Mümtaz'er Türköne: Bu insanları bozan şey nedir? Güç ve iktidar mı?
Mümtaz’er Türköne: Dün Tayyip Bey’i hapse attıran, bir generalle, Ekrem Dumanlı’yı Hidayet Karaca’yı suçlu ilan eden adam arasında ne fark var?
Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın şiir okuduğu gerekçesiyle tutuklandığı döneme atıfta bulunarak “Kendilerine yapılan zulmü, aynı nobranlık ve zorbalıkla başkalarına yapacak kadar bir insanı bozan şey nedir? Güç ve iktidar mı?” sorusunu sordu.
“Bir senaryodan, iki yazıdan silahlı örgüt çıkartmak için, şiir okuduğu için hapse atılmış adamın çok büyük bir istihale geçirmesi gerekirdi. 2010 yılı bitip, 2011 seçimlerinde Erdoğan ustalığını ilan ettiği zaman hepimiz, şiir okuduğu için artık kimsenin hapse atılmayacağından emindik. Olmaz mıydı? Bugün dizi senaryosundan dolayı basın mensuplarının gözaltına alındığı, hapse atıldığı bir Türkiye’yi kim tahmin edebilirdi?” diyen Türköne “Allah aşkına dün Tayyip Bey’i hapse attıran bir generalle, Ekrem Dumanlı’yı Hidayet Karaca’yı suçlu ilan eden adam arasında ne fark var?” ifadelerini kullandı.
Mümtaz’er Türköne’nin Zaman gazetesinde “Kırık Kalpler” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Hafıza duyguları, somut gözlemler ve tecrübeler gibi saklamıyor. Duygular uçuyor, derinlerde isim koyamadığınız, kararlarınıza sebebini kavrayamadığınız biçimde yön veren tortulara dönüşüyor. Pınarhisar bu yüzden hafızama, demokrasi ve özgürlük eksikliğinin sembolü olarak kazınmış. Halkın oyları ile seçilmiş bir adamı yok etmeye karar veriyorsunuz, okuduğu, üstelik ders kitaplarında yer alan bir şiirden dolayı hapse atıyorsunuz.
Pınarhisar Cezaevi’nde Tayyip Bey’in kaldığı hücreye kadar gitmiş ve orada görüşmüştüm. Halkın sevgisini ve desteğini kazanmış bir politikacıyı bu hücreye tıkarak doğrudan halka ceza vermişlerdi. Ülkesi için adalet isteyen herkes için yapacak şey belliydi. Zulme ve aleni bir haksızlığa uğrayan bu adama destek olmak. “Acaba?” diyorum, “Pınarhisar Cezaevi bir zamanlar kısa bir süre için ağırlamış olmasaydı Erdoğan diye bir adam kendisine benzeyen diğer politikacıların önüne geçer ve bugün bulunduğu yere gelebilir miydi?”
Aradan tam 15 yıl geçmiş. Tamamen benzer duygular. Ülkeniz adına umutsuzluk, bir kişinin şahsında herkese yapıldığını düşündüğünüz haksızlığa uğramanın kırgınlığı ve öfkesi. “Ne geçiyor ellerine, bu ülkeye zarar vermekten başka” diye düşünüyorsunuz. Tamamen aynı duygular ve ben bu duyguları altı gün boyunca gittiğim Çağlayan Adliyesi’nde tekrar yaşadım. Fazlası bu sefer zulmü, o gün o tek kişilik hücrede kalan adamın, bir zamanlar siyasî yakınlığınız olmamasına rağmen sahip çıktığımız adamın yapması.
Kendilerine yapılan zulmü, aynı nobranlık ve zorbalıkla başkalarına yapacak kadar bir insanı bozan şey nedir? Güç ve iktidar mı?
Bir senaryodan, iki yazıdan silahlı örgüt çıkartmak için, şiir okuduğu için hapse atılmış adamın çok büyük bir istihale geçirmesi gerekirdi. 2010 yılı bitip, 2011 seçimlerinde Erdoğan ustalığını ilan ettiği zaman hepimiz, şiir okuduğu için artık kimsenin hapse atılmayacağından emindik. Olmaz mıydı? Bugün dizi senaryosundan dolayı basın mensuplarının gözaltına alındığı, hapse atıldığı bir Türkiye’yi kim tahmin edebilirdi? Allah aşkına dün Tayyip Bey’i hapse attıran Bir generalle, Ekrem Dumanlı’yı Hidayet Karaca’yı suçlu ilan eden adam arasında ne fark var? Bugünün duyguları da geleceğe kalmayacak. Kırılmış camdan kalplerimiz onarılamayacak. İktidarın bir zamanlar zulme uğramış bir politikacıyı bile nasıl zalimleştirebildiğini hatırlayacağız sadece. Bir de iktidar etrafında pozisyon alanların görgüsüzlüğünü. Onlar bir ideolojiyi, bir prensibi değil sadece iktidarı savundular. Sadece gücü savunmanın, sadece güçlü olduğu için birini haklı çıkartmanın zavallılığına mahkum oldular. Ne nezaketten, ne nezahetten, ne mertlikten eser kalmadı. Güç sahibini bozarken, o güce yakın duranları da ahlaken çürütmüş, demek ki.
Bütün hikâye bir iktidar hesabından ibaret. Ortada rakip kalmadığını görünce iktidarı kendi ellerinde toplayabilmek için dünkü yol arkadaşlarını, destekçilerini yok etmeye çalışan bir despotun hesapları bunlar. Gücün ve iktidarın ideal ve hizmet aracı olmaktan çıkıp, başlı başına bir amaca dönüştüğü durumda, güce yakın duranlar da her şeylerini kaybediyorlar. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca için “oh olsun” yazısı yazanların üslubundaki düşüklüğe, ekranlardan aynı lafları söyleyenlerin yüzlerinden akan riya ve sahteliğe dikkat ettiniz mi?
15 yıl önce girdiği hücreye, aynı suçtan masumları sokmaya kalkan biri birçok şeyi kırıp dökmek zorunda. Ona destek olanlar da. Neyse ki bizim sadece kalbimiz kırık. Azmimiz dimdik ayakta."
“Bir senaryodan, iki yazıdan silahlı örgüt çıkartmak için, şiir okuduğu için hapse atılmış adamın çok büyük bir istihale geçirmesi gerekirdi. 2010 yılı bitip, 2011 seçimlerinde Erdoğan ustalığını ilan ettiği zaman hepimiz, şiir okuduğu için artık kimsenin hapse atılmayacağından emindik. Olmaz mıydı? Bugün dizi senaryosundan dolayı basın mensuplarının gözaltına alındığı, hapse atıldığı bir Türkiye’yi kim tahmin edebilirdi?” diyen Türköne “Allah aşkına dün Tayyip Bey’i hapse attıran bir generalle, Ekrem Dumanlı’yı Hidayet Karaca’yı suçlu ilan eden adam arasında ne fark var?” ifadelerini kullandı.
Mümtaz’er Türköne’nin Zaman gazetesinde “Kırık Kalpler” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Hafıza duyguları, somut gözlemler ve tecrübeler gibi saklamıyor. Duygular uçuyor, derinlerde isim koyamadığınız, kararlarınıza sebebini kavrayamadığınız biçimde yön veren tortulara dönüşüyor. Pınarhisar bu yüzden hafızama, demokrasi ve özgürlük eksikliğinin sembolü olarak kazınmış. Halkın oyları ile seçilmiş bir adamı yok etmeye karar veriyorsunuz, okuduğu, üstelik ders kitaplarında yer alan bir şiirden dolayı hapse atıyorsunuz.
Pınarhisar Cezaevi’nde Tayyip Bey’in kaldığı hücreye kadar gitmiş ve orada görüşmüştüm. Halkın sevgisini ve desteğini kazanmış bir politikacıyı bu hücreye tıkarak doğrudan halka ceza vermişlerdi. Ülkesi için adalet isteyen herkes için yapacak şey belliydi. Zulme ve aleni bir haksızlığa uğrayan bu adama destek olmak. “Acaba?” diyorum, “Pınarhisar Cezaevi bir zamanlar kısa bir süre için ağırlamış olmasaydı Erdoğan diye bir adam kendisine benzeyen diğer politikacıların önüne geçer ve bugün bulunduğu yere gelebilir miydi?”
Aradan tam 15 yıl geçmiş. Tamamen benzer duygular. Ülkeniz adına umutsuzluk, bir kişinin şahsında herkese yapıldığını düşündüğünüz haksızlığa uğramanın kırgınlığı ve öfkesi. “Ne geçiyor ellerine, bu ülkeye zarar vermekten başka” diye düşünüyorsunuz. Tamamen aynı duygular ve ben bu duyguları altı gün boyunca gittiğim Çağlayan Adliyesi’nde tekrar yaşadım. Fazlası bu sefer zulmü, o gün o tek kişilik hücrede kalan adamın, bir zamanlar siyasî yakınlığınız olmamasına rağmen sahip çıktığımız adamın yapması.
Kendilerine yapılan zulmü, aynı nobranlık ve zorbalıkla başkalarına yapacak kadar bir insanı bozan şey nedir? Güç ve iktidar mı?
Bir senaryodan, iki yazıdan silahlı örgüt çıkartmak için, şiir okuduğu için hapse atılmış adamın çok büyük bir istihale geçirmesi gerekirdi. 2010 yılı bitip, 2011 seçimlerinde Erdoğan ustalığını ilan ettiği zaman hepimiz, şiir okuduğu için artık kimsenin hapse atılmayacağından emindik. Olmaz mıydı? Bugün dizi senaryosundan dolayı basın mensuplarının gözaltına alındığı, hapse atıldığı bir Türkiye’yi kim tahmin edebilirdi? Allah aşkına dün Tayyip Bey’i hapse attıran Bir generalle, Ekrem Dumanlı’yı Hidayet Karaca’yı suçlu ilan eden adam arasında ne fark var? Bugünün duyguları da geleceğe kalmayacak. Kırılmış camdan kalplerimiz onarılamayacak. İktidarın bir zamanlar zulme uğramış bir politikacıyı bile nasıl zalimleştirebildiğini hatırlayacağız sadece. Bir de iktidar etrafında pozisyon alanların görgüsüzlüğünü. Onlar bir ideolojiyi, bir prensibi değil sadece iktidarı savundular. Sadece gücü savunmanın, sadece güçlü olduğu için birini haklı çıkartmanın zavallılığına mahkum oldular. Ne nezaketten, ne nezahetten, ne mertlikten eser kalmadı. Güç sahibini bozarken, o güce yakın duranları da ahlaken çürütmüş, demek ki.
Bütün hikâye bir iktidar hesabından ibaret. Ortada rakip kalmadığını görünce iktidarı kendi ellerinde toplayabilmek için dünkü yol arkadaşlarını, destekçilerini yok etmeye çalışan bir despotun hesapları bunlar. Gücün ve iktidarın ideal ve hizmet aracı olmaktan çıkıp, başlı başına bir amaca dönüştüğü durumda, güce yakın duranlar da her şeylerini kaybediyorlar. Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca için “oh olsun” yazısı yazanların üslubundaki düşüklüğe, ekranlardan aynı lafları söyleyenlerin yüzlerinden akan riya ve sahteliğe dikkat ettiniz mi?
15 yıl önce girdiği hücreye, aynı suçtan masumları sokmaya kalkan biri birçok şeyi kırıp dökmek zorunda. Ona destek olanlar da. Neyse ki bizim sadece kalbimiz kırık. Azmimiz dimdik ayakta."