''MİT'E ÇALIŞ!..'' REHA MUHTAR BU TEKLİFE NASIL YANIT VERDİ?

Reha Muhtar medya dünyasında günlerdir devam eden 'MİT'çi gazeteciler' tartışmasına yeni bir boyut getirerek kendisinin 'MİT'le ilişkilerini' anlattı.

MİT’çi gazeteciler tartışması ve MİT’le ilişkilerim...

Bu dönemin birçok handikapı var belki ama bir gerçek yadsınamaz...

Tartışılmaz denilen konular, "Dokunma ona, seni yakar" denilen şayialar, "tabu" yerine konan iddialar teker teker ortaya dökülüyor ve açık açık tartışılıyorlar...

Günlerdir sürdürülen "MİT’çi gazeteciler" konusuna balıklama dalmak istemedim...

Bu olayda, ismi çıkan gazeteciler aleyhine bir rant, gecikmiş bir hesaplaşma, "Gördünüz mü başka şeyler yapanın başına neler geliyor" türü bir sopa sallama değil amacım...

Ama gelecek kuşaklara, bir görüş, bir içtihat birliği sağlamak gerekiyor Milli İstihbarat Teşkilatı ile gazeteciler arasındaki ilişkiler bakımından...

***

Belki çok başına buyruk, belki fazla nev-i şahsına münhasır buldular beni ama mesleğin Ankara bürolarında geçirdiğim ilk dört yılı boyunca kimsecikler bana "Arkadaş bize istihbarat verir misin?.." ya da "Biz istihbarattanız..." türü yaklaşımda bulunmadı...

Evet...

Duyardık istihbarattan arkadaşlar gazetecilik içinde de vardırlar...

Gazetelerde olan biteni "devletin istihbarat mercilerine" ulaştırırlar...

Sonradan öğrendik ki istihbaratçı gazeteciler sadece "gazetede olup biteni" sızdırmazlar, bazıları belirli yönlerde haber yaparlar, bazı sızdırma haberleri kullanırlar, kamuoyu yaratırlar...

***

Hayatta iki konuda "gençlik yıllarımdaki solculuğumu hatırlar", tahtaya vururum...

Birincisini geçenlerde gençliğinde benim gibi solcu olan bir meslektaşıma söyledim:

"Hayatta kokain ya da her ne karın ağrısıysa aynı türden ağır uyarıcı ya da uyarıcıları hiç denememişsek, emin ol gençliğimizde solcu olduğumuz içindir..." dedim...

Önce anlamadı ne dediğimi?..

"Kullanmazdık büyük olasılıkla... Ama geçmişimizde ve damarlarımızda solculuk olmasaydı bir kez olsun denerdik en azından!.. Oysa deneyemeyiz... Gençlik yıllarının bir solcusu için kokain kullanmak ancak çok ağır bir kişilik kırılması sonucu olabilir... Hayatta eski bir solcu belki solcu olarak kalmayabilir... Ama ileriki yıllarında kokain türü şeyler kullanmaz... Dejenerasyonun taa dibidir bir solcu için kokain... Kokuşmuşluğun, yozlaşmışlığın, dejenerasyonun, çürümüş kapitalizmin en çürümüş halidir...

Bir solcu, artık solcu olmayabilir, artık çok zengin bir kapitalist de olabilir...

Ama kolay kolay o en dejenere dediği şeyi kullanmaz..."

***

İkincisi ise biraz daha siyasi bir konudur...

Eğer ağır işkencelerden, kişiliğini kıracak ölçüde örselendiği kodeslerden geçmemişse bir zamanların solcusu "Kolay kolay, istihbarat örgütleriyle bilgi alışverişine girmez..."

Girenler vardır elbette...

Ama geçmişteki bir solcu, hâlâ solcu kalmayabilir, ama kendisine "polis ya da istihbaratçı yaftası kolay astırmaz..."

Geçmişinizin anısına, bir zamanlar mücadele ettiğiniz değerlerin hatrına, kolay kolay "Büronuzdan ya da gazetenizden" gammazlama bilgi sızdırmamaya gayret edersiniz...

Aydın Doğan’la rahmetli Çetin Emeç beni Atina’ya muhabir olarak gönderdiklerinde elbette Yunanlılar bu gerçeği bilmiyorlardı...

Uzun zaman beni, evimi, arabamı, büromu, telefonlarımı, haberleşmemi röntgen altına aldılar...

Bir şey çıkartamadıklarında şaşırmışlardı...

Çünkü, benim Türkiye’den Yunanistan’a nasıl olup da hiçbir istihbarat örgütüyle temasım olmadan gönderildiğimi anlayamamışlardı...

***

Atina’dayken, Büyükelçiliktekiler de,Yunanlılar da, meslektaşlar da bana güvenirlerdi...

Bu güvenden dolayı Türk Büyükelçiliği’nde görevli "istihbaratçıları" bilirdim...

Onlar da tanışığım ve dostumdu...

Zaman zaman, onların da bulunduğu ortamlarda yemekler yenir, gezilir, tozulurdu...

Benim için, onlar da bu dünyanın acımasız koşullarında işlerini yapan görevlilerdi...

Ne onların kimliğini başkalarına söylerdim, ne de onlara görevleriyle ilgili sorular sorardım...

Uzak dururdum, hatta gazetecilik merakımı bile öldürürdüm onların görev alanlarıyla ilgili...

Çünkü, bu konularda biraz "fazla merak, sizi farkında olmadan işin içine çekebilirdi..."

***

O günlerde Atina gibi bir yerde görev yaptığım halde, hiç kimse bana yanaşıp "Bize de biraz yardımcı olsanız" gibi birşey söylemedi...

Hiç kimse teklif etmiyordu...

Taa ki bir güne kadar...

İki yıl kadar kaldıktan sonra, yurt dışında çalışanlara tanınan "dövizli askerlik" için Burdur’a geldim...

Döviz yatırmıştım ve kısa dönem askerlik yapıp, tekrar Atina’ya dönecektim...

Bilenler bilir, askerdeyken, sivildeki "havanız ve şaşaanız"dan eser yoktur...

Hele hele rütbesiz bir erseniz...

Karşınızdaki onbaşı, komutanınızdır, yüzbaşıyı kolordu komutanı gibi görürsünüz...

Albay falan genelkurmay başkanı gibidir gözünüzde...

İşte o günlerin birinde, Tuğ ya da Tümgeneral olan komutanın beni çağırdığını söylediler...

Kışlaya girerken, odasına gitmiştim ama o gün sivil bir gazeteciydim ve kendimi bir b.k zannediyordum...

Oysa üzerinden bir aydan fazla zaman geçmişti ve köprülerin altından çok sular akmıştı...

Şimdi komutanlığa giderken, ellerim avuçlarımın içi terliyordu...

***

Komutanın yanına çıktım, selam çaktım...

Beni gayet iyi karşıladı...

Yanında yine bir subay duruyordu...

Bana Atina günlerimi sordu, neler yaptığım üzerine sohbet etti o subay...

Sonra "sadet"e gelindi...

Atina’da gazetecilik yapıyordum...

Haber geçiyor, istihbarat topluyordum...

Milliyet’e TRT’ye, BBC’ye, Deutsche Welle’ye...

"Topladığım haberlerden biraz da istihbarata yardımcı olabilir miydim?.."

İşte soru 2.5 yılın sonunda nihayet gelmişti...

Orada bana bu teklifte bulunan subaya şöyle söyledim:

"Ben bir gazeteciyim... Yaptığım haberler, gazetede yer alıyor, televizyonda her gece Yunanistan’la ilgili haberler veriyorum... Bu haberleri teleksten gönderiyorum, telefonla söylüyorum, linkle geçiyorum... Hepsini kontrol etme imkanınız var... Zaten kontrole bile gerek yok, yayınlanıyorlar... Benim bu açık gazetecilik faaliyetimden nasıl istiyorsanız yararlanın... Ama benim başka bir işi yapacak vaktim yok... Bu benim için gazetecilikten başka bir iş, beni mazur görün, başka bir iş yapmak istemiyorum..."

***

Kötü ayrılmadım!..

Atina’ya döndükten sonra istihbaratçı arkadaşlarla da dostluğa devam ettim...

Biliyordum ki, bu cangılı andıran dünyada herkesin bir mesleği vardı...

Benim kararım benimle ilgili ve şahsımı ilgilendiriyordu...

Ben bir gazeteciydim...

Gazetecilikten başka hiçbir şey yapmamalıydım...

İstihbaratçı olup, gazetelerin içine girebilirlerdi...

İstihbarat toplayabilirlerdi...

Ama gazeteci olup, istihbarata çalışmak benim kabul edeceğim birşey değildi...

Ben mesleğimi seçmiştim...

Gazeteciydim...

Her mesleğe saygı, kendi mesleğimden de onur duyuyordum...

***

İstihbaratçılar da kendi mesleklerinden onur duyarlar elbet...

Doktorlar ya da hâkimler veya askerler veya sanatçılar gibi...

Gazetecilik mesleğini yapmanın kendi içinde kuralları ve ahlaki normları vardır...

Bu ahlaki normların içinde "istihbaratçılık" yoktur...

Sanıyorum "istihbaratçılık mesleğinde de şirketin gizli bilgilerini gazetelerde deşife etmek ahlaksızlıktır..."

Herkesinkine saygı duyuyorum...

Sadece "gazeteci" olarak 30 yılı geçirmiş olmaktan, mütevazı bir gurur duyuyorum...

Reha Muhtar /Vatan