikmiş bir basınç vardı, patladı, amorf bir muhalefet, parti rekabetinde temsil edilmediği için kendi işini kendisi gördü. Kitlesel bir tepki verdi. Oradaki aşırı ve orantısız güç kızdırmış Mümtaz’er Türköne’yi.
Tabii sadece Gezi’yi değil, özel hayatı da konuştuk. Şu sıralar olabildiğince özgür hissediyormuş kendisini. Nedenini röportaj içerisinde bulacaksınız. Ülkücünün eskisi yenisi olur mu? Bu ülkede Türk sorunu mu var, Kürt sorunu mu ya da hiçbiri yok bizler mi başlı başına sorunluyuz? Hepsini konuştuk.
Zaman zaman beni güldürdü, espri yeteneği çok kuvvetli. Birçok insan ona “dönek” diyor ama o bu eleştirilerin hiçbirine kızmıyor. Ona göre arkasında hiçbir güç yok. Mahallenin delisi. Bir dahaki seçimlerde siyaset var mı, AK Parti ile ilgili ne düşünüyor hepsi var bu röportajda. Ben o kısıtlı zamanda Türköne’nin habire “Bitsin artık” sitemine rağmen sorularımı oldukça seri sormaya gayret ettim. Çok keyifliydi. Şimdiye dek okumadığınız ve bilmediğiniz farklı bir Türköne’yi keşfedeceksiniz bu röportajda.
Şimdilik bana kısa bir ara. Sizi röportajla baş başa bırakayım. Sıradaki röportajımız Ahmet Tezcan için biraz ter dökeyim.. Malum, deşifre zor iş... Keyifli okumalar dilerim.
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
Twitter: gazetecialev
Mail:
-Mümtaz’er Bey, Türkiye gündemi bir anda değişiyor. Çözüm süreci, Yeni Anayasa derken, birden Gezi Parkı hepsini unutturdu. Türkiye günlerdir Gezi Parkı’nı konuşuyor. Türkiye dedim ama dünyanın da gözü ülkemizde… Neler oluyor?
Birikmiş bir basınç vardı, patladı. Fay kırığında uzun zamandır biriken enerjinin depreme yol açması gibi. Bir kırılma anıydı. Amorf bir muhalefet, parti rekabetinde temsil edilmediği için kendi işini kendisi gördü. Kitlesel bir tepki verdi. Hükümetin, özellikle İstanbul’daki amirlerinin kötü yönetimi kırılmayı tetikledi. Neydi o sabah baskını... Protestocuların çadırlarının yakılması… Aşırı ve orantısız güç kullanımı…
“ESAS MESELE DEMOKRASİ KRİZİ, MUHALEFET BOŞLUĞU”
- “Orada insanlar ağaçlarına, doğaya sahibi çıkıyor” diyor bir kesim; bir kesim de diyor ki mesele sadece Gezi Parkı meselesi değil. Nedir esas mesele?
Aklınıza gelebilecek her şey var. Provokasyonlar, gizli servisler, illegal örgütler, amaçsızca sırf eğlence için bu işe bulaşanlar. Esas mesele muhalefet boşluğu... Temsil edilmeyen endişeli, kaygılı bir toplum kesimi, bunlar orta sınıfın üstü oluyor, ayaklandılar. Sonra her şey oldu. Esas mesele ise bir demokrasi krizi... Ana arterlerden biri tıkanmış. Bir krize yol açtı. İstismar edenleri, akbabaları hesaba katmayın. Asıl mesele demokrasinin muhalefet ayağı işlemiyordu. Tıkandı. Açılması hükümetin kararlarına ve politikalarına bağlı…
“BEN DE GEZİ PARKI’NA GİTMEYİ ÇOK İSTEDİM”
- Size bir soru soracağım ama bu soruma ne siyasi görüşünüz, ne yakın olduğunuz ideoloji üzerinden yanıt istiyorum. Vatandaş Türköne’nin yüreğine soruyorum. Meydanlardaki o binlerce kişinin hiç mi haklılık payı yok?
Olmaz olur mu? Perşembe günü ben de gitmeye, protestolara katılmaya niyetlenmiştim. "Hiç mi?" değil, yüzde yüz haklılardı. Keşke o marjinal grupların şiddeti devreye girmese ve hep haklı kalabilselerdi. İnanın Türkiye’de çok şey değişirdi.
“SULTANAHMET’E AVM DİKSELER DÜNYA AYAKLANIR”
- Sultanahmet’e AVM yapılacak olsa ne hissedersiniz?
Taksim ile Sultanahmet’in karşılaştırması çok doğru değil. Sultanahmet Meydanı’na çivi çaksanız bütün dünya ayağa kalkar. Ayasofya orada çünkü... Ama şu konuda haklısınız. Şayet Taksim birlerinin kutsalı ise, oraya da kimse dokunmamalı. 1 Mayıs yüzünden öyle oldu. İnsanların kutsalına dokunmak yanlış…
“ERDOĞAN’I GEZİ PARKI ÇOK ETKİLEDİ, AMACI KARİZMAYI ÇİZDİRMEMEK”
- Başbakanın bu olaylara yönelik takındığı tavrı abartılı buluyor musunuz yoksa tepkileri normal mi?
Başbakan bu olaydan çok etkilendi. Sanıyorum 11 yıllık iktidarında 27 Nisan e-muhtırasına denk tek olay budur. Çok ciddiye aldı. Çelişkili tutumlarından belli... Ama karizmayı çizdirmemek veya sokağa teslim olmamak gibi bir hesabı var.
- Başbakan için zaman zaman kişisel duyguları ile Başbakanlığını karıştırdığını söylemek mümkün mü?
Ben politikanın liderlerin kişilik özellikleri ile açıklanamayacağını düşünüyorum. Mesele kişisel değil. Toplumun yarısını temsil eden bir lider kişisel duygularıyla değil hesap kitapla hareket eder.
- Erdoğan’ın Gezi Parkı eylemleri ile toparlanamayacak kadar yara aldığını iddia eden çevreler var, sizce durum ne? İktidarı sarstı mı Gezi Parkı?
Ben tam tersine AK Parti’ye yaradığını düşünüyorum. Toplum kutuplaşırsa AK Parti iktidar yıpranmasının kırışıklıklarını düzeltir. Bu olaylar AK Parti’nin oyunu arttırdı. Kutuplaşma parti politikası için yararlı ama ülkeye zarar veriyor.
- Siyasi dengelerin altüst edildiği, bütün hesapların değiştiği, iktidar cephesinin darmaduman yenilgiye uğradığı, Tayyip Erdoğan’ın atlatamayacağı bir bozgun yediği analizinde bulunan köşe yazarları var... Buna ne demeli?
Ben katılmıyorum. Sokak hiç bir zaman sandığın göstergesi değildir. Hele kitlesel şiddet suskun çoğunluğu tedirgin eder. Unutmayalım hükümet toplum için vazgeçilmez olan istikrarı temsil ediyor. Bu istikrarın bir alternatifi yok. Dikkat edin CHP ağırlıklı olarak kendi seçmeninin yer aldığı bu kitlesel tepkilerin liderliğini üstlenemiyor.
“TÜRK BAHARI YANLIŞ BİR CÜMLE, TÜRKİYE’Yİ KÜÇÜMSÜYOR”
- Türk baharı diyenler de var. Öyle mi yoksa yanlış tanım mı?
Bu bahar lafı, demokrasinin ama özellikle sandığın olmadığı ülkeler için kullanıldı. Türkiye’nin yerleşmiş bir demokrasisi var. Türk baharı, Türkiye’yi küçümseyen bir yakıştırma.
“İNSANLARI ORADA BULUŞTURAN İKTİDAR ANTİPATİSİ”
- Dikkat çeken bir olay da sadece bir parti veya bir grup değil de çok farklı kültürlerden, inandıkları, düşünceleri farklı kesimlerden insanların da Gezi Parkı’nda buluşması. Bunu neye bağlarsınız?
Çünkü o insanları bir araya getiren iktidar antipatisi idi. Dikkat edin, bir projeleri bir politikaları ve hedefleri yok. Sadece itiraz etmek için bir araya geldiler.
- Olaylarla ilgili ilginç iddialar da var. Mesela hâlâ temizlenemeyen bir yapıdan bahsediliyor. Hangi yapı bu, Ergenekon mu ve size bu inandırıcı geliyor mu?
Ben bu iddiaya inanmıyorum. Komplo teorileri sosyolojiye eğilmemizi engelliyor.
- MHP Lideri Devlet Bahçeli ve Ülkü Ocakları’nın Gezi Parkı’ndaki duruşu çok dikkat çekici. Mesela Devlet Bey, milletvekillerine çok keskin bir cümle kurdu. Oraya giden istifa etsin diyerek. Siz nasıl buluyorsunuz bu tavrı?
MHP politikaları için tutarlı. Yoksa MHP ile sol siyaset arasında bir sınır kalmayacaktı.
“CHP İÇİN FIRSATTI GEZİ PARKI DEĞERLENDİREMEDİLER”
- CHP ise MHP’nin aksine daha bir olayların içerisinde, içerisinde derken cümlem yanlış anlaşılmasın daha bir destek. Ana Muhalefetin Gezi Parkı hassasiyetini nasıl değerlendirirsiniz?
Tam anlamıyla liderliği üstlenebilirdi. Politik bir fırsattı. Ama değerlendirmediler.
“KAYBEDEN TÜRKİYE”
- Bu olayın kaybedeni ya da kazananı kim?
Kazananı yok. Kaybedeni Türkiye.
“ZEKÂSI ÇOK YÜKSEK BİR EYLEM”
- Oradakiler size göre marjinal mi yoksa gerçekten orijinal mi?
Şiddete başvuranlar marjinal. Ama protestoyu başlatanlar orijinal. Çok zekice işler yaptılar. Bir estetiği bile vardı.
“HÜKÜMET NEDEN GEZİ PARKI’NA KARIŞIR ANLAMADIM”
- Kadir Topbaş neden bu olayda çok ön planda değil de hep Başbakan ön safta? Normal şartlarda Belediye Başkanı’nı daha çok ilgilendiren bir konu değil midir bu?
Sorun da zaten bu. Hükümet neden Gezi Parkı’na karışır? Bu belediyenin ve orada yaşayan insanların sorunu…
“ERDOĞAN HERKESİN BAŞBAKANI OLDUĞUNU UNUTMAMALI”
- Siyasetin yüksek perdeden tepkisini dile getirmesi tansiyonu iyice yükseltiyor. Başbakan’ın yüzde 50’yi evde tutuyoruz söylemi. Yurt dışı dönüşü Atılan sloganlar da çok riskliydi... Yüzde 50 sokağa çıksa. Çatışmanın ön ayak sesleri gibi ve dehşet verici...
Başbakan’ın çevresinde de bu sözün tartışıldığını duydum. Tayyip Erdoğan sadece AK Partililerin değil herkesin başbakanı. Başbakanlık sorumluluğu üzerinde iken bunu söylememeliydi.
- Cumhurbaşkanı ve Arınç bu olaylarda Erdoğan’ın aksine daha sağduyulu ve uzlaşmacı olarak karşımıza çıktı sanki?
Ağırlık yanlış yere binince dengeleyenler bulunuyor. Türkiye derinliği olan bir ülke... Politikanın da bir derinliği var.
- Tüm bu olanlar bir halk harekatı mı?
Barışçıl eylemler sivil bir direniş. Halk hareketi daha çok yoksul sınıflar için kullanılır. Bu hareket üst orta sınıf yani seçkinlerin hareketi idi…
“ÇAPULCU İFADESİ ÇOK YANLIŞ”
- Sizde meydanlardaki on binlere “çapulcu” diyebiliyor musunuz?
Yanlış. Tamamen yanlış.
MEDYA OLAYLARA HAZIRLIKSIZ YAKALANDI
- Gezi Parkı en çok da medyanın tekrar masaya yatırılmasına sebebiyet verdi. Medyanın tavrı belki de olayların başlangıcından bu yana en çok tartıştığımız konu bu. Neden haber kanallarımız olaya çok vakıf olamadı, korku dağları sarmış demek doğru mu?
Herkes hazırlıksız yakalandı. Galiba çoğu da anlayamadı. Korku dağları bekliyor tabii.
- Medya sizce bu olaylara hangi pencereden ve nasıl bakmalıydı?
Demokrasi ve özgürlükler. Saygı da var tabi.
- Bu süreç sizce nerede ve nasıl son bulur, bir öngörünüz var mı?
Çok uzayacağını ve yaygınlaşacağını düşünmüyorum. Çünkü bir politik program ve örgütlenme ortaya çıkmıyor. Sadece kitlesel bir patlama olarak etkili oldu. Sonrasında zamanla etkisini kaybeder.
“BABAM İSMİMİ KAFİYE ENDİŞESİYLE İCAT ETMİŞ”
- Dileriz canlar yanmadan, hiç kimse daha fazla üzülmeden ortak noktada buluşulur. Bu gergin atmosfer de son bulur. Şimdi gelelim size. Adınız Mümtaz değil; Mümtaz’er... Bu kesme işareti ve hemen arkasından gelen er’in anlamı ne demek oluyor?
(Gülüyor) Türkçe ’de böyle bir isim yok aslında, Türkçe kurallarına da aykırı açıkçası. Babam bunu biraz kafiye endişesiyle icat etmiş. Çünkü benden önceki 2 abimin isimleri, Muzaffer ve Muammer diye gidiyor. M harfi ile başlayıp “er” ile bitiyor. Bana gelince sıra, isim de bulamayınca böyle bir isim icat etmiş babam. İcat ederken de şöyle bir sorun ortaya çıkıyor; Son hecenin “zer” diye okunmaması lazım. “Tazer” diye okunması lazım, Çünkü Mümtazer diye okunduğunda anlam da bozuluyor; o nedenle araya apostrof koymuş. Türkçede aslında bu şekilde apostrof kullanılması gereken isimler var. Okunuşu düzeltir bu tür imlalar. Hem de köprü görevi görür anlam bütünlüğü açısından. Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü’nün 1974 yılında yayımladığı bir genelgeye göre isim ve soy isimlerde imla işareti kullanılmıyor.
- Babanız hayatta mı?
Hayatta.
- Kaç yaşında?
84.
- Maşallah. Allah uzun ömürler versin. Baba ne işle meşguldü?
Askerdi.
- Askerleri sevmeniz gerekmiyor mu o halde?
Seviyorum zaten.
“ASLINDA BEN ASKERLERİ SEVERİM”
- Yazılarınızdan ve açıklamalarınızdan hiç de öyle anlaşılmıyor ama…
Eleştirel bakmak ayrı bir şey, sevmek ayrı bir şey... Yani ben severim askerleri. Askerlik mesleğini de çok değerli ve saygıdeğer buluyorum.
- Mümtaz’er Bey; profesör unvanınız var, fikir adamlığı, üniversitede ders veriyorsunuz, yazarlık yapıyorsunuz bir çok daldasınız ve sürekli gündemdesiniz, yoğunsunuz da yormuyor mu bu günün yorgunlukları ve bu hengâmede kendinize vakit ayırmak zor olmuyor mu?
(Kahkahayı patlatıyor) Mesela Alev Hanım size ayırdığım zaman ekstra bir zaman biliyor musunuz, ne işler yapardım ben bu arada.
- Koca bir taş geldi kafama, zamanınızı aldım yani?
(Gülüyor) Estağfurullah. Hayır, size zaman ayırmak, sizinle tanışmak bu röportajı yapmak da güzel, lakin yoğunum haylice, dakikalarla savaşıyoruz. Yorulmuyor da değilim işin aslı ama değiyor. İşin sonu kalemle bittiğine göre yaptığım işin hepsi aynı biliyor musun…
- Yazmayı çok seviyorsunuz anladığım kadarıyla?
Yazmak bir yaşama biçimi. Elbette seviyorum.
- Sizinle siyaseti herkes konuşuyor. Ben biraz özel hayat konuşup sonra her zaman konuştuğumuz siyasete gelmek istiyorum. Sorularım sizi kızdırabilir ama merakımı mazur görün.
Yoo, rahat olun kızacak bir durum yok.
“EŞİMİ HİÇ DÖVMEDİM”
- Son dönemde eski eşlerinizle yaşadığınız sorularla da gündeme geldiniz. 3 çocuğunuzun da annesi olan 16 yıllık eski eşiniz Sosyolog Mualla Kavuncu’nun çok ilginç iddiaları vardı, sizin şiddet yanlısı olduğunuzu ve zaman zaman dayak attığınızı söyledi. Çok vahim bir iddia... Gerçeklik payı var mı ve kadına el kalkar mı?
Bırakın kadını insana el kalkmaz. Ben şiddettin her türlüsüne karşıyım. Eski eşime karşı da şiddet uygulamadım. O bir kıskançlık kriziydi. Kıskançlık krizinde de medyatik bir durumda karşınızdakinin canını nasıl yakarsınız; şiddet kullandığını söyleyerek, o bir kıskançlık patlamasıydı. O gün öyle söyledi ama şimdi gidip sorsanız aynı sözleri sarf edeceğini sanmıyorum.
“ESKİ EŞİM KISKANÇLIK KRİZİNE GİRDİ”
- Kıskançlık patlaması neden, sizi mi kıskandı?
Erkekler kıskanılır, bir de Mualla Hanım’dan sonraki eşim milletvekili seçildi; sanırım bunu hazmedemedi, kıskandı. Ben kadınlara el kaldıramam, erkeklere de el kaldıramam. Karıncayı ezemediğim için böcekleri bile sevmeye başladım.
- Çok merhametli gördüm sizi, duygusalsınız sanırım?
Bir hayli fazla… İnandın değil mi şiddet kullanmadığıma, beni görünce.
- İnanmak isterim çünkü kadına el kalkmamalı. Şiddetin her türlüsüne karşıyım.
Bırakın insanı hayvanlar bile birbirine şiddet uygulamıyor. Onların bile birbirine olan sevgisi bambaşka. Kontrollü olmak lazım hayatta, duyguları ve öfkeyi birbirine karıştırmamalı insan.
KİMSEYİ DÖVEMEDİM. AMA ÇOK DAYAK YEDİM
- Eski eşiniz bu iddialarda bulunurken “Serde ülkücülük var ne olsa” demişti sizin için; bu kısmını anlamadım, ülkücüler şiddet yanlısı mı oluyor ki?
Yani bizler 70’li yıllarda kavgayla, dövüşle kendimizi savunduk. Şiddet bizim çok uzağımızda değildi. Gençlik ve talebelik yıllarımız biraz hareketli geçti. Ortam çok sertti. İdeolojik çatışmalar büyüktü. Bizler her türlü şiddete karşı koymak gibi bir yolu yöntemi benimsediğimiz için şiddet çok yabancımız değildi ama ben talebelik yıllarım da dâhil hiç şiddet kullanmadım. Kimseyi dövemedim. Ama çok dayak yedim.
“HEP DAYAK YİYEN OLDUM”
- Dövüldünüz yani?
Çok kez. Dövüldüm de hırpalandım da. Kimseye vurmadım. Yumruk atmadım. Güçsüz olduğumdan değil. Şiddeti sevmediğimden. Yani anlayacağın dayak yine oldum hep.
SOLCULARDAN ÇOK DAYAK YEDİM
- Kimlerden dayak yediniz?
Solculardan çok dayak yemişliğim var.
- O dönemin kinini hâlâ içinizde tutuyor musunuz peki, dövülmüşlüğün acısı kaldı mı?
Yok, her şey gelip geçiyor. Ne bir kin ne bir öfke... O dönem yaşanması gerekiyormuş demek ki biz de yaşadık. Nasibimizi aldık her şeyden biraz. Dayak da bunlardan biri işte... Deli dolu yıllarımız.
“KEŞKE SOLCULUK YİNE OLSA”
- Solculuk diye bir şey hâlâ var mı?
Yok, o da kalmadı. Herkes yaşam gailesine düştü. Ekmek derdine düştü. Ama keşke olsa…
“SOL İDEOLOJİLER HER ZAMAN TOPLUMU GELİŞTİRİR”
- Sağ eğilimli birinden ilginç bir tepki. Niye keşke?
Renk getiriyor, çoğullaştırıyor toplumu, bereketlendiriyor. Verimlileştiriyor. Sol eleştirel bir düşünce olduğu için, sol ideolojiler her zaman toplumu geliştirir. Keşke solculuk denilen şey yine olsa.
“ANTİ EMPERYALİZMİ SOLCULUK ZANNEDİYORLAR”
- Şimdi ki olanlar ne peki, bir adı yok mu?
Şu anda olan solculuk değil. Ulusalcılık yapan bir solun sol olduğunu söyleyemezsiniz. Kemalizm’i ve tek parti dönemini savunan solun, anti emperyalizmin solculuk zanneden bir solun solculuk olduğunu söylemezsiniz. Solculuk “bölüşüm” sorunları üzerinden politika üretmektir. Yani ezilenlerin yanında yer almak ve adil bir paylaşım istemek demektir. Ama maalesef bugünün solcularında bu yok. Sadece anti emperyalizmi solculuk zannediyorlar. Kendilerini de solcu olduklarına inandırmışlar ama maalesef ki değiller.
- Okumayan, araştırmayan ve sorgulamayan bir toplum olduk, solcuların çok okuduğu söylenir. Bununla bir bağlantısı olabilir mi?
Alev Hanım gençler artık okuyor, fena değiller. Kötü olan ne biliyor musunuz derinlik yok. Eleştirel bakabilmek, farklı düşüncelere tahammül edebilmek, zengin bir perspektif edinmek, bunlar biraz sıkıntılı.
“PARÇALANMIŞ BİR AİLEDE MUTLU OLMAK ZOR”
- 4 çocuğunuz vardı değil mi, nasıl, onlara vakit ayırabiliyor musunuz?
Önceki eşimden olan çocuklarım zaten büyük. En küçüğü üniversite öğrencisi… Diğer oğlum 11 yaşında. Parçalanmış bir ailede vakit ayırmak ne kadar mümkünse o kadar vakit ayırabiliyorum.
- Parçalanmış bir aile olarak mı görüyorsunuz?
Elbette parçalanmadık mı?
- Çocuklar olduğu için parçalanma olmaz diye düşünürüm. Hep bir bağ vardır neticede.
Çocuklar açısından haklısınız. O konuda bir sıkıntı yok. Ama çocuklar bu parçalanmanın sıkıntısını yaşadı, yaşıyorlar da. Kolay değil. Böyle durumlarda çok da mutluyuz diye büyük iddialarda bulunamazsınız. Sizin ailede var mıydı Alev Hanım bir parçalanma?
- Her ailede oluyor bunlar ama neyse ki aşılıyor.
Mutlu bir çocukluk yaşadınız yani?
- Soruları ben soruyorum:)
Peki buyurun. (Gülüyor)
- Bilim adamı kimliğinizin haricinde sizi "Türkiye’nin magazin figürlerinden birisi" olarak tanımlayanlara "haksızlık ediyorlar" diyebilir misiniz?
Beni böyle tanımlayanlar da mı var? İlk kez sizden duydum. (Gülüyor)
“MAGAZİN OBJESİ DEĞİLİM”
- Her daim gündemdesiniz her sözünüz konuşuluyor. Özel hayatla da olsun, siyasetle de olsun.
Çok teşekkür ediyorum. Magazinsel olarak gündemde olduğumu düşünmüyorum. Magazin objesi değilim. Son derece mütevazı bir hayat yaşıyorum çünkü üretiyorum. Yazıyorum.
- Özlem Hanımla da ayrıldınız sessiz sedasız, kariyerinde zirveye tırmananlar nedense özel hayatta hüsrana uğruyor?
Bunu çok hüzünlü bir şekilde sordunuz (gülüyor).
“EŞİMDEN AYRILDIKTAN SONRA ÖZGÜRLÜĞÜ SINIRSIZ YAŞIYORUM”
- Ayrılıklar hüzünlüdür Mümtaz’er Bey. Ve yakışıyordunuz da üzülmem doğal değil mi, siz üzülmediniz mi?
Evet, ben de üzüldüm. Kader. En çok da çocuk için üzüldüm. Aileyi parçalamak çok zor, en az inşa etmek kadar. Ama bir de şu tarafından bakalım; galiba şimdiki hayatım; özgürlüğü sınırsız bir şekilde yaşamak daha güzel.
“OLABİLDİĞİNCE ÖZGÜRÜM VE MUTLUYUM”
- Gerçekten mi?
Gerçekten, olabildiğince özgürüm ve mutluyum.
- Sakallar da olabildiğince beyazlaşmış.
Sakallar beyazladı ama çok mutlu bir hayat yaşıyorum. En güzel ne biliyor musun, üretiyorum sürekli. Çok çalışıyorum.
“ÖZLEM HANIM’LA YAŞADIĞIMIZ BÜYÜK BİR AŞKTI”
- Öğrencisine âşık olan bir öğretim üyesi tanımı; doğru mu bu, İlk eşinizden ayrıldıktan sonra öğrenciniz olan Özlem Piltanoğlu ile evlendiniz, büyük bir aşk mıydı sizin ki?
Büyük aşktı ama öğrencim demek ne kadar doğru bilemiyorum. Mastırda tanımıştım çünkü, çok da öğrencim sayılmazdı.
“BEN ENTELEKTÜELİM,BİR MAGAZİN OBJESİ DEĞİLİM”
- Özlem Piltanoğlu, Türkiye’nin en genç kadın kaymakamıyken AK Parti’den siyasete atılmıştı. Özlem Hanım’ın okulu bitirmesi, kaymakam olması, vekil seçilmesi, hepsi, sizin bu kariyerde payınız nedir?
Şimdi ayrıldığınız ve geride bıraktığınız bir hanımefendi hakkında konuşmak çok doğru olmaz. Çünkü kendisi benim için çok değerli. Ayrıldı yollarımız, herkes kendi hayatını yaşıyor. Geçmiş yerine geleceği konuşmalı diye düşünüyorum. Neticede çocuğumun annesi ve çok da başarılı bir hanım. Ben entelektüelim bir magazin objesi değilim.
“SADECE KİTAPLARLA YAŞIYORUM, ONLARA AŞIĞIM”
- Tamam, geleceği konuşalım o zaman. “Aşk mümkün müdür hâlâ” diye bir şarkı var, bilir misiniz? Sizde mümkün mü yeni bir aşk?
(Gülüyor) Hayatımda biri yok. Oscar Wilde’ın “Bülbül ile gül” hikâyesindeki felsefe öğrencisi gibiyim. Sadece kitaplarla yaşıyorum. Onlarla meşgulüm.
- Kitapları sevmek de ayrı bir aşk değil mi?
Kitaplardaki aşklar daha güzel. Mesela Leyla ve Mecnun’un aşkı. İnanılmaz bir aşk.
- Kalmadı ki öyle aşklar!
Mecnun’u unutmazsak hâlâ şansımız var demektir.
“ASLA SİYASET SAHNESİNDE OLMAYACAĞIM!”
- Çok duygusallaştık, bu havadan çıkalım, en iyisi ben size bir başka aşkı sorayım; “siyaset aşkı”. Geçtiğimiz dönem seçilemediniz AK Parti’den. Önümüzdeki seçimlerde de şansınız zorlayacak mısınız?
Hayır kesinlikle.
MİLLETVEKİLİ OLAMADIĞIM İÇİN ÇOK MUTLUYUM
- Çok kesin konuştunuz, neden siyasette olmayı çok istemediniz mi?
Hayır. Hatta size bir şey söyleyeyim Alev Hanım. Bu dönem milletvekili olmadığım için söylenenlerin aksine çok mutluyum. Hiç üzülmedim. Hayal kırıklığına uğramadım. İnsan becerdiği işi yapmalı, benim de elimde bir kalem var. Becerdiğim işi yapıyorum bugün.
SİYASETİ BECEREMEZDİM
- Siyaseti beceremez miydiniz, yazılarınızdan son derece vakıf olduğunuzu görüyorum?
Siyaseti düşünmekle, yazmakla, yapmak farklı şeyler. Yapmak çok zor. O bir hayat biçimi. Ama okumak düşünmek ve yazmak galiba insanı en mutlu eden şey.
AK PARTİ BENİ SEÇMEMEKLE İSABETLİ BİR KARAR VERDİ
- O dönem “boyumun ölçüsünü” aldım demiştiniz. AK Partiye hiç mi içinizden bir kırgınlık yaşamadınız?
Kırgın değilim bilakis teşekkür bile edebilirim. Hatta ben bu konuda AK Parti’nin çok isabetli bir karar verdiğini bile düşünüyorum.
- Sizce neden böyle bir karar verildi, var mı bir öngörünüz?
Bilmiyorum. Belki de pek parti disiplinine uygun bir adam olarak görmemiş olabilirler.
- Niye disiplinsiz misiniz?
Mülakat vardı mesela gitmedim. Bundan ne sonuç çıkartırsanız artık.
BAŞBAKAN’I ÇOK BAŞARILI BULUYORUM
- Başbakan Erdoğan nasıl bir lider size göre?
İyi bir taktisyen. Soğukkanlı bir siyasetçi. Ve sezgileri çok kuvvetli. Çok başarılı buluyorum.
“CUMHURİYET TARİHİNİN EN GÜÇLÜ LİDERİ TAYYİP ERDOĞAN”
- Hiç beğenmediğiniz bir özelliği var mı?
Bir şey söyleyeyim mi, Atatürk dahil Cumhuriyet tarihinin en güçlü lideri. Atatürk bile bu kadar güçlü değildi.
ATATÜRK BİLE ERDOĞAN KADAR GÜÇLÜ DEĞİLDİ
- Atatürk bile derken?
Bak Başbakan Erdoğan’ın hiçbir rakibi yok. Atatürk’ün vardı. Kurtuluş savaşını birlikte verdiği ekip, partisindeki sınıf.
- Çok iddialı geldi bu bana.
Valla bunlar tarihçilerin söylediği şeyler. İçi boş söylemler değil. Ben de ciddiye alıyorum açıkçası.
“ERDOĞAN’IN DANIŞMANLIĞINI YAPAMAZDIM GALİBA”
- Siz başbakan danışmanlığı da yaptınız geçmişte. Şimdi deseler ki “Gel Başbakan’ın danışmanlığını yap” yapabilir miydiniz?
Çok zordur herhalde. Yapamam gibi geliyor.
“TAYYİP BEY, ÇOK ZOR BİR SİYASETÇİ”
- Tansu Çiller de başbakandı ama yaptınız, zor değil miydi?
Bir kez siyaset yapma tarzları çok farklı. Tayyip Bey, çok zor bir siyasetçi. Danışman istihdam etme ve danışmandan istifade etme bir politikacının yeteneğidir. Tayyip Bey’in danışmanlarına bakacak olursanız hepsi çok yetenekli. Demek ki iyi danışmanlar buluyor. Machiavelli der ki; “Bazı danışmanlar çok akıllıdır, iyi akıl verirler prense ama bu danışmanların marifeti değildir. Danışmanları bulan prensin marifetidir.”
“TANSU ÇİLLER POLİTİKAYA PARAŞÜTLE İNDİ”
Bir dönem danışmanlığını yaptığınız Tansu Çiller ile Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılaştırmanızı istesem neler söylersiniz?
Tayyip Bey çekirdekten yetişme bir politikacı. Karda, kışta, bozuk yolda fırtınada kalmış, siyasetin tüm cilvelerini görerek başbakanlığa gelmiş bir politikacı. Tansu Çiller ise çok iyi bir akademisyendi ve politikaya paraşütle indi. Tansu Hanım erkeklerin dünyası ile baş etmede çok zorluk çekti. Erkeklerin haricinde, Doğru Yol tam bir taşra partisiydi. Maçoluğu düşün. Tayyip Bey’in etrafındaki insanlarda hiç olmasa muhafazakârlığın getirdiği bir incelik de var. Anlayacağın ikisini mukayese etmek çok da doğru değil.
- Çiller dönemini özlüyor musunuz?
O dönemin politika tarzı çok iyi bir şey değildi. Çok parçalıydı. Politikacılar da çok kıymetli değildi. Özlenecek bir yanı yok ki.
TAYYİP BEY ELİNDEKİ GÜÇLE MEDYAYI KONTROL ALTINA ALIYOR
- Bu arada medyadan bir isimsiniz, bu ülkede köşe yazarı olmak çok da kolay değil artık. Malum her gün birinin işine son verilir oldu. İnsanlar yazmaya korkar hale geldi. İktidarın medya ile olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz, bir sorun var mı sizce?
Şöyle bakmak gerekiyor. Politikacı elinde imkân varsa ve bu imkânlar müsaade ediyorsa bunu kullanır. Hiçbir siyasetçide “aman medya çok çoğunlukçu olsun, beni de eleştirsinler, farklı görüşler olsun” demez. Tam tersine kendisini haklılaştıracak, destekleyecek bir medya arar. Bu siyasetin doğasında vardır. Tayyip Bey de elindeki güçle medyayı kontrol altına alıyor. Politikada kural şudur: Elinde imkan varken gücü kullanmazsanız, karşıdaki kullanır. Yani rakibiniz kullanır. Politika bu boşlukları kaldırmaz. Medya, siyaset için bulunmaz bir güçtür.
- Sürekli kalkmaya çalışıyorsunuz, daha çok konuşacak konu var
Vakit çok kısıtlı, toplantı var.
- Biraz daha lütfen. Daha ne konuştu ki? (O sırada oda da Türköne’yi bekleyenler ve sürekli toplantı ile ilgili bir şey soranlar var. Tabii bir de arada öğrenciler gelip bölüyor sorularıyla).
O zaman çok kısa bir süre daha ayırıyorum.
“YAZARLARI KOVAN GAZETE PATRONLARI, BAŞBAKAN DEĞİL”
- Medyada kalmıştık devam edelim Başbakan Erdoğan’ın söylemleri çok sert değil mi köşe yazarlarına ve özellikle medya patronlarına karşı?
Ben onu köşe yazarları ile Başbakan’ın ilişkisine değil, gazete patronları ile Başbakan’ın ilişkisine bağlıyorum. Orada yazarları kovan gazete patronları. Köşe yazarlarının fikir bağımsızlığı gazete patronuna karşıdır, iktidara değil. Patron, hükümete boyun eğiyorsa bu medyanın genel sorunudur.
MEDYANIN ÇOĞULLAŞMASI LAZIM
- Nasıl eğmesin ki işadamı hepsi. Hükümete de sürekli işleri düşüyor, mecburlar bir yandan da. Bir göbek bağı var?
Bunu engellemek için medyanın çoğullaşması lazım.
MEDYADAKİ TEKELLEŞME BİTMELİ
- Nasıl olacak o?
Medyadaki tekelleşme bitmeli. Hâlâ medyanın büyük bir kısmı tek grubun elinde. Batı ülkelerinde olduğu gibi medyanın çoğullaşması ve kendi içinde rekabet oluşturması lazım.
MEDYA KARTEL MEDYASI, ŞU ANDA KARTELLEŞME VAR.
- Hükümete de çok yakın medya grupları var değil mi?
Mevcut yapıyı devraldı hükümet, medya kartel medyası. Şu anda kartelleşme var. Dün de vardı aynı kartel bugün de var. Dün askerler bunu kullanıyordu, bugün ise hükümet.
MEDYAYI DÜN ASKERLER KULLANIYORDU, BUGÜN HÜKÜMET
- İkisi de tehlikeli değil mi?
Kesinlikle çok tehlikeli. Çoğullaştırmak gerektiriyor. Çoğullaşmak da zaten şu sıralar internet medyası sayesinde gerçekleşiyor.
- Siz mutlu musun yazarken. Hiç iktidardan çekiniyor musunuz?
Ben hiç sorun yaşamıyorum. Büyük keyifle yapıyorum işimi. İktidardan da çekinmeden yazılarımı kaleme alıyorum. Bu güne kadar hiç çekinmedim.
BAŞKANLIK SİSTEMİNE KESİNLİKLE KARŞIYIM
- Hiç tereddüt etmeden, acaba demeden eleştirebilir misiniz iktidarı?
Neden eleştirmeyeyim? Mesela başkanlık sistemine şiddetle karşıyım ve buna yönelik sert yazılar kaleme.
BAŞKANLIK SİSTEMİ BİR MACERA, ÜLKEYİ İSTİKARARSIZLAŞTIRIR
- Neden Başbakanlık sistemine karşısınız, tereddütleriniz neler?
Başkanlık sistemini doğru bulmuyorum. Türkiye’nin parlamenter demokrasi tecrübesi içerisinde yoluna devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Başkanlık sisteminin bir macera olduğunu, Türkiye’yi istikrarsızlaştıracağını ve dengeleri bozacağınız düşünüyorum.
NE OTO SANSÜR YAPTIM NE DE SANSÜRE UĞRADIM
- Yazılarınıza hiç müdahale edildi mi?
Hayır, hiç bir şekilde. Son derece özgür yazıyorum. Bugüne kadar oto sansür yaptım ne de sansüre uğradım. En fazla şöyle müdahale edilmiştir. “Ya şurada noktalı virgül kullanmışsınız, olmasa” en fazla imlama karışılmıştır.
- O çok normal redakte neticede.
İmla dışında hiçbir müdahale yok.
KİMSE BENİ SEVMİYOR, SICAK BAKMIYOR
- Sizin için dünün ülkücüsü, başbakanlık döneminde Tansu Çiller’in siyasi danışmanı, bugünün iktidar yandaşı, şimdinin Fethullahçısı diyorlar. Kabalığımı bağışlayın hatta bir kesim “dönek “ diye tanımlıyor sizi. Siz ne dersiniz bunlara?
Dikkat ederseniz bu eleştirilerin çoğu farklı cenahlardan geliyor. Ben eleştirel tavır takınıyorum Türkiye’deki mevcut yapılara karşı. Askerleri eleştirdim, solcuları eleştirdim, milliyetçileri eleştirdim. PKK’yı, İslamcıları eleştirdim. En son kitabım İslamcılığı eleştiren bir kitaptı, İslamcılığın ölümünü ilan ettim. O yüzden kimsede sıcak bakmıyor, beni sevmiyor. Benim bir kitlem, arkamı dayandırdığım bir cemaatim yok. Eleştirileri doğal karşılıyorum.
BU ÜLKE İÇİN ÖLMEM GEREKİYORSA ÖLÜRÜM
- İnsan yıllarca savunduğu, uğrunda bedeller ödediği davasından, görüşlerden nasıl vazgeçer ki, birde bu yönüyle değerlendirme istesem?
70’li yıllarda bir idealizmim vardı, vatana hizmet etmekti. Hâlâ aynı idealleri muhafaza ediyorum. Bu ülke için ölmem gerekiyorsa şu anda ölürüm. Vatanım için bir bedel gerekiyorsa gözümü kırpmadan o bedeli seve seve öderim. İdealizmimde, değerlerimde, sabitelerimde herhangi bir sapma, değişme yok. Ama dünyayı anlama ve yorumlama biçimim elbette ki değişti. Topluma fikri önderlik yapmak, kitleleri peşime takıp sürüklemek gibi bir amacım yok. Ben eleştiriyorum, eleştirilerimden rahatsız olanlar da varsın bana dönek desin, ne kaybederim ki, eleştiriye son derece açığım.
ÜLKÜCÜLÜK BİR GENÇLİK HASTALIĞI
- Tamam, tüm bu dediklerinizi anladım. Bu ülkede kimse eleştiriyi ya da eleştirilmeyi sevmiyor diyelim, ama velâkin anlamadığım bir konu var. Siz eski bir ülkücüsünüz, bilmiyorum eski ülkücü söylemi ne denli doğru? Bir de ülkünün eskisi yenisi olur mu, ülkücü ülkücü değil midir? Ülkücülük sezonluk bir durum olamasa gerek?
Çok güzel bir soru. Tam 12’den isabet. Bunun bir gençlik hastalığı olduğu söylenir. Gençlikte insanlar bu tür ideolojilere daha kolay kapılabilir. Ülkücülük Türkiye’de önemli bir siyasi gelenek. Kitlesel ve değerli bir gelenek. Kendi içinde evirilerek, yeni şartlara göre biraz niteliğini değiştirerek devam ediyor.
“ŞİMDİKİ ÜLKÜCÜLER ÇOK CAHİLLER”
- Şimdiki ülkücüleri nasıl buluyorsunuz, sizin döneminizdekinden farkları ne?
Çok cahiller.
- Neden?
Hiçbir konuda görüşleri yok, hiçbir şeyden hatta dünyadan haberleri yok. Sadece hamaset ve duygusallığın yeterli olduğunu düşünüyorlar. Genel bir dünya tasavvuru, genel bir teori- tez üretmek, dünyayı öğrenmek, olup bitenleri yorumlamak gibi çabaları yok. Çok zayıflar.
- Sizin dönemizdekiler nasıldı yani eski ülkücüler?
Çok okuyan, yol kat eden, azimli ve idealleri olan. Her şeyden evvel bilinçlilerdi. Neyin mücadelesini verdiklerini biliyorlardı.
- Ülkücülük döneminden kalma, hiç unutamadığınız güzel bir anınız var mı?
İnsanın hafızasına kazınan şeyler iyi şeyler değil, kötü şeyler oluyor. Ben emniyet ve cezaevinde epey işkence gördüm. Bana işkence eden polislere küfretmiştim, sonrada ettiğim o küfürden gurur duydum.
- Niye gurur duydunuz?
Öyle bir anda öyle bir cesareti tebrik etmeli. (Gülüyor)
“ÖYLE İŞKENCELER GÖRDÜM Kİ, İSTİKLAL MARŞI’NDAN NEFRET ETTİM”
- İstiklal Marşı’ndan cezaevinde nefret ettim demiştiniz, çok garip gelmişti bana bu açıklama, biraz açar mısınız bunu?
Garip gelmesin. Zorla dayakla istiklal Marşı söylettiler bize, uzun süre bu marşı söyleyemedim ve İstiklal Marşı’na karşı bir antipati oluştu bende uzun süre. Çünkü cezaevini hatırlatıyordu bana.
- O antipati hâlâ sürüyor mu?
Uzun bir zaman aldı ama aştım.
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” İÇİ BOŞ BİR LAF, ANLAMI YOK
- “Ne mutlu Türküm diyene” diyebiliyor musunuz? Malum şu sıralar Türlük tartışmaları hayli revaçta?
Ben bu tür basit sloganlarla insanların kutuplaşmasını çok saçma buluyorum. “Ne mutlu Türküm diyene” lafının bende hiçbir anlamı yok. İçi bom boş bir laf. Ben insan olduğum, ahlaklı olduğum için, insanlara faydam dokunduğu için mutluyum. Ama doğumdan kazandığım bir özellikten dolayı Türk anne ve Türk babadan doğan bir Türk olarak neden mutlu olayım?
“TÜRKLÜK BENİM İÇİN MUTLULUK KAYNAĞI DEĞİL”
- Soyadınız bile Türk, bu bir tesadüf değildir herhalde?
Olsun. Türklük benim için bir mutluluk kaynağı değil ki. Türklük bana Cenab-ı Allah’ın verdiği bir nitelik. İnsan nasıl milliyetinden dolayı mutlu olur? İnsan milliyetine karşı tamam sorumludur, benim de Türk milletine karşın sorumluluklarım, vazifelerim var ama bunun beni mutlu ettiğini söylemek çocukluk.
- Anladım sizin geçmişteki ülkücülükle şimdiki ülkücülük arasında farkınızı, şimdi bir ülkücüye bu soruyu sorsam asla böyle bir yanıt vermezdi bana.
Benim düşüncem bu değiştiremezsin ki, Türk olmaktan mutlu olan bir değilim ama mutsuzum da demiyorum. İnsan olmaktan mutluyum ama.
- Diyorlar ki “Türk demeyelim, Türkiyeli diyelim." Bu da insanı incitiyor ama… Böyle bir tartışmanın dile getirilmesi bile anlamsız değil mi?
Çok anlamsız. İçi boş. Saçma sapan tartışmalar. Sonuç itibariyle bu ülkede hep bir arada, beraber barış içinde yaşayacağız. Bir yolunu bulmamız Kelime ve kavramlara takılmanın anlamı yok.
- Yeni anayasayı tek başınıza siz hazırlasaydınız en dikkat çekici değişiklikler neler olurdu?
Herhalde 3-4 sayfalık bir Anayasa hazırlar ve bu ideolojik tartışmaları bile tamamen çıkarırdım.
- Çok tepki alırdınız ama!
Hiç sorun değil. Ülke adına doğru iş yaptığıma inanıyorsam yeterli.
ANAYASA’YA İDEOLOJİK ANLAM YÜKLEYEN HER ŞEYİ KALDIRMALI ÇÜNKÜ SAÇMALIK HEPSİ
- TC ibarelerinin devlet dairlerinden kaldırılmaya teşebbüs edilmesi bile büyük olay olmuştu. Hatırlatayım isterseniz?
Çok da zorlamadı aslında bakarsan. O ibareleri kaldırmak da değildi. Ben olsam Anayasa’ya ideolojik bir anlam yükleyen, ideolojik nitelik kazandıran hiç bir şeye izin vermezdim. Atatürkçülük, milliyetçilik, inkılaplar falan bunların hepsi saçma sapan şeyler.
ATATÜRKÇÜLÜK SAÇMALIK
- Atatürkçülük de saçmalık olamaz herhalde ya da size göre öyle mi?
Elbette. Atatürkçülük saçma sapan bir şey. Bunu söylemekten çekinmiyorum. Atatürkçülük tartışmaları da Türkiye’yi geri bıraktı.
- İşte şimdi tam bu sorunun sırası: Çünkü bu çok tartışıldı. Atatürkçülüğü saçma bulan birini ne diye Atatürk Türk Dil ve Tarih Kurumu’na atadılar. Bu çok garip değil mi? Gerçi istifanızda gecikmemişti ama…
Eleştirel bir perspektife ihtiyaçları vardı.
- Ama Atatürk’ün kurumdan bahsediyoruz farkında mısınız, alaka kuramadım?
Bak Atatürkçülük yüzünden bu memleket çok çekti. Birazda Mümtaz’er’den çeksin dediler herhalde.
- Yine ayağa kalktınız ama… Sorularım hep elimde kalacak, hiç soru soramadım sanacak sevgili okuyucularımız. Birkaç soru daha sormadan bırakmam.
Toplantı ama Alev Hanım (saate bakıyor, bayağı telaşlı) Yeter yahu. Bu konuştuklarımızdan tonlarca şey çıkar.
- Devam ediyorum. Türklerle Kürtler eşit olamaz diye bir algı var mı?
Özellikle kıyı bölgelerinde, Ege bölgelerinde gelen Kürt göçü ile yerli halk arasında bazı kutuplaşmalar vardı. Tamamiyle sosyal, siyasal değil. Hayat biçimlerini değiştiriyor, zorlaştırıyor. Orada bir Kürt antipatisi var. Kürt karşıtlığı var.
- Artık Kürt sorunu değil de sanki Türk sorunu daha çok dillendirilmeye başlandı. Bu ne vahim durumdur?
Türk sorunu var demek Türklere hakarettir. Türkler sorun teşkil etmez. Türk bu ülkede çoğunluğu teşkil ediyor. Bu ülkeyi bir arada tutmak, sayıca az olanların hakkına hukukuna riayet etmek Türkler ’in sorumluluğu, görevi. Türk sorunu diye bir şey yok. Bunun dillendirilmesi bile ayıp. Büyük hakaret Türklere.
- AK Parti hakkındaki "gayri milli" söylemlerini nasıl yorumluyorsunuz?
Geleneksel Cumhuriyet ulus devlet politikalarını biraz zorluyor. Onun dışına çıkmaya çalışıyor. Ben bu kadar dar ve korkularla dolu bir milli politikanın Türkiye’ye fayda sağlamadığını düşünüyorum. Eski Osmanlıyı hatırlatan açılımların çok doğru olduğunu düşünüyorum.
- AK Parti hükümeti, ulusalcı kesimlerin bazıları tarafından "Türkiye’yi işgal etmek isteyen uluslararası güçlerin taşeronu" olmakla itham ediliyor. Ülkücülük dönemindeki Mümtaz’er Türköne bu görüşe katılır mıydı?
Hayır saçmalık. Türkiye o kadar kolay mı işgal edilecek. Bu kadar basit mi her şey. Halk enayi, politikacılar hain mi? Böyle saçmalık duymadım. Ne kadar aptalca.
- Milli içeceğiniz nedir bu arada, hazır alkol düzenlemesi gündemdeki sıcaklığını korurken sorayım.
Kımız.
- Kımız mı? İlginç!
Geçenlerde Orta Asya’ya gittim ve içtim kımızı. At sütünden yapılan ayrana kımız deniliyor. Gayet de güzel. Mis gibi.
- Alkolle aranız nasıl?
Yok, hiç iyi değil.
- Hiç kullanmadınız mı?
Gençken çok kullandım ama şu an hayır.
ALKOL YASAĞININ LAİKLİKLE ALAKASI YOK
- Hükümet bu alkol düzenlemesinde sizce haklı mı, iyi bir düzenleme mi yoksa özel hayatlara müdahale mi?
Gençlerin beden, ruh, akıl sağlığını korumak için doğru bir yaklaşım. Bugün bu düzenleme sadece Türkiye değil, dünyanın her yerinde var. Gece belli bir saatten sonra alkol satmamanın neresi kötü? Sokaklardaki olaylar bile azalacak bakın görün. Alkol satan yerinde eğitim kurumlarına uzak olmasının nesi eleştirilebilir ki? Gençlerde alkol yaş sınırlaması mesela ABD’de 21, bizde 18. Gençlik için çok büyük tehlikeler kapıda. Bu tür önlemlerin dikkat ve titizlikle alınması lazım. Bunların bireysel özgürlük ve laiklikle alakası yoktur.
- Yasaklayıcı bir zihniyet deniliyor bu düzenleme için?
Bu yasaklayıcı dedikleri şeyler bütün ülkelerde var. Dünyanın birçok ülkesinde 22’den sonra alkol satılmaz. Eğitim kurumlarına yakın yerlerde alkol satılmaz. Yasaklayıcı zihniyet değil, denetleyici, tedbir alıcı bir zihniyet.
KİMSENİN EVİNE GİRİP DE RAKI, ŞARAP KADEHİ ALINMIYOR
- Nazlı Ilıcak bile dedi ki; içki tüketimine getirilen sınırlar halkın sağlığını koruma endişesinden kaynaklanmamakta; farklı hayat tarzlarına müdahale anlamına gelmekte; doğruluk payı var mı?
Bakın insanların evlerine girip de kimse ellerindeki kadehleri almıyor. İçme demiyor. Alkol temin etmelerini de yasaklamıyor. Ben alkol içme alışkanlığını bireysel olarak toplumun diğer kesimlerine tehdit olarak dayatmanın ahlaksızca bir şey olduğunu düşünüyorum.
- O kadar yani?
Sizin alkolle aranız çok iyi galiba Alev Hanım bu konuya epeyce eğildiniz, beni zorluyorsunuz alkol sorularıyla.
- Hiç iyi değildir, sevmem. Ama gerçekten seviyor olsaydım. Korkmadan içiyorum derdim. Gizli gizli içmezdim. Sadece bu bir yasak mı yoksa sağlık için iyi bir düzenleme mi onu irdeliyorum, en doğru cevaba ulaşmak adına.
Bir yerlere mesaj gitti sanki (gülüyor). Bak ben bu düzenlemeyi sonuna kadar destekliyorum. Çok yerinde, geç bile kalınan bir düzenleme. Ben sigara yasağının kapsamının genişletilmesini de olumlu buluyorum.
- Yine kalktınız Sayın Türköne (röportajı bitirmek üzere kalktı), durun birde sizi bulmuşken çözüm sürecini sorayım. Öyle bitirin. Çözüm süreci çözüm olacak mı?
Çözüm süreci diye bir şey yok. Herkes çözüm sürecini PKK ile veya Öcalan ve Hükümet arasındaki pazarlık sanıyor. Öyle değil. Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak Suriye’de bağımsız bir Kürt bölgesi oluştu ve bunu koruyabilmek için PKK silah bıraktı. Dikkatini o tarafa yöneltti. Türkiye içinde de ortamı bu fırsattan istifade edecek politikalar yürütülüyor. Çözüm süreci diye bir şey yok. Silah bırakma diye bir şey yok. Silahlar bırakıldı. Bir şey kalmadı.
- Biz niye bilmiyoruz peki?
Herkes Türkiye sınırları içine bakıyor, biraz gözlerimizi dünyaya çevirirsek anlarız.
- Akiller de epeyce tartışıldı. Bu süreçte var mıydı sizce onlara gerek ve süreç için ne gibi bir katkıları oldu, nasıl buldunuz onları?
Ben hepsini çok beğeniyorum. Çok akıllılar. Çok da etkili oldular. Tabii ki gerek vardı onlara. İyi isimler seçildi. Vatandaşa süreci anlattılar. Endişelerini dinlediler. Hükümetle aralarında bir köprü oldular.
- Siz neden o akiller arasında değildiniz?
Ben deli kadrosundan istihdam ediliyorum bu ülkede. Delilere de ihtiyaç var.
- Delisiniz yani?
Deli iyidir. Bu ülkede delilere de ihtiyaç var. Akıllı adam çok zaten. Deli lazım memlekete.
- Röportajın başından beri “deliyim” deyip duruyorsunuz, en büyük deliliğiniz ne peki?
İtiraz ediyorum, eleştiriyorum. Korkmuyorum. Doğru bildiklerimi savunuyorum.
- Nedir sizi başkalarından farklı kılan sosyal özelliğiniz?
Hiç kimseden korkmam.
- Hiç kimseden korkmam demeyin. Bazıları için “dokunan yanar “ diyorlar .
Ölümden öte köy var mı Alev Hanım? Canımı alacaklar en fazla ne var ki? Daha ötesi var mı? Ölüm korkusuyla yaşanmaz.
- Bence cezaevinde kalmanız, geçmişteki ülkücülük maceranız size bir cesaret eklemiş?
Çok şey yaşadık normal.
HOCAEFENDİ ÇOK SAYGIDEĞER BİR İSİM
- Size Fethullah Gülen dersem ne dersiniz bana. 3 Kelimeyle Fethullah Bey’i bana tarif eder misiniz?
Türkiye’nin istikrarını sağlıklı dengeleme ve sürdürmesine çok ciddi katkılarda bulunan çok büyük, çok saygıdeğer bir isim.
- Peki, hep söylenir size sorayım belki siz daha vakıfsınızdır bu konuya iktidar ve cemaat arasında gerçekten bahsedildiği gibi bir çatışma var mı?
Yok, çok büyük bir çatışma olduğuna inanmıyorum. Bir tatsızlık olduğu belli ancak çok abartılacak bir durum olduğunu sanmıyorum. Çok yapısal bir şey gibi görünmüyor.
- Çok teşekkür ediyorum. Röportajı vaktim yok diyerek burnumdan getirdiniz ama yine de keyifli oldu
Ben teşekkür ederim. Alev Hanım, çok sitem ediyorsunuz ama birçok anlatmadığım şeyi size anlattım. Gayet güzel oldu
Pat diye girdim söze… Güldü. Başkası olsa kızardı.
Pek magazinel başladım. Aslında hiç de tarzım değil ama Türköne’ye herkes siyaset soruyor nasıl olsa diye düşündüm. Sakın siyasete girmedim sanmayın.
Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın Genç Bakış’taki isyanı hâlâ aklımda:
“Mümtaz 30 yılda ne oldu da böyle değiştin, sihirli değnek mi değdi?” Röportaja gittiğimde Özdağ’ın bu isyanından tutun daha pek çok soru vardı aklımda Mümtaz’er Türköne’ye daha önce sorulmayan. Fatih Üniversitesi’nde buluştuk. Sağ olsun öyle yoğun bir ana beni sıkıştırmıştı ki Türköne, habire masadan kalkıyor, daha ilk soruda başladı “Toplantım var” demeye. Ama bulmuşken bırakmadım.
Gezi Parkı’yla ilgili enine boyuna konuştuk. Çok çarpıcı tespitleri vardı. Biliyor musunuz Türköne de Gezi Parkı eylemlerine sonuna kadar destek veriyor. Hatta Taksim’e göstericilere destek vermeye gitmeyi bile düşünmüş. Ona göre birikmiş bir basınç vardı, patladı, amorf bir muhalefet, parti rekabetinde temsil edilmediği için kendi işini kendisi gördü. Kitlesel bir tepki verdi. Oradaki aşırı ve orantısız güç kızdırmış Mümtaz’er Türköne’yi.
Tabii sadece Gezi’yi değil, özel hayatı da konuştuk. Şu sıralar olabildiğince özgür hissediyormuş kendisini. Nedenini röportaj içerisinde bulacaksınız. Ülkücünün eskisi yenisi olur mu? Bu ülkede Türk sorunu mu var, Kürt sorunu mu ya da hiçbiri yok bizler mi başlı başına sorunluyuz? Hepsini konuştuk.
Zaman zaman beni güldürdü, espri yeteneği çok kuvvetli. Birçok insan ona “dönek” diyor ama o bu eleştirilerin hiçbirine kızmıyor. Ona göre arkasında hiçbir güç yok. Mahallenin delisi. Bir dahaki seçimlerde siyaset var mı, AK Parti ile ilgili ne düşünüyor hepsi var bu röportajda. Ben o kısıtlı zamanda Türköne’nin habire “Bitsin artık” sitemine rağmen sorularımı oldukça seri sormaya gayret ettim. Çok keyifliydi. Şimdiye dek okumadığınız ve bilmediğiniz farklı bir Türköne’yi keşfedeceksiniz bu röportajda.
Şimdilik bana kısa bir ara. Sizi röportajla baş başa bırakayım. Sıradaki röportajımız Ahmet Tezcan için biraz ter dökeyim.. Malum, deşifre zor iş... Keyifli okumalar dilerim.
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
Twitter: gazetecialev
Mail:
-Mümtaz’er Bey, Türkiye gündemi bir anda değişiyor. Çözüm süreci, Yeni Anayasa derken, birden Gezi Parkı hepsini unutturdu. Türkiye günlerdir Gezi Parkı’nı konuşuyor. Türkiye dedim ama dünyanın da gözü ülkemizde… Neler oluyor?
Birikmiş bir basınç vardı, patladı. Fay kırığında uzun zamandır biriken enerjinin depreme yol açması gibi. Bir kırılma anıydı. Amorf bir muhalefet, parti rekabetinde temsil edilmediği için kendi işini kendisi gördü. Kitlesel bir tepki verdi. Hükümetin, özellikle İstanbul’daki amirlerinin kötü yönetimi kırılmayı tetikledi. Neydi o sabah baskını... Protestocuların çadırlarının yakılması… Aşırı ve orantısız güç kullanımı…
“ESAS MESELE DEMOKRASİ KRİZİ, MUHALEFET BOŞLUĞU”
- “Orada insanlar ağaçlarına, doğaya sahibi çıkıyor” diyor bir kesim; bir kesim de diyor ki mesele sadece Gezi Parkı meselesi değil. Nedir esas mesele?
Aklınıza gelebilecek her şey var. Provokasyonlar, gizli servisler, illegal örgütler, amaçsızca sırf eğlence için bu işe bulaşanlar. Esas mesele muhalefet boşluğu... Temsil edilmeyen endişeli, kaygılı bir toplum kesimi, bunlar orta sınıfın üstü oluyor, ayaklandılar. Sonra her şey oldu. Esas mesele ise bir demokrasi krizi... Ana arterlerden biri tıkanmış. Bir krize yol açtı. İstismar edenleri, akbabaları hesaba katmayın. Asıl mesele demokrasinin muhalefet ayağı işlemiyordu. Tıkandı. Açılması hükümetin kararlarına ve politikalarına bağlı…
“BEN DE GEZİ PARKI’NA GİTMEYİ ÇOK İSTEDİM”
- Size bir soru soracağım ama bu soruma ne siyasi görüşünüz, ne yakın olduğunuz ideoloji üzerinden yanıt istiyorum. Vatandaş Türköne’nin yüreğine soruyorum. Meydanlardaki o binlerce kişinin hiç mi haklılık payı yok?
Olmaz olur mu? Perşembe günü ben de gitmeye, protestolara katılmaya niyetlenmiştim. "Hiç mi?" değil, yüzde yüz haklılardı. Keşke o marjinal grupların şiddeti devreye girmese ve hep haklı kalabilselerdi. İnanın Türkiye’de çok şey değişirdi.
“SULTANAHMET’E AVM DİKSELER DÜNYA AYAKLANIR”
- Sultanahmet’e AVM yapılacak olsa ne hissedersiniz?
Taksim ile Sultanahmet’in karşılaştırması çok doğru değil. Sultanahmet Meydanı’na çivi çaksanız bütün dünya ayağa kalkar. Ayasofya orada çünkü... Ama şu konuda haklısınız. Şayet Taksim birlerinin kutsalı ise, oraya da kimse dokunmamalı. 1 Mayıs yüzünden öyle oldu. İnsanların kutsalına dokunmak yanlış…
“ERDOĞAN’I GEZİ PARKI ÇOK ETKİLEDİ, AMACI KARİZMAYI ÇİZDİRMEMEK”
- Başbakanın bu olaylara yönelik takındığı tavrı abartılı buluyor musunuz yoksa tepkileri normal mi?
Başbakan bu olaydan çok etkilendi. Sanıyorum 11 yıllık iktidarında 27 Nisan e-muhtırasına denk tek olay budur. Çok ciddiye aldı. Çelişkili tutumlarından belli... Ama karizmayı çizdirmemek veya sokağa teslim olmamak gibi bir hesabı var.
- Başbakan için zaman zaman kişisel duyguları ile Başbakanlığını karıştırdığını söylemek mümkün mü?
Ben politikanın liderlerin kişilik özellikleri ile açıklanamayacağını düşünüyorum. Mesele kişisel değil. Toplumun yarısını temsil eden bir lider kişisel duygularıyla değil hesap kitapla hareket eder.
- Erdoğan’ın Gezi Parkı eylemleri ile toparlanamayacak kadar yara aldığını iddia eden çevreler var, sizce durum ne? İktidarı sarstı mı Gezi Parkı?
Ben tam tersine AK Parti’ye yaradığını düşünüyorum. Toplum kutuplaşırsa AK Parti iktidar yıpranmasının kırışıklıklarını düzeltir. Bu olaylar AK Parti’nin oyunu arttırdı. Kutuplaşma parti politikası için yararlı ama ülkeye zarar veriyor.
- Siyasi dengelerin altüst edildiği, bütün hesapların değiştiği, iktidar cephesinin darmaduman yenilgiye uğradığı, Tayyip Erdoğan’ın atlatamayacağı bir bozgun yediği analizinde bulunan köşe yazarları var... Buna ne demeli?
Ben katılmıyorum. Sokak hiç bir zaman sandığın göstergesi değildir. Hele kitlesel şiddet suskun çoğunluğu tedirgin eder. Unutmayalım hükümet toplum için vazgeçilmez olan istikrarı temsil ediyor. Bu istikrarın bir alternatifi yok. Dikkat edin CHP ağırlıklı olarak kendi seçmeninin yer aldığı bu kitlesel tepkilerin liderliğini üstlenemiyor.
“TÜRK BAHARI YANLIŞ BİR CÜMLE, TÜRKİYE’Yİ KÜÇÜMSÜYOR”
- Türk baharı diyenler de var. Öyle mi yoksa yanlış tanım mı?
Bu bahar lafı, demokrasinin ama özellikle sandığın olmadığı ülkeler için kullanıldı. Türkiye’nin yerleşmiş bir demokrasisi var. Türk baharı, Türkiye’yi küçümseyen bir yakıştırma.
“İNSANLARI ORADA BULUŞTURAN İKTİDAR ANTİPATİSİ”
- Dikkat çeken bir olay da sadece bir parti veya bir grup değil de çok farklı kültürlerden, inandıkları, düşünceleri farklı kesimlerden insanların da Gezi Parkı’nda buluşması. Bunu neye bağlarsınız?
Çünkü o insanları bir araya getiren iktidar antipatisi idi. Dikkat edin, bir projeleri bir politikaları ve hedefleri yok. Sadece itiraz etmek için bir araya geldiler.
- Olaylarla ilgili ilginç iddialar da var. Mesela hâlâ temizlenemeyen bir yapıdan bahsediliyor. Hangi yapı bu, Ergenekon mu ve size bu inandırıcı geliyor mu?
Ben bu iddiaya inanmıyorum. Komplo teorileri sosyolojiye eğilmemizi engelliyor.
- MHP Lideri Devlet Bahçeli ve Ülkü Ocakları’nın Gezi Parkı’ndaki duruşu çok dikkat çekici. Mesela Devlet Bey, milletvekillerine çok keskin bir cümle kurdu. Oraya giden istifa etsin diyerek. Siz nasıl buluyorsunuz bu tavrı?
MHP politikaları için tutarlı. Yoksa MHP ile sol siyaset arasında bir sınır kalmayacaktı.
“CHP İÇİN FIRSATTI GEZİ PARKI DEĞERLENDİREMEDİLER”
- CHP ise MHP’nin aksine daha bir olayların içerisinde, içerisinde derken cümlem yanlış anlaşılmasın daha bir destek. Ana Muhalefetin Gezi Parkı hassasiyetini nasıl değerlendirirsiniz?
Tam anlamıyla liderliği üstlenebilirdi. Politik bir fırsattı. Ama değerlendirmediler.
“KAYBEDEN TÜRKİYE”
- Bu olayın kaybedeni ya da kazananı kim?
Kazananı yok. Kaybedeni Türkiye.
“ZEKÂSI ÇOK YÜKSEK BİR EYLEM”
- Oradakiler size göre marjinal mi yoksa gerçekten orijinal mi?
Şiddete başvuranlar marjinal. Ama protestoyu başlatanlar orijinal. Çok zekice işler yaptılar. Bir estetiği bile vardı.
“HÜKÜMET NEDEN GEZİ PARKI’NA KARIŞIR ANLAMADIM”
- Kadir Topbaş neden bu olayda çok ön planda değil de hep Başbakan ön safta? Normal şartlarda Belediye Başkanı’nı daha çok ilgilendiren bir konu değil midir bu?
Sorun da zaten bu. Hükümet neden Gezi Parkı’na karışır? Bu belediyenin ve orada yaşayan insanların sorunu…
“ERDOĞAN HERKESİN BAŞBAKANI OLDUĞUNU UNUTMAMALI”
- Siyasetin yüksek perdeden tepkisini dile getirmesi tansiyonu iyice yükseltiyor. Başbakan’ın yüzde 50’yi evde tutuyoruz söylemi. Yurt dışı dönüşü Atılan sloganlar da çok riskliydi... Yüzde 50 sokağa çıksa. Çatışmanın ön ayak sesleri gibi ve dehşet verici...
Başbakan’ın çevresinde de bu sözün tartışıldığını duydum. Tayyip Erdoğan sadece AK Partililerin değil herkesin başbakanı. Başbakanlık sorumluluğu üzerinde iken bunu söylememeliydi.
- Cumhurbaşkanı ve Arınç bu olaylarda Erdoğan’ın aksine daha sağduyulu ve uzlaşmacı olarak karşımıza çıktı sanki?
Ağırlık yanlış yere binince dengeleyenler bulunuyor. Türkiye derinliği olan bir ülke... Politikanın da bir derinliği var.
- Tüm bu olanlar bir halk harekatı mı?
Barışçıl eylemler sivil bir direniş. Halk hareketi daha çok yoksul sınıflar için kullanılır. Bu hareket üst orta sınıf yani seçkinlerin hareketi idi…
“ÇAPULCU İFADESİ ÇOK YANLIŞ”
- Sizde meydanlardaki on binlere “çapulcu” diyebiliyor musunuz?
Yanlış. Tamamen yanlış.
MEDYA OLAYLARA HAZIRLIKSIZ YAKALANDI
- Gezi Parkı en çok da medyanın tekrar masaya yatırılmasına sebebiyet verdi. Medyanın tavrı belki de olayların başlangıcından bu yana en çok tartıştığımız konu bu. Neden haber kanallarımız olaya çok vakıf olamadı, korku dağları sarmış demek doğru mu?
Herkes hazırlıksız yakalandı. Galiba çoğu da anlayamadı. Korku dağları bekliyor tabii.
- Medya sizce bu olaylara hangi pencereden ve nasıl bakmalıydı?
Demokrasi ve özgürlükler. Saygı da var tabi.
- Bu süreç sizce nerede ve nasıl son bulur, bir öngörünüz var mı?
Çok uzayacağını ve yaygınlaşacağını düşünmüyorum. Çünkü bir politik program ve örgütlenme ortaya çıkmıyor. Sadece kitlesel bir patlama olarak etkili oldu. Sonrasında zamanla etkisini kaybeder.
“BABAM İSMİMİ KAFİYE ENDİŞESİYLE İCAT ETMİŞ”
- Dileriz canlar yanmadan, hiç kimse daha fazla üzülmeden ortak noktada buluşulur. Bu gergin atmosfer de son bulur. Şimdi gelelim size. Adınız Mümtaz değil; Mümtaz’er... Bu kesme işareti ve hemen arkasından gelen er’in anlamı ne demek oluyor?
(Gülüyor) Türkçe ’de böyle bir isim yok aslında, Türkçe kurallarına da aykırı açıkçası. Babam bunu biraz kafiye endişesiyle icat etmiş. Çünkü benden önceki 2 abimin isimleri, Muzaffer ve Muammer diye gidiyor. M harfi ile başlayıp “er” ile bitiyor. Bana gelince sıra, isim de bulamayınca böyle bir isim icat etmiş babam. İcat ederken de şöyle bir sorun ortaya çıkıyor; Son hecenin “zer” diye okunmaması lazım. “Tazer” diye okunması lazım, Çünkü Mümtazer diye okunduğunda anlam da bozuluyor; o nedenle araya apostrof koymuş. Türkçede aslında bu şekilde apostrof kullanılması gereken isimler var. Okunuşu düzeltir bu tür imlalar. Hem de köprü görevi görür anlam bütünlüğü açısından. Nüfus İşleri Genel Müdürlüğü’nün 1974 yılında yayımladığı bir genelgeye göre isim ve soy isimlerde imla işareti kullanılmıyor.
- Babanız hayatta mı?
Hayatta.
- Kaç yaşında?
84.
- Maşallah. Allah uzun ömürler versin. Baba ne işle meşguldü?
Askerdi.
- Askerleri sevmeniz gerekmiyor mu o halde?
Seviyorum zaten.
“ASLINDA BEN ASKERLERİ SEVERİM”
- Yazılarınızdan ve açıklamalarınızdan hiç de öyle anlaşılmıyor ama…
Eleştirel bakmak ayrı bir şey, sevmek ayrı bir şey... Yani ben severim askerleri. Askerlik mesleğini de çok değerli ve saygıdeğer buluyorum.
- Mümtaz’er Bey; profesör unvanınız var, fikir adamlığı, üniversitede ders veriyorsunuz, yazarlık yapıyorsunuz bir çok daldasınız ve sürekli gündemdesiniz, yoğunsunuz da yormuyor mu bu günün yorgunlukları ve bu hengâmede kendinize vakit ayırmak zor olmuyor mu?
(Kahkahayı patlatıyor) Mesela Alev Hanım size ayırdığım zaman ekstra bir zaman biliyor musunuz, ne işler yapardım ben bu arada.
- Koca bir taş geldi kafama, zamanınızı aldım yani?
(Gülüyor) Estağfurullah. Hayır, size zaman ayırmak, sizinle tanışmak bu röportajı yapmak da güzel, lakin yoğunum haylice, dakikalarla savaşıyoruz. Yorulmuyor da değilim işin aslı ama değiyor. İşin sonu kalemle bittiğine göre yaptığım işin hepsi aynı biliyor musun…
- Yazmayı çok seviyorsunuz anladığım kadarıyla?
Yazmak bir yaşama biçimi. Elbette seviyorum.
- Sizinle siyaseti herkes konuşuyor. Ben biraz özel hayat konuşup sonra her zaman konuştuğumuz siyasete gelmek istiyorum. Sorularım sizi kızdırabilir ama merakımı mazur görün.
Yoo, rahat olun kızacak bir durum yok.
“EŞİMİ HİÇ DÖVMEDİM”
- Son dönemde eski eşlerinizle yaşadığınız sorularla da gündeme geldiniz. 3 çocuğunuzun da annesi olan 16 yıllık eski eşiniz Sosyolog Mualla Kavuncu’nun çok ilginç iddiaları vardı, sizin şiddet yanlısı olduğunuzu ve zaman zaman dayak attığınızı söyledi. Çok vahim bir iddia... Gerçeklik payı var mı ve kadına el kalkar mı?
Bırakın kadını insana el kalkmaz. Ben şiddettin her türlüsüne karşıyım. Eski eşime karşı da şiddet uygulamadım. O bir kıskançlık kriziydi. Kıskançlık krizinde de medyatik bir durumda karşınızdakinin canını nasıl yakarsınız; şiddet kullandığını söyleyerek, o bir kıskançlık patlamasıydı. O gün öyle söyledi ama şimdi gidip sorsanız aynı sözleri sarf edeceğini sanmıyorum.
“ESKİ EŞİM KISKANÇLIK KRİZİNE GİRDİ”
- Kıskançlık patlaması neden, sizi mi kıskandı?
Erkekler kıskanılır, bir de Mualla Hanım’dan sonraki eşim milletvekili seçildi; sanırım bunu hazmedemedi, kıskandı. Ben kadınlara el kaldıramam, erkeklere de el kaldıramam. Karıncayı ezemediğim için böcekleri bile sevmeye başladım.
- Çok merhametli gördüm sizi, duygusalsınız sanırım?
Bir hayli fazla… İnandın değil mi şiddet kullanmadığıma, beni görünce.
- İnanmak isterim çünkü kadına el kalkmamalı. Şiddetin her türlüsüne karşıyım.
Bırakın insanı hayvanlar bile birbirine şiddet uygulamıyor. Onların bile birbirine olan sevgisi bambaşka. Kontrollü olmak lazım hayatta, duyguları ve öfkeyi birbirine karıştırmamalı insan.
KİMSEYİ DÖVEMEDİM. AMA ÇOK DAYAK YEDİM
- Eski eşiniz bu iddialarda bulunurken “Serde ülkücülük var ne olsa” demişti sizin için; bu kısmını anlamadım, ülkücüler şiddet yanlısı mı oluyor ki?
Yani bizler 70’li yıllarda kavgayla, dövüşle kendimizi savunduk. Şiddet bizim çok uzağımızda değildi. Gençlik ve talebelik yıllarımız biraz hareketli geçti. Ortam çok sertti. İdeolojik çatışmalar büyüktü. Bizler her türlü şiddete karşı koymak gibi bir yolu yöntemi benimsediğimiz için şiddet çok yabancımız değildi ama ben talebelik yıllarım da dâhil hiç şiddet kullanmadım. Kimseyi dövemedim. Ama çok dayak yedim.
“HEP DAYAK YİYEN OLDUM”
- Dövüldünüz yani?
Çok kez. Dövüldüm de hırpalandım da. Kimseye vurmadım. Yumruk atmadım. Güçsüz olduğumdan değil. Şiddeti sevmediğimden. Yani anlayacağın dayak yine oldum hep.
SOLCULARDAN ÇOK DAYAK YEDİM
- Kimlerden dayak yediniz?
Solculardan çok dayak yemişliğim var.
- O dönemin kinini hâlâ içinizde tutuyor musunuz peki, dövülmüşlüğün acısı kaldı mı?
Yok, her şey gelip geçiyor. Ne bir kin ne bir öfke... O dönem yaşanması gerekiyormuş demek ki biz de yaşadık. Nasibimizi aldık her şeyden biraz. Dayak da bunlardan biri işte... Deli dolu yıllarımız.
“KEŞKE SOLCULUK YİNE OLSA”
- Solculuk diye bir şey hâlâ var mı?
Yok, o da kalmadı. Herkes yaşam gailesine düştü. Ekmek derdine düştü. Ama keşke olsa…
“SOL İDEOLOJİLER HER ZAMAN TOPLUMU GELİŞTİRİR”
- Sağ eğilimli birinden ilginç bir tepki. Niye keşke?
Renk getiriyor, çoğullaştırıyor toplumu, bereketlendiriyor. Verimlileştiriyor. Sol eleştirel bir düşünce olduğu için, sol ideolojiler her zaman toplumu geliştirir. Keşke solculuk denilen şey yine olsa.
“ANTİ EMPERYALİZMİ SOLCULUK ZANNEDİYORLAR”
- Şimdi ki olanlar ne peki, bir adı yok mu?
Şu anda olan solculuk değil. Ulusalcılık yapan bir solun sol olduğunu söyleyemezsiniz. Kemalizm’i ve tek parti dönemini savunan solun, anti emperyalizmin solculuk zanneden bir solun solculuk olduğunu söylemezsiniz. Solculuk “bölüşüm” sorunları üzerinden politika üretmektir. Yani ezilenlerin yanında yer almak ve adil bir paylaşım istemek demektir. Ama maalesef bugünün solcularında bu yok. Sadece anti emperyalizmi solculuk zannediyorlar. Kendilerini de solcu olduklarına inandırmışlar ama maalesef ki değiller.
- Okumayan, araştırmayan ve sorgulamayan bir toplum olduk, solcuların çok okuduğu söylenir. Bununla bir bağlantısı olabilir mi?
Alev Hanım gençler artık okuyor, fena değiller. Kötü olan ne biliyor musunuz derinlik yok. Eleştirel bakabilmek, farklı düşüncelere tahammül edebilmek, zengin bir perspektif edinmek, bunlar biraz sıkıntılı.
“PARÇALANMIŞ BİR AİLEDE MUTLU OLMAK ZOR”
- 4 çocuğunuz vardı değil mi, nasıl, onlara vakit ayırabiliyor musunuz?
Önceki eşimden olan çocuklarım zaten büyük. En küçüğü üniversite öğrencisi… Diğer oğlum 11 yaşında. Parçalanmış bir ailede vakit ayırmak ne kadar mümkünse o kadar vakit ayırabiliyorum.
- Parçalanmış bir aile olarak mı görüyorsunuz?
Elbette parçalanmadık mı?
- Çocuklar olduğu için parçalanma olmaz diye düşünürüm. Hep bir bağ vardır neticede.
Çocuklar açısından haklısınız. O konuda bir sıkıntı yok. Ama çocuklar bu parçalanmanın sıkıntısını yaşadı, yaşıyorlar da. Kolay değil. Böyle durumlarda çok da mutluyuz diye büyük iddialarda bulunamazsınız. Sizin ailede var mıydı Alev Hanım bir parçalanma?
- Her ailede oluyor bunlar ama neyse ki aşılıyor.
Mutlu bir çocukluk yaşadınız yani?
- Soruları ben soruyorum:)
Peki buyurun. (Gülüyor)
- Bilim adamı kimliğinizin haricinde sizi "Türkiye’nin magazin figürlerinden birisi" olarak tanımlayanlara "haksızlık ediyorlar" diyebilir misiniz?
Beni böyle tanımlayanlar da mı var? İlk kez sizden duydum. (Gülüyor)
“MAGAZİN OBJESİ DEĞİLİM”
- Her daim gündemdesiniz her sözünüz konuşuluyor. Özel hayatla da olsun, siyasetle de olsun.
Çok teşekkür ediyorum. Magazinsel olarak gündemde olduğumu düşünmüyorum. Magazin objesi değilim. Son derece mütevazı bir hayat yaşıyorum çünkü üretiyorum. Yazıyorum.
- Özlem Hanımla da ayrıldınız sessiz sedasız, kariyerinde zirveye tırmananlar nedense özel hayatta hüsrana uğruyor?
Bunu çok hüzünlü bir şekilde sordunuz (gülüyor).
“EŞİMDEN AYRILDIKTAN SONRA ÖZGÜRLÜĞÜ SINIRSIZ YAŞIYORUM”
- Ayrılıklar hüzünlüdür Mümtaz’er Bey. Ve yakışıyordunuz da üzülmem doğal değil mi, siz üzülmediniz mi?
Evet, ben de üzüldüm. Kader. En çok da çocuk için üzüldüm. Aileyi parçalamak çok zor, en az inşa etmek kadar. Ama bir de şu tarafından bakalım; galiba şimdiki hayatım; özgürlüğü sınırsız bir şekilde yaşamak daha güzel.
“OLABİLDİĞİNCE ÖZGÜRÜM VE MUTLUYUM”
- Gerçekten mi?
Gerçekten, olabildiğince özgürüm ve mutluyum.
- Sakallar da olabildiğince beyazlaşmış.
Sakallar beyazladı ama çok mutlu bir hayat yaşıyorum. En güzel ne biliyor musun, üretiyorum sürekli. Çok çalışıyorum.
“ÖZLEM HANIM’LA YAŞADIĞIMIZ BÜYÜK BİR AŞKTI”
- Öğrencisine âşık olan bir öğretim üyesi tanımı; doğru mu bu, İlk eşinizden ayrıldıktan sonra öğrenciniz olan Özlem Piltanoğlu ile evlendiniz, büyük bir aşk mıydı sizin ki?
Büyük aşktı ama öğrencim demek ne kadar doğru bilemiyorum. Mastırda tanımıştım çünkü, çok da öğrencim sayılmazdı.
“BEN ENTELEKTÜELİM,BİR MAGAZİN OBJESİ DEĞİLİM”
- Özlem Piltanoğlu, Türkiye’nin en genç kadın kaymakamıyken AK Parti’den siyasete atılmıştı. Özlem Hanım’ın okulu bitirmesi, kaymakam olması, vekil seçilmesi, hepsi, sizin bu kariyerde payınız nedir?
Şimdi ayrıldığınız ve geride bıraktığınız bir hanımefendi hakkında konuşmak çok doğru olmaz. Çünkü kendisi benim için çok değerli. Ayrıldı yollarımız, herkes kendi hayatını yaşıyor. Geçmiş yerine geleceği konuşmalı diye düşünüyorum. Neticede çocuğumun annesi ve çok da başarılı bir hanım. Ben entelektüelim bir magazin objesi değilim.
“SADECE KİTAPLARLA YAŞIYORUM, ONLARA AŞIĞIM”
- Tamam, geleceği konuşalım o zaman. “Aşk mümkün müdür hâlâ” diye bir şarkı var, bilir misiniz? Sizde mümkün mü yeni bir aşk?
(Gülüyor) Hayatımda biri yok. Oscar Wilde’ın “Bülbül ile gül” hikâyesindeki felsefe öğrencisi gibiyim. Sadece kitaplarla yaşıyorum. Onlarla meşgulüm.
- Kitapları sevmek de ayrı bir aşk değil mi?
Kitaplardaki aşklar daha güzel. Mesela Leyla ve Mecnun’un aşkı. İnanılmaz bir aşk.
- Kalmadı ki öyle aşklar!
Mecnun’u unutmazsak hâlâ şansımız var demektir.
“ASLA SİYASET SAHNESİNDE OLMAYACAĞIM!”
- Çok duygusallaştık, bu havadan çıkalım, en iyisi ben size bir başka aşkı sorayım; “siyaset aşkı”. Geçtiğimiz dönem seçilemediniz AK Parti’den. Önümüzdeki seçimlerde de şansınız zorlayacak mısınız?
Hayır kesinlikle.
MİLLETVEKİLİ OLAMADIĞIM İÇİN ÇOK MUTLUYUM
- Çok kesin konuştunuz, neden siyasette olmayı çok istemediniz mi?
Hayır. Hatta size bir şey söyleyeyim Alev Hanım. Bu dönem milletvekili olmadığım için söylenenlerin aksine çok mutluyum. Hiç üzülmedim. Hayal kırıklığına uğramadım. İnsan becerdiği işi yapmalı, benim de elimde bir kalem var. Becerdiğim işi yapıyorum bugün.
SİYASETİ BECEREMEZDİM
- Siyaseti beceremez miydiniz, yazılarınızdan son derece vakıf olduğunuzu görüyorum?
Siyaseti düşünmekle, yazmakla, yapmak farklı şeyler. Yapmak çok zor. O bir hayat biçimi. Ama okumak düşünmek ve yazmak galiba insanı en mutlu eden şey.
AK PARTİ BENİ SEÇMEMEKLE İSABETLİ BİR KARAR VERDİ
- O dönem “boyumun ölçüsünü” aldım demiştiniz. AK Partiye hiç mi içinizden bir kırgınlık yaşamadınız?
Kırgın değilim bilakis teşekkür bile edebilirim. Hatta ben bu konuda AK Parti’nin çok isabetli bir karar verdiğini bile düşünüyorum.
- Sizce neden böyle bir karar verildi, var mı bir öngörünüz?
Bilmiyorum. Belki de pek parti disiplinine uygun bir adam olarak görmemiş olabilirler.
- Niye disiplinsiz misiniz?
Mülakat vardı mesela gitmedim. Bundan ne sonuç çıkartırsanız artık.
BAŞBAKAN’I ÇOK BAŞARILI BULUYORUM
- Başbakan Erdoğan nasıl bir lider size göre?
İyi bir taktisyen. Soğukkanlı bir siyasetçi. Ve sezgileri çok kuvvetli. Çok başarılı buluyorum.
“CUMHURİYET TARİHİNİN EN GÜÇLÜ LİDERİ TAYYİP ERDOĞAN”
- Hiç beğenmediğiniz bir özelliği var mı?
Bir şey söyleyeyim mi, Atatürk dahil Cumhuriyet tarihinin en güçlü lideri. Atatürk bile bu kadar güçlü değildi.
ATATÜRK BİLE ERDOĞAN KADAR GÜÇLÜ DEĞİLDİ
- Atatürk bile derken?
Bak Başbakan Erdoğan’ın hiçbir rakibi yok. Atatürk’ün vardı. Kurtuluş savaşını birlikte verdiği ekip, partisindeki sınıf.
- Çok iddialı geldi bu bana.
Valla bunlar tarihçilerin söylediği şeyler. İçi boş söylemler değil. Ben de ciddiye alıyorum açıkçası.
“ERDOĞAN’IN DANIŞMANLIĞINI YAPAMAZDIM GALİBA”
- Siz başbakan danışmanlığı da yaptınız geçmişte. Şimdi deseler ki “Gel Başbakan’ın danışmanlığını yap” yapabilir miydiniz?
Çok zordur herhalde. Yapamam gibi geliyor.
“TAYYİP BEY, ÇOK ZOR BİR SİYASETÇİ”
- Tansu Çiller de başbakandı ama yaptınız, zor değil miydi?
Bir kez siyaset yapma tarzları çok farklı. Tayyip Bey, çok zor bir siyasetçi. Danışman istihdam etme ve danışmandan istifade etme bir politikacının yeteneğidir. Tayyip Bey’in danışmanlarına bakacak olursanız hepsi çok yetenekli. Demek ki iyi danışmanlar buluyor. Machiavelli der ki; “Bazı danışmanlar çok akıllıdır, iyi akıl verirler prense ama bu danışmanların marifeti değildir. Danışmanları bulan prensin marifetidir.”
“TANSU ÇİLLER POLİTİKAYA PARAŞÜTLE İNDİ”
Bir dönem danışmanlığını yaptığınız Tansu Çiller ile Recep Tayyip Erdoğan’ı karşılaştırmanızı istesem neler söylersiniz?
Tayyip Bey çekirdekten yetişme bir politikacı. Karda, kışta, bozuk yolda fırtınada kalmış, siyasetin tüm cilvelerini görerek başbakanlığa gelmiş bir politikacı. Tansu Çiller ise çok iyi bir akademisyendi ve politikaya paraşütle indi. Tansu Hanım erkeklerin dünyası ile baş etmede çok zorluk çekti. Erkeklerin haricinde, Doğru Yol tam bir taşra partisiydi. Maçoluğu düşün. Tayyip Bey’in etrafındaki insanlarda hiç olmasa muhafazakârlığın getirdiği bir incelik de var. Anlayacağın ikisini mukayese etmek çok da doğru değil.
- Çiller dönemini özlüyor musunuz?
O dönemin politika tarzı çok iyi bir şey değildi. Çok parçalıydı. Politikacılar da çok kıymetli değildi. Özlenecek bir yanı yok ki.
TAYYİP BEY ELİNDEKİ GÜÇLE MEDYAYI KONTROL ALTINA ALIYOR
- Bu arada medyadan bir isimsiniz, bu ülkede köşe yazarı olmak çok da kolay değil artık. Malum her gün birinin işine son verilir oldu. İnsanlar yazmaya korkar hale geldi. İktidarın medya ile olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz, bir sorun var mı sizce?
Şöyle bakmak gerekiyor. Politikacı elinde imkân varsa ve bu imkânlar müsaade ediyorsa bunu kullanır. Hiçbir siyasetçide “aman medya çok çoğunlukçu olsun, beni de eleştirsinler, farklı görüşler olsun” demez. Tam tersine kendisini haklılaştıracak, destekleyecek bir medya arar. Bu siyasetin doğasında vardır. Tayyip Bey de elindeki güçle medyayı kontrol altına alıyor. Politikada kural şudur: Elinde imkan varken gücü kullanmazsanız, karşıdaki kullanır. Yani rakibiniz kullanır. Politika bu boşlukları kaldırmaz. Medya, siyaset için bulunmaz bir güçtür.
- Sürekli kalkmaya çalışıyorsunuz, daha çok konuşacak konu var
Vakit çok kısıtlı, toplantı var.
- Biraz daha lütfen. Daha ne konuştu ki? (O sırada oda da Türköne’yi bekleyenler ve sürekli toplantı ile ilgili bir şey soranlar var. Tabii bir de arada öğrenciler gelip bölüyor sorularıyla).
O zaman çok kısa bir süre daha ayırıyorum.
“YAZARLARI KOVAN GAZETE PATRONLARI, BAŞBAKAN DEĞİL”
- Medyada kalmıştık devam edelim Başbakan Erdoğan’ın söylemleri çok sert değil mi köşe yazarlarına ve özellikle medya patronlarına karşı?
Ben onu köşe yazarları ile Başbakan’ın ilişkisine değil, gazete patronları ile Başbakan’ın ilişkisine bağlıyorum. Orada yazarları kovan gazete patronları. Köşe yazarlarının fikir bağımsızlığı gazete patronuna karşıdır, iktidara değil. Patron, hükümete boyun eğiyorsa bu medyanın genel sorunudur.
MEDYANIN ÇOĞULLAŞMASI LAZIM
- Nasıl eğmesin ki işadamı hepsi. Hükümete de sürekli işleri düşüyor, mecburlar bir yandan da. Bir göbek bağı var?
Bunu engellemek için medyanın çoğullaşması lazım.
MEDYADAKİ TEKELLEŞME BİTMELİ
- Nasıl olacak o?
Medyadaki tekelleşme bitmeli. Hâlâ medyanın büyük bir kısmı tek grubun elinde. Batı ülkelerinde olduğu gibi medyanın çoğullaşması ve kendi içinde rekabet oluşturması lazım.
MEDYA KARTEL MEDYASI, ŞU ANDA KARTELLEŞME VAR.
- Hükümete de çok yakın medya grupları var değil mi?
Mevcut yapıyı devraldı hükümet, medya kartel medyası. Şu anda kartelleşme var. Dün de vardı aynı kartel bugün de var. Dün askerler bunu kullanıyordu, bugün ise hükümet.
MEDYAYI DÜN ASKERLER KULLANIYORDU, BUGÜN HÜKÜMET
- İkisi de tehlikeli değil mi?
Kesinlikle çok tehlikeli. Çoğullaştırmak gerektiriyor. Çoğullaşmak da zaten şu sıralar internet medyası sayesinde gerçekleşiyor.
- Siz mutlu musun yazarken. Hiç iktidardan çekiniyor musunuz?
Ben hiç sorun yaşamıyorum. Büyük keyifle yapıyorum işimi. İktidardan da çekinmeden yazılarımı kaleme alıyorum. Bu güne kadar hiç çekinmedim.
BAŞKANLIK SİSTEMİNE KESİNLİKLE KARŞIYIM
- Hiç tereddüt etmeden, acaba demeden eleştirebilir misiniz iktidarı?
Neden eleştirmeyeyim? Mesela başkanlık sistemine şiddetle karşıyım ve buna yönelik sert yazılar kaleme.
BAŞKANLIK SİSTEMİ BİR MACERA, ÜLKEYİ İSTİKARARSIZLAŞTIRIR
- Neden Başbakanlık sistemine karşısınız, tereddütleriniz neler?
Başkanlık sistemini doğru bulmuyorum. Türkiye’nin parlamenter demokrasi tecrübesi içerisinde yoluna devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Başkanlık sisteminin bir macera olduğunu, Türkiye’yi istikrarsızlaştıracağını ve dengeleri bozacağınız düşünüyorum.
NE OTO SANSÜR YAPTIM NE DE SANSÜRE UĞRADIM
- Yazılarınıza hiç müdahale edildi mi?
Hayır, hiç bir şekilde. Son derece özgür yazıyorum. Bugüne kadar oto sansür yaptım ne de sansüre uğradım. En fazla şöyle müdahale edilmiştir. “Ya şurada noktalı virgül kullanmışsınız, olmasa” en fazla imlama karışılmıştır.
- O çok normal redakte neticede.
İmla dışında hiçbir müdahale yok.
KİMSE BENİ SEVMİYOR, SICAK BAKMIYOR
- Sizin için dünün ülkücüsü, başbakanlık döneminde Tansu Çiller’in siyasi danışmanı, bugünün iktidar yandaşı, şimdinin Fethullahçısı diyorlar. Kabalığımı bağışlayın hatta bir kesim “dönek “ diye tanımlıyor sizi. Siz ne dersiniz bunlara?
Dikkat ederseniz bu eleştirilerin çoğu farklı cenahlardan geliyor. Ben eleştirel tavır takınıyorum Türkiye’deki mevcut yapılara karşı. Askerleri eleştirdim, solcuları eleştirdim, milliyetçileri eleştirdim. PKK’yı, İslamcıları eleştirdim. En son kitabım İslamcılığı eleştiren bir kitaptı, İslamcılığın ölümünü ilan ettim. O yüzden kimsede sıcak bakmıyor, beni sevmiyor. Benim bir kitlem, arkamı dayandırdığım bir cemaatim yok. Eleştirileri doğal karşılıyorum.
BU ÜLKE İÇİN ÖLMEM GEREKİYORSA ÖLÜRÜM
- İnsan yıllarca savunduğu, uğrunda bedeller ödediği davasından, görüşlerden nasıl vazgeçer ki, birde bu yönüyle değerlendirme istesem?
70’li yıllarda bir idealizmim vardı, vatana hizmet etmekti. Hâlâ aynı idealleri muhafaza ediyorum. Bu ülke için ölmem gerekiyorsa şu anda ölürüm. Vatanım için bir bedel gerekiyorsa gözümü kırpmadan o bedeli seve seve öderim. İdealizmimde, değerlerimde, sabitelerimde herhangi bir sapma, değişme yok. Ama dünyayı anlama ve yorumlama biçimim elbette ki değişti. Topluma fikri önderlik yapmak, kitleleri peşime takıp sürüklemek gibi bir amacım yok. Ben eleştiriyorum, eleştirilerimden rahatsız olanlar da varsın bana dönek desin, ne kaybederim ki, eleştiriye son derece açığım.
ÜLKÜCÜLÜK BİR GENÇLİK HASTALIĞI
- Tamam, tüm bu dediklerinizi anladım. Bu ülkede kimse eleştiriyi ya da eleştirilmeyi sevmiyor diyelim, ama velâkin anlamadığım bir konu var. Siz eski bir ülkücüsünüz, bilmiyorum eski ülkücü söylemi ne denli doğru? Bir de ülkünün eskisi yenisi olur mu, ülkücü ülkücü değil midir? Ülkücülük sezonluk bir durum olamasa gerek?
Çok güzel bir soru. Tam 12’den isabet. Bunun bir gençlik hastalığı olduğu söylenir. Gençlikte insanlar bu tür ideolojilere daha kolay kapılabilir. Ülkücülük Türkiye’de önemli bir siyasi gelenek. Kitlesel ve değerli bir gelenek. Kendi içinde evirilerek, yeni şartlara göre biraz niteliğini değiştirerek devam ediyor.
“ŞİMDİKİ ÜLKÜCÜLER ÇOK CAHİLLER”
- Şimdiki ülkücüleri nasıl buluyorsunuz, sizin döneminizdekinden farkları ne?
Çok cahiller.
- Neden?
Hiçbir konuda görüşleri yok, hiçbir şeyden hatta dünyadan haberleri yok. Sadece hamaset ve duygusallığın yeterli olduğunu düşünüyorlar. Genel bir dünya tasavvuru, genel bir teori- tez üretmek, dünyayı öğrenmek, olup bitenleri yorumlamak gibi çabaları yok. Çok zayıflar.
- Sizin dönemizdekiler nasıldı yani eski ülkücüler?
Çok okuyan, yol kat eden, azimli ve idealleri olan. Her şeyden evvel bilinçlilerdi. Neyin mücadelesini verdiklerini biliyorlardı.
- Ülkücülük döneminden kalma, hiç unutamadığınız güzel bir anınız var mı?
İnsanın hafızasına kazınan şeyler iyi şeyler değil, kötü şeyler oluyor. Ben emniyet ve cezaevinde epey işkence gördüm. Bana işkence eden polislere küfretmiştim, sonrada ettiğim o küfürden gurur duydum.
- Niye gurur duydunuz?
Öyle bir anda öyle bir cesareti tebrik etmeli. (Gülüyor)
“ÖYLE İŞKENCELER GÖRDÜM Kİ, İSTİKLAL MARŞI’NDAN NEFRET ETTİM”
- İstiklal Marşı’ndan cezaevinde nefret ettim demiştiniz, çok garip gelmişti bana bu açıklama, biraz açar mısınız bunu?
Garip gelmesin. Zorla dayakla istiklal Marşı söylettiler bize, uzun süre bu marşı söyleyemedim ve İstiklal Marşı’na karşı bir antipati oluştu bende uzun süre. Çünkü cezaevini hatırlatıyordu bana.
- O antipati hâlâ sürüyor mu?
Uzun bir zaman aldı ama aştım.
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” İÇİ BOŞ BİR LAF, ANLAMI YOK
- “Ne mutlu Türküm diyene” diyebiliyor musunuz? Malum şu sıralar Türlük tartışmaları hayli revaçta?
Ben bu tür basit sloganlarla insanların kutuplaşmasını çok saçma buluyorum. “Ne mutlu Türküm diyene” lafının bende hiçbir anlamı yok. İçi bom boş bir laf. Ben insan olduğum, ahlaklı olduğum için, insanlara faydam dokunduğu için mutluyum. Ama doğumdan kazandığım bir özellikten dolayı Türk anne ve Türk babadan doğan bir Türk olarak neden mutlu olayım?
“TÜRKLÜK BENİM İÇİN MUTLULUK KAYNAĞI DEĞİL”
- Soyadınız bile Türk, bu bir tesadüf değildir herhalde?
Olsun. Türklük benim için bir mutluluk kaynağı değil ki. Türklük bana Cenab-ı Allah’ın verdiği bir nitelik. İnsan nasıl milliyetinden dolayı mutlu olur? İnsan milliyetine karşı tamam sorumludur, benim de Türk milletine karşın sorumluluklarım, vazifelerim var ama bunun beni mutlu ettiğini söylemek çocukluk.
- Anladım sizin geçmişteki ülkücülükle şimdiki ülkücülük arasında farkınızı, şimdi bir ülkücüye bu soruyu sorsam asla böyle bir yanıt vermezdi bana.
Benim düşüncem bu değiştiremezsin ki, Türk olmaktan mutlu olan bir değilim ama mutsuzum da demiyorum. İnsan olmaktan mutluyum ama.
- Diyorlar ki “Türk demeyelim, Türkiyeli diyelim." Bu da insanı incitiyor ama… Böyle bir tartışmanın dile getirilmesi bile anlamsız değil mi?
Çok anlamsız. İçi boş. Saçma sapan tartışmalar. Sonuç itibariyle bu ülkede hep bir arada, beraber barış içinde yaşayacağız. Bir yolunu bulmamız Kelime ve kavramlara takılmanın anlamı yok.
- Yeni anayasayı tek başınıza siz hazırlasaydınız en dikkat çekici değişiklikler neler olurdu?
Herhalde 3-4 sayfalık bir Anayasa hazırlar ve bu ideolojik tartışmaları bile tamamen çıkarırdım.
- Çok tepki alırdınız ama!
Hiç sorun değil. Ülke adına doğru iş yaptığıma inanıyorsam yeterli.
ANAYASA’YA İDEOLOJİK ANLAM YÜKLEYEN HER ŞEYİ KALDIRMALI ÇÜNKÜ SAÇMALIK HEPSİ
- TC ibarelerinin devlet dairlerinden kaldırılmaya teşebbüs edilmesi bile büyük olay olmuştu. Hatırlatayım isterseniz?
Çok da zorlamadı aslında bakarsan. O ibareleri kaldırmak da değildi. Ben olsam Anayasa’ya ideolojik bir anlam yükleyen, ideolojik nitelik kazandıran hiç bir şeye izin vermezdim. Atatürkçülük, milliyetçilik, inkılaplar falan bunların hepsi saçma sapan şeyler.
ATATÜRKÇÜLÜK SAÇMALIK
- Atatürkçülük de saçmalık olamaz herhalde ya da size göre öyle mi?
Elbette. Atatürkçülük saçma sapan bir şey. Bunu söylemekten çekinmiyorum. Atatürkçülük tartışmaları da Türkiye’yi geri bıraktı.
- İşte şimdi tam bu sorunun sırası: Çünkü bu çok tartışıldı. Atatürkçülüğü saçma bulan birini ne diye Atatürk Türk Dil ve Tarih Kurumu’na atadılar. Bu çok garip değil mi? Gerçi istifanızda gecikmemişti ama…
Eleştirel bir perspektife ihtiyaçları vardı.
- Ama Atatürk’ün kurumdan bahsediyoruz farkında mısınız, alaka kuramadım?
Bak Atatürkçülük yüzünden bu memleket çok çekti. Birazda Mümtaz’er’den çeksin dediler herhalde.
- Yine ayağa kalktınız ama… Sorularım hep elimde kalacak, hiç soru soramadım sanacak sevgili okuyucularımız. Birkaç soru daha sormadan bırakmam.
Toplantı ama Alev Hanım (saate bakıyor, bayağı telaşlı) Yeter yahu. Bu konuştuklarımızdan tonlarca şey çıkar.
- Devam ediyorum. Türklerle Kürtler eşit olamaz diye bir algı var mı?
Özellikle kıyı bölgelerinde, Ege bölgelerinde gelen Kürt göçü ile yerli halk arasında bazı kutuplaşmalar vardı. Tamamiyle sosyal, siyasal değil. Hayat biçimlerini değiştiriyor, zorlaştırıyor. Orada bir Kürt antipatisi var. Kürt karşıtlığı var.
- Artık Kürt sorunu değil de sanki Türk sorunu daha çok dillendirilmeye başlandı. Bu ne vahim durumdur?
Türk sorunu var demek Türklere hakarettir. Türkler sorun teşkil etmez. Türk bu ülkede çoğunluğu teşkil ediyor. Bu ülkeyi bir arada tutmak, sayıca az olanların hakkına hukukuna riayet etmek Türkler ’in sorumluluğu, görevi. Türk sorunu diye bir şey yok. Bunun dillendirilmesi bile ayıp. Büyük hakaret Türklere.
- AK Parti hakkındaki "gayri milli" söylemlerini nasıl yorumluyorsunuz?
Geleneksel Cumhuriyet ulus devlet politikalarını biraz zorluyor. Onun dışına çıkmaya çalışıyor. Ben bu kadar dar ve korkularla dolu bir milli politikanın Türkiye’ye fayda sağlamadığını düşünüyorum. Eski Osmanlıyı hatırlatan açılımların çok doğru olduğunu düşünüyorum.
- AK Parti hükümeti, ulusalcı kesimlerin bazıları tarafından "Türkiye’yi işgal etmek isteyen uluslararası güçlerin taşeronu" olmakla itham ediliyor. Ülkücülük dönemindeki Mümtaz’er Türköne bu görüşe katılır mıydı?
Hayır saçmalık. Türkiye o kadar kolay mı işgal edilecek. Bu kadar basit mi her şey. Halk enayi, politikacılar hain mi? Böyle saçmalık duymadım. Ne kadar aptalca.
- Milli içeceğiniz nedir bu arada, hazır alkol düzenlemesi gündemdeki sıcaklığını korurken sorayım.
Kımız.
- Kımız mı? İlginç!
Geçenlerde Orta Asya’ya gittim ve içtim kımızı. At sütünden yapılan ayrana kımız deniliyor. Gayet de güzel. Mis gibi.
- Alkolle aranız nasıl?
Yok, hiç iyi değil.
- Hiç kullanmadınız mı?
Gençken çok kullandım ama şu an hayır.
ALKOL YASAĞININ LAİKLİKLE ALAKASI YOK
- Hükümet bu alkol düzenlemesinde sizce haklı mı, iyi bir düzenleme mi yoksa özel hayatlara müdahale mi?
Gençlerin beden, ruh, akıl sağlığını korumak için doğru bir yaklaşım. Bugün bu düzenleme sadece Türkiye değil, dünyanın her yerinde var. Gece belli bir saatten sonra alkol satmamanın neresi kötü? Sokaklardaki olaylar bile azalacak bakın görün. Alkol satan yerinde eğitim kurumlarına uzak olmasının nesi eleştirilebilir ki? Gençlerde alkol yaş sınırlaması mesela ABD’de 21, bizde 18. Gençlik için çok büyük tehlikeler kapıda. Bu tür önlemlerin dikkat ve titizlikle alınması lazım. Bunların bireysel özgürlük ve laiklikle alakası yoktur.
- Yasaklayıcı bir zihniyet deniliyor bu düzenleme için?
Bu yasaklayıcı dedikleri şeyler bütün ülkelerde var. Dünyanın birçok ülkesinde 22’den sonra alkol satılmaz. Eğitim kurumlarına yakın yerlerde alkol satılmaz. Yasaklayıcı zihniyet değil, denetleyici, tedbir alıcı bir zihniyet.
KİMSENİN EVİNE GİRİP DE RAKI, ŞARAP KADEHİ ALINMIYOR
- Nazlı Ilıcak bile dedi ki; içki tüketimine getirilen sınırlar halkın sağlığını koruma endişesinden kaynaklanmamakta; farklı hayat tarzlarına müdahale anlamına gelmekte; doğruluk payı var mı?
Bakın insanların evlerine girip de kimse ellerindeki kadehleri almıyor. İçme demiyor. Alkol temin etmelerini de yasaklamıyor. Ben alkol içme alışkanlığını bireysel olarak toplumun diğer kesimlerine tehdit olarak dayatmanın ahlaksızca bir şey olduğunu düşünüyorum.
- O kadar yani?
Sizin alkolle aranız çok iyi galiba Alev Hanım bu konuya epeyce eğildiniz, beni zorluyorsunuz alkol sorularıyla.
- Hiç iyi değildir, sevmem. Ama gerçekten seviyor olsaydım. Korkmadan içiyorum derdim. Gizli gizli içmezdim. Sadece bu bir yasak mı yoksa sağlık için iyi bir düzenleme mi onu irdeliyorum, en doğru cevaba ulaşmak adına.
Bir yerlere mesaj gitti sanki (gülüyor). Bak ben bu düzenlemeyi sonuna kadar destekliyorum. Çok yerinde, geç bile kalınan bir düzenleme. Ben sigara yasağının kapsamının genişletilmesini de olumlu buluyorum.
- Yine kalktınız Sayın Türköne (röportajı bitirmek üzere kalktı), durun birde sizi bulmuşken çözüm sürecini sorayım. Öyle bitirin. Çözüm süreci çözüm olacak mı?
Çözüm süreci diye bir şey yok. Herkes çözüm sürecini PKK ile veya Öcalan ve Hükümet arasındaki pazarlık sanıyor. Öyle değil. Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak Suriye’de bağımsız bir Kürt bölgesi oluştu ve bunu koruyabilmek için PKK silah bıraktı. Dikkatini o tarafa yöneltti. Türkiye içinde de ortamı bu fırsattan istifade edecek politikalar yürütülüyor. Çözüm süreci diye bir şey yok. Silah bırakma diye bir şey yok. Silahlar bırakıldı. Bir şey kalmadı.
- Biz niye bilmiyoruz peki?
Herkes Türkiye sınırları içine bakıyor, biraz gözlerimizi dünyaya çevirirsek anlarız.
- Akiller de epeyce tartışıldı. Bu süreçte var mıydı sizce onlara gerek ve süreç için ne gibi bir katkıları oldu, nasıl buldunuz onları?
Ben hepsini çok beğeniyorum. Çok akıllılar. Çok da etkili oldular. Tabii ki gerek vardı onlara. İyi isimler seçildi. Vatandaşa süreci anlattılar. Endişelerini dinlediler. Hükümetle aralarında bir köprü oldular.
- Siz neden o akiller arasında değildiniz?
Ben deli kadrosundan istihdam ediliyorum bu ülkede. Delilere de ihtiyaç var.
- Delisiniz yani?
Deli iyidir. Bu ülkede delilere de ihtiyaç var. Akıllı adam çok zaten. Deli lazım memlekete.
- Röportajın başından beri “deliyim” deyip duruyorsunuz, en büyük deliliğiniz ne peki?
İtiraz ediyorum, eleştiriyorum. Korkmuyorum. Doğru bildiklerimi savunuyorum.
- Nedir sizi başkalarından farklı kılan sosyal özelliğiniz?
Hiç kimseden korkmam.
- Hiç kimseden korkmam demeyin. Bazıları için “dokunan yanar “ diyorlar .
Ölümden öte köy var mı Alev Hanım? Canımı alacaklar en fazla ne var ki? Daha ötesi var mı? Ölüm korkusuyla yaşanmaz.
- Bence cezaevinde kalmanız, geçmişteki ülkücülük maceranız size bir cesaret eklemiş?
Çok şey yaşadık normal.
HOCAEFENDİ ÇOK SAYGIDEĞER BİR İSİM
- Size Fethullah Gülen dersem ne dersiniz bana. 3 Kelimeyle Fethullah Bey’i bana tarif eder misiniz?
Türkiye’nin istikrarını sağlıklı dengeleme ve sürdürmesine çok ciddi katkılarda bulunan çok büyük, çok saygıdeğer bir isim.
- Peki, hep söylenir size sorayım belki siz daha vakıfsınızdır bu konuya iktidar ve cemaat arasında gerçekten bahsedildiği gibi bir çatışma var mı?
Yok, çok büyük bir çatışma olduğuna inanmıyorum. Bir tatsızlık olduğu belli ancak çok abartılacak bir durum olduğunu sanmıyorum. Çok yapısal bir şey gibi görünmüyor.
- Çok teşekkür ediyorum. Röportajı vaktim yok diyerek burnumdan getirdiniz ama yine de keyifli oldu
Ben teşekkür ederim. Alev Hanım, çok sitem ediyorsunuz ama birçok anlatmadığım şeyi size anlattım. Gayet güzel oldu