MUM SÖNDÜ GAFIYLA EKRANDAN UZAKLAŞAN MEHMET ALİ ERBİL EKRANA NE ZAMAN DÖNÜYOR?

Mehmet Ali Erbil... Pot kırıyor atlatıyor, küfür ediyor gülümsetiyor, sürç-i lisan ediyor yine de seviliyor.

Mehmet Ali Erbil... Bence “Yıkılmadım, ayaktayım” akımının en büyük temsilcisi. Pot kırıyor atlatıyor, küfür ediyor gülümsetiyor, sürç-i lisan ediyor yine de seviliyor.

“Bu herkese nasip olmayacak bir durum, senin sırrın ne?” diye sordum, “Samimiyetime inanıyorlar” dedi. Ben de inanıyorum onun samimiyetine ve iyi niyetine. Her daim dimdik ayakta kalanlardan olacağını düşünüyorum.

Mehmet Ali Erbil’e en çok bozulduğum nokta ise oyunculuk gücüne rağmen oynayacağı filmleri seçerken çoğunlukla sınıfta kalmış olması...
Bu röportajda sinemadan televizyona, geride bıraktığı evliliklerden devam eden kumar alışkanlığına kadar pek çok şey konuştuk. O arada evde olan Ali Sadi’nin de gönlünü hoş tutmaya çalıştık.

4,5 yaşındaki Ali Sadi çok ama çok tatlı bir çocuk. Mehmet Ali Erbil’in çocukluk resimlerinden fırlamış gibi. Babasını da kimseyle paylaşmaya katlanamıyor. Ben evden çıkarken Mehmet Ali Erbil’i öptüğümde verdiği tepki çok manidardı: “Babamı öpmeee!”


Bu bayramlık bir röportaj olduğuna göre bayramla başlayalım. Nasıl geçerdi çocukluğunun bayramları? Güzel anılar var mı?

- Çocuklukta babam, abimle beni lunaparklara götürürdü. Orada çok eğlenirdik. Bayramlıkları giyer, dolanırdık ortalarda. Ama sonraki dönemlerde bayramlar bana hep soğuk ve antipatik geldi. Üvey baba hep evde olurdu bayramlarda, o yüzden hiç bayram olsun istemezdim. Çocuk psikolojisi işte.

Ne kadar sürdü bu?

- 14 yaşına kadar. O sırada yatılı okula başladım çünkü. Sonrasında ise ailenin büyükleri hep babamda toplandı. Ama bayram benim için hep iş demekti.

Herkes tatil yaparken sen çalışıyordun yani!

- Bugüne dek bayramlarda hep çalıştım. Daha önceden üvey babanın evde olması nedeniyle biliçaltımda itici olarak yer eden bayram mevhumu, sonrasında da hep işle güçle anıldı benim için. Pek neşeli bayram anılarım yok yani. Kendi çocuklarımla geleneklerimizi sürdürmeye çalışıyorum. En azından babamdan kalan kahvaltı geleneğini yaşatıyorum.

KIBRIS’TA BİR PARKA YA DA SOKAĞA ADIMI VERECEKLER

Bayram mesajın var mı Türk halkı için?

- İnşallah insanların birbirlerine sevgi ve hoşgörüyle davranmaları için vesile olur. Ben yıllardır televizyonlarda hoşgörünün altını çizmeye çalıştım. 35 yıldır kendi adıma yol kat ettiğime inanıyorum. Ama Türkiye’nin bu anlamda alması gereken daha çok yolu var. Tabii ki bu biraz da eğitimle alakalı.

Hani bayramlarda küsler barışır ya, senin küs olduğun ve barışmayı beklediğin birileri var mı?

- Önemli küslüklerim yok! Obama ya da Başbakan Tayyip Erdoğan’la küs olsan tamam da, (gülüyor) öyle bir küslüğüm yok Allah’a şükür.

Televizyona ara verdiğin bu dönem nasıl geçiyor?

- 15 günde bir şovum var Kıbrıs’ta. Azerbaycan televizyonundan teklifler geliyor. Ekstralarım var. Pek boş durmuyorum açıkçası.

Kıbrıs demişken, Kıbrıs’a küs olduğunu, Kıbrıslılar’ı nankör bulduğunu söylemiştin. Barış imzalandı sanırım...

- Şimdi ya bir parka ya da sokağa adımı verecekler. Biraz kapris yapınca, böyle bir gelişme oldu. Zaten 74’ten beri gidiyorum oraya. Teyzemi gelin vermişisiz, akrabalarım var. Benim için ikinci vatan gibi bir şey Kıbrıs. Sadece iş için gittiğim bir yer değil. Ama Rum lobisi beni çok engelliyor tabii! (Gülüyor)

6 AY SONRA YENİDEN EVLENEBİLİRİM

Evlenip evlenip sonunda yine bekar kalıyorsun. Bekarlık sultanlık mı
?

- Ben olaya hiç öyle bakmadım açıkçası. Evlendiğim insanların hepsi çok anlayışlıydı ve baskı dolu evlilikler yaşamadım. Özgürlüklerim kısıtlanmadı hiç.

Özgürlük derken?

- İstediğim zaman arkadaşlarımla tatile de giderdim, yemeğe de çıkardım. “Gitme, sen evli bir adamsın” diyen olmadı hiç. Baskı hissettirmediler bana. Bekarlık sultanlık değil onun için.

Kendini evlilik insanı olarak görüyor musun?

- Tabii ki.

Peki travmalı evliliklerini ve ayrılıklarını nasıl açıklıyorsun?

- En azından deniyorum evli olmayı, evli kalabilmeyi. Saygı duyuyorum çünkü evliliğe ve beraber olduğum kadınlara. Aile hayatını da seviyorum. En fazla iki yıl bekar kalabildim bugüne dek.

Dört evlilikten sonra “Bir daha evlenmem” demiyorsun yani?

- Ben evliliklerim böyle bitsin istemezdim. Ama bunlar benim evliliğe olan inancımı yitirmeme neden olmadı. Hiç belli olmaz, altı ay sonra yeniden evlenebilirim de. Hayatı paylaşacağım insanı bulmama bağlı.

ALİ SADİ’NİN HİÇBİR GÜNAHI YOK

Tuğba Coşkun’la olan birlikteliğin için “Bu artık son, doyuma ulaştım” demiştin...

- İşte o söylemler olaylara, sosyal ve ekonomik durumlara göre değişebiliyor. Tuba’yla yürüsün isterdim. Benden ve ondan kaynaklanan nedenlerle yürümedi. Şu anda önemli olan tek şey çocuğumuzun psikolojik sağlığı. Onun hiçbir günahı yok. Bari psikolojisi düzgün olsun. İster istemez o travmayı yaşayacak, ondan kaçış yok ama amacımız bunu minimuma indirmek.

Ali Sadi’yle ilişkin nasıl?

- Bambaşka. Ali Sadi benim olgunluk dönemime denk geldi. Aramızda acayip bir sevgi var. Benim ona karşı olan durumum çok hassas. Ali Sadi’nin tüm bebeklik dönemini birebir yaşadım. Diğer çocuklarımda bunları yaşamamıştım. O eve gelirken ve giderken içim gidiyor. Üzülecek mi, şaşırıyor mu, neler hissediyor... Bunları düşündükçe çok hassaslaşıyorum. Ama Allah’tan o güçlü bir çocuk. Okuldaki öğretmenleri de bir sorun olmadığını söylüyor.

ALİ SADİ “ANNEMİN YERİ NİYE BOŞ” DİYE SORUYOR

Ayrılığın onun üzerindeki etkisinin minimuma indirgemek için nasıl tavsiyeler aldınız?

- Bir pedagogdan destek aldık nasıl davranmamız gerektiği konusunda. Onun önerilerini uyguluyoruz. Bu konuda birbirimizle paslaşıyoruz. Ona ikimizin de sevgisinin var olduğunu, ayrı yaşasak da onu sevdiğimizi anlatıyoruz. Zaman içinde o da anladı bunları, ayırt ediyor artık.

Üç evlilikten üç çocuk. Hiç annelerine dönmen için çaba harcadıkları oluyor mu?

- Çok sık değil ama bazen şakayla karışık da olsa takılıyorlar. Ali Sadi çok küçük ama onun da ilginç soruları oluyor. Uyuduğumuzda “Annemin yeri niye boş?” diyor mesela.

Eski eşlerinle aran nasıl?

- Arkadaş gibiyiz. Sedef (Altuntaş) hariç hepsiyle görüşüyorum. Sedef’le sanırım çocuğumuz olmadığı için bir iletişimimiz yok. Evlendiğim insanlar, benim için özel insanlardır. Biz her ne kadar evliliği sürdürememiş olsak da insani ilişkilerimizi sürdürüyoruz.

ÇAPKINLIK NOTUM 10 ÜZERİNDEN 7

Kolay bir insan mısın?

- Değilim ama çözüldüğümde de zorluğum kalmaz.

Nasıl çözülürsün?

- Söyler miyim! Sır vermem.

Çapkınlığına 10 üzerinden puan vermeni istesem...

- 7.

7 mi? Bence 7 çok az senin için.

- Niye ki! Ben etraftaki insanları görüyorum, herkes benim 10 mislim çapkın. Ama bizim adımız çıkmış çapkına herhalde. Benim her hareketim olay oluyor.

Çapkın denilmesi hoşuna gidiyor mu peki?

- Asla. Nefret ediyorum. Yani bakıyorum etrafıma, millet evli, iki tane metresi var, üç tane Rus sevgilisi var. Ayda bir Rus getiriyorlar kapıyorlar bir eve, bir sonraki ay değiştiriyorlar. Çapkın diye adı çıkan ben olunca sinirim bozuluyor.

ÇÖPÇÜ OLSAM DA MAHALLENİN EN ÜNLÜ ÇÖPÇÜSÜ OLURDUM

Biraz şöhretten bahsedelim. Getirdiklerinden ve götürdüklerinden...

- Ben şöhret olmak için yola çıkmadım. Hayalim dışişleri görevlisi olmaktı. Orada bile olsam yıldızlaşırdım. Doğuştan özel olduğumu düşünüyorum. Bu konuda hiç de mütevazı olmayacağım. Çöpçü olsaydım da mahallenin en ünlü çöpçüsü olurdum, bambaşka bir şey olurdum. Öğrencilik dönemimde çok başarılı olarak yıldızlaştım. Konservatuvarda öğrenciyken En İyi Tiyatrocu ödülünü alan benden başka kimse olmadı. Bunun devamında da şöhret geldi. Tiyatro sanatçısıyken popüler kültürün içine sonradan girdim. Tek kanallı dönemde ilk şovları yapan yine ben oldum.

Şöhrete giden yolda yetenekten söz ediyorsun...

- Kabiliyetimin getirdiği bir şöhretti benimki. Türkiye’de çok az kişi kabiliyetiyle şöhret olabiliyor. Sezen Aksu, Ajda Pekkan, İbrahim Tatlıses gibi insanlar şöhret olmak için özel bir çaba sarf etmedi. Kabiliyetleriyle kalıcı oldular. Türkiye’de bir tane diziyle de star olunabiliyor ama önemli olan kalıcı olabilmek.

TARKAN’I DEĞİL, ONA BELGESEL SESLENDİRTENİ ELEŞTİRMEK LAZIM

“Keşke televizyon hayatıma hiç girmeseydi” dediğin oldu mu hiç?

- Asla. Çok keyif alarak yaptığım bir şey canlı yayın. Seslendirme de baba mesleği olduğu için ilk göz ağrılarımdan.

Artık eskisi kadar seslendirme yapmıyorsun ama...

- Fiyatım biraz yüksek geldi galiba. Piyasayı düşürmüşler, ucuzlattılar sanatı. Bizim için başrolü konuşmak, önemli bir rol konuşmak özel bir şeydi. Şimdi popüler diye Tarkan’a belgesel konuşturuyorlar.

Bir dublaj sanatçısı olarak Tarkan’ın belgesel seslendirmesini nasıl değerlendiriyorsun?

- Tarkan’ı değil, o müthiş fikir kimden çıktıysa onu eleştirmek lazım. Her sesi güzel olan, her popüler olan belgesel seslendirecek diye bir şey var mı Allah aşkına? Bu işi Tuncel Kurtiz de yapıyor, bir de onu dinleyin bakalım. Bu kadar ucuz mu bu işler? Ben kesinlikle Tarkan’ı eleştirmiyorum, ona belgesel seslendirteni eleştiriyorum, yerin dibine sokuyorum hatta onu. Aynı adam benim gibi 35 yılını bu işe adamış birini tercih etmeyebiliyor işte.

OCAK AYINDA YENİDEN EKRANLARDA OLACAĞIM

O tatsız canlı yayın kazasından sonra tekrar televizyona dönmeyi düşünüyor musun?

- Bir-iki kanalla görüşme aşamasındayım. Şu anda proje bakıyoruz. Ocak ayında tekrar ekranlarda olacağım.

Badireyi atlatabildin mi?

- Başıma pek çok kötü olay geldi ama izleyicinin inancı bunlardan etkilenmedi. Son bir ay içinde ERA Consultation’a araştırmalar yaptırdık. Aldığımız sonuçlara göre halkın yüzde 87’sinin bu konudaki düşüncesi hâlâ benim lehimde. Bu son olayı atlatmış olmamda samimiyet, düzgün duruş ve en önemlisi seyircinin bana inanmış olması önemli rol oynadı.

Böyle bir oran çıkmasını bekliyor muydun?

- Bekliyordum. 35 yıldır benim başıma neler neler geldi. Önemli olan halkın bunların bilinçli bir şekilde yapılmadığına inanıyor olması. Bu her şeyden daha önemli.

Senin hediyeler verdiğin programlarını izlerken hep çok cömert ve son derece adil davrandığını düşünmüşümdür. Bu tavrın televizyon kanallarında rahatsızlık yarattı mı hiç?

- Hayır. Ben hep hediyeler dağıttım ama hepsi doğru yerlere gitti. Kimin ihtiyacı olup kimin olmadığını çok iyi gözlemleyebiliyorum. Bu da artı bir şey getiriyor. İzleyenler “Bak hak edene verdi” diyorlar. Hatırlarsın, benim bir küfür olayım vardı. Yayın dışında, kendi odamdayken bana yalvaran kadına küfür etmiştim. Araba istiyordu, yarım saat yalvarmıştı. Sonunda ona hem arabayı verdik hem de tazminat verdik, doymadı kadın. O küfür olayından sonra havaalanındayım. Bir polis beni gördü. Eyvah, şimdi fırça geliyor galiba dedim. Durdu, bana baktı ve “ağzına sağlık, nasıl da hak etmişti kadın” dedi.

PAK PANTER’İ BİLE İZLEYEMEDİM

Yönetmenlik yapmayı hiç düşündün mü?

- Hiç düşünmedim. O kadar da ucuz değil. Ama Allah vergisi, bazıları doğuştan olabiliyor demek ki! Biraz da ekip işi tabii.

Türk sinemasının son zamanlardaki durumunu nasıl değerlendiriyorsun?

- “Kahpe Bizans”tan sonra bir değişim süreci başlamıştı Türk sinemasında. Sonra o süreç de bitti, şu anda bir geçiş dönemindeyiz. İşte İvedik’ler geldi, çok iş yaptı...

Nasıl buluyorsun “Recep İvedik” filmlerini?

- Sinema işte, popüler kültürün bir ürünü. Amerikan filmleri çok mu iyi, çok mu üstün yani? Bizim en kötü Türk filmimiz bile daha iyi geliyor bana. Bizde en büyük eksik, senaryonun olmaması. Yabancı filmlerde dramatik bir yapı var en azından.

En son izlediğin Türk filmi hangisi?

- Bir türlü izleyemedim. “Pak Panter”de oynadım en son, onu bile izleyemedim.

Hayalinde bir rol var mı?

- Drama ağırlıklı bir rol oynamak istiyorum. Seyirciden de böyle bir beklenti olduğunu biliyorum çünkü.

KEŞKE HERKES KUMARI BENİM KADAR AKILLI OYNASA

Şöhret ve para neler için araç oldu hayatında?

- Belirli bir standardım oldu. Ama ben bunu tiyatrocu olsam da yakalardım. Bundan fazlasını ne yapacağım ki? Nasıl değiştirecek benim hayatımı? Zaten haftanın beş günü çalışıyorum, işe eşofmanla gidip geliyorum. Yeni aldıklarımı giyecek yerim bile olmuyor.

En büyük lüksün nedir?

- En büyük lüksüm yurtdışındaki casino’lara gidip kumar oynamak.

Şu kumardan bir kurtulayım dediğin olmuyor mu?

- Asla. Keşke herkes benim kadar akıllı kumar oynasa.

Akıllı kumar da neymiş?

- 30 yıldır oynuyorum, batmadım. Millet iki yılda batıyor. Benim için kumar param ayrıdır. Bir yıl içinde kenara koyarım o kumar parasını ve bittiği zaman kendi paramdan eklemem. O parayı eğlence için ayırırım. Bu da benim lüksüm işte. O arada çeşitli ülkeler görmüş oluyorum, Las Vegas’taki, Londra’daki şovları görüyorum. Ölümüne değil, eğlencesine oynuyorum. Ve kumar sırasında tüm sıkıntılar, problemler gidiyor, kendimle baş başa kalıyorum.

EN BÜYÜK HOBİM, TV’DEKİ TENİS MAÇLARINI SEYRETMEK

Çalışmadığın zamanlarda ne yapıyorsun? Günün nasıl geçiyor?

- Çocuklarımla vakit geçiriyorum. Televizyon izliyorum. Yatıyorum, dinleniyorum, gazete okuyorum.

En sevdiğin hobin?

- Televizyonda tenis maçı seyretmek. Beni koy televizyondaki tenis maçlarının başına, 24 saat kalkmam.

Biraz da sosyal sorumluluk projelerinden söz etsek...

- Yıllardır omurilik felçlileriyle birlikte çalışıyoruz. Onlara çok inandım. Toplam 5 bin akülü sandalye sağladık. TÜREV’le de ortak çalışmalar geliştiriyoruz. Yardıma ihtiyacı olanlara destek olmak çok hoşuma gidiyor. Öğrenci okutma ve destek projeleri de oluyor tabii.

Nadir görünen bir hastalığın var. Her ay bir gününü hastanede geçirip ilaç alıyorsun, kan değişimi yapılıyor. Bu hastalıktan sonra hayatında neler değişti?

- Hastalığımı çok ciddiye alan biri değilim. Yaşamın gerçeği bu. Kanser de olabilirdim, kalp hastası da olabilirdim, bunu oldum. Neyse ki ilacım var ve krize girmemi engelliyor.

TWITTER’IM YOK, O TÜR SOSYALLEŞMİYORUM

Sezin, Alişan’la birlikteyken “Kızım bu camiadan biriyle evlensin istemem” demiştin. Nedir bu camianın riskleri, tehlikeleri, olumsuzlukları?

- Evlilik için gerekli olan bazı ortamlar var. Haftanın belli günleri evinde olmak, eşinle vakit geçirmek vs. Sanatçılar ise hep dışarıda, orada, burada, turnede oluyor. Sanatçı eşi olan bir kadın, hele bir de kıskanç bir yapıya sahipse ve eşinin yanında gidemiyorsa çok zorlanabiliyor ilişkisinde.

Sosyal medyayla aran nasıl? Twitter, Facebook?

- Yok. O tür sosyalleşmiyorum!

UTANMAZ ADAM’I ÇEKİYORUZ

Sinemada çoğu zaman basit filmlerle geldin karşımıza. Çok iyi bir oyuncuyken bu kadar yanlış seçim yapmana üzülmüyor musun?

- Birlikte çalıştığım ekiple yola devam ettiğim için yanlış şeyler oldu. Bir de senaryo gelmiyor. 10 senaryo geldi sene başında, bir tanesi bile beni heyecanlandırmadı. Şimdi Oğuz Aral’ın “Utanmaz Adam”ını sinemaya aktarmayı düşünüyoruz ve bunun üzerinde çalışıyoruz.

“Ben televizyondan ciddi para kazanıyorum, istediğim projeyi kendim sinemaya aktarayım” diye düşünmedin mi hiç?

- Televizyon o kadar vaktimi alıyor ki, sinemaya zaman ayıramıyorum. Tamamen ona konsantre olmak kolay bir şey değil.

PARTNERİM SETE SARMISAK YİYİP GELİNCE ÇEKİMİ İPTAL ETTİM

Sette kolay olmadığın söyleniyor...

- Kendimce disiplinlerim vardır. Profesyonellerle çalışmak, işine, partnerine saygılı olmak önemli benim için.

Sette çıkardığın en büyük arızayı hatırlıyor musun?

- Bir araba sahnemiz vardı. Partnerim geceden içki içmiş, sabah da gelirken sarmısaklı çorba içmiş. İptal ettim çekimi. Düşünebiliyor musun, ben sarmısakla oynuyorum. Olmaz!

SANATÇININ EMEKLİLİĞİ OLMAZ

Nasıl bir emeklilik hayali kuruyorsun?

- Sanatçının emekliliği olmaz. Her yaşta bir rolün vardır. Kenara köşeye çekilmek benim için çok daha fazla bunalım olur.

Bir gazetede yazı yazmak ister misin?

- Teklifler geliyor ama yok artık. O konsantrasyon gerektiren bir iş. Onu da yapayım, bunu da yapayım olmaz.

Ömür GEDİK / HÜRRİYET