MİLLİYET'TE ''SOBE''KÖŞENİN SAHİBİ HANIMEFENDİ, KENDİ KENDİNİ SOBELEDİĞİ BİR YAZI KALEME ALMIŞ!
Star yazarı Elif Çakır Milliyet yazaru Serpil Yılmaz'a neden çattı?
Türünden açıklamalar!
Sizi bir insanda en çok korkutan şey nedir, diye sorsam cevabınız ne olurdu?
Bana sorarsanız, bir insan karşısındakinin gözünün içine bakarak yalan söyleyebiliyorsa ve bundan vicdanen hiçbir rahatsızlık duymuyorsa, benim için en tehlikeli insan türü budur derim, başka da bir şey demem.
Gazetelerin sayfaları da böyledir, yani bir nevi okurun gözüne bakarak konuşma şeklidir; güven duygusunu bir kere zedelerseniz bir daha iflah olamazsınız.
Kırk yıllık gazetecilere, koca koca sütun sahiplerine ders vermek niyetinde değilim.
Bu sözlerimin elbet bir (hatta iki) muhatabı var.
Gönül isterdi ki, bu sütundan değil doğrudan muhatabına onu utandırmadan yanlışını anlatayım.
Ancak “nush ile uslanmayanı etmeli tekdir” demişse atalarımız, vardır bir bildiği.
Şahsım adına bir özür beklemiyorum, aramızda bir hukuk olmadığı için beni kıran inciten bir durum da yok. Ancak muhataplarım adına üzüldüğüm ve beni de yalancı, asparagasçı iftirasına maruz bıraktıkları için, bunları söylemek zorunda hissettim.
Muhataplarımın ilki olan tecrübeli! gazeteci hanım, okurlarını aldattığı ve yöneticilerini kandırdığı için öncelikle onlardan özür dilemeli. Ben yöneticisi olsam, görevlendirilen alan içerisinde ne kadar durduğunu, televizyonlara, kameralara yansıyanın haricinde hangi özel bilgiye sahip olduğunu sorardım.
Mesela, kurultay gününde Radisson oteldeki Gürsel Tekin’le karşılaşmada Gürsel Tekin’in Sobeci’den haberdar olup olmadığını, o konuşmada kendisinin Tekin’e neyi merak edip sorduğunu, Kanal 24’e yapılan açıklamanın haricinde ne bildiğini de sorardım.
Bana gelince, kulak kabartıp yarı duyup yarı duymadığım ve “tam olarak ne söylemişti” diyerek aldığım notları köşeme taşımadım. Gürsel Tekin’le karşılıklı konuşmamızda ne söylendiyse hiçbir yorum, çarpıtma yapmadan hem televizyonda anlattım, hem köşemde yazdım.
H
Sözü gevelemeden meramımı anlatayım.
Milliyet gazetesinde “Sobe” başlıklı köşenin sahibi hanımefendi, kendi kendini sobelediği bir yazı kaleme almış önceki gün. (Yazı İşleri’nden hiç kimse de bu yazıyı okumaz mı, “üstte ne diyorsun, altta ne diyorsun diye bir sormaz mı!)
Bu hanımefendi güya “Radisson otelde ne oldu?” sorusunun cevabını veriyor. Sonra da (ikinci muhatabım olan) Gürsel Tekin’in, Sabah gazetesindeki röportajına atfen, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına ilişkin sözlerini “Bunların hepsi yalan” diyerek yalanlamasını dile getiriyor ve “Acaba yalancının adını da verebilir mi, merak ediyorum” diye bitiriyor.
Tabi yalancıyı da şu cümlesinden anlıyorsunuz: “O sırada yanımızda konuşmalara tanık olan bir gazeteci yerinden fırlıyor, bu ‘kaçırılmayacak haberin’ içine bazı gazetecilerin isimlerini de ekleyip, Kanal 24’e naklediyor!”
Fakat iki cümle önce söylediklerine bakar mısınız bu Sobeci yazarın;
“Konuşma bitiyor, otelin asansöründen Tekin’in lobiye indiğini görüyoruz; yanımıza geliyor, “Konuşma kötüydü, benim yazdığım metin bu değil, gece yarısı değiştirilmiş” türünden açıklamalar yapıyor.”
Yalan 1: Kendisi arkası dönük olduğu için, Gürsel Tekin’in nerden geldiğini bile görmedi. Tekin, asansörden değil, otelin kapısından içeri girdi.
Yalan 2: Kılıçdaroğlu’nun konuşması bittikten sonra Gürsel Tekin’in otele geldiğini söylüyor. Oysa, Kılıçdaroğlu konuşmasının yarısındaydı henüz Tekin lobiye geldiğinde.
Yalan 3: Gürsel Tekin kendisiyle değil, yanımıza gelerek benimle ve Sevilay’la görüştü. Bu Sobeci yazar, Tekin’le “tek kelime” bile konuşmadığı gibi, gittikten sonra “ne dedi” diye sordu öylesine.
Bir yandan Gürsel Tekin’in “..türünden açıklamalar” yaptığını ifade ediyor (sanki duymuş gibi), öte yandan “yalancının adını da verse” diyor.
Ne diyeyim ki? İnsan kendi yalanını bu kadar mı ele verir, ayağına dolar!
Son sözüm “Bunların hepsi yalan!” diyen Gürsel Tekin’e: Böyle söyleyerek belki MYK üyeliğini kazandınız, ama “güvenilirliğinizi” kaybettiniz. Haberiniz olsun!..
Elif Çakır/Star
Sizi bir insanda en çok korkutan şey nedir, diye sorsam cevabınız ne olurdu?
Bana sorarsanız, bir insan karşısındakinin gözünün içine bakarak yalan söyleyebiliyorsa ve bundan vicdanen hiçbir rahatsızlık duymuyorsa, benim için en tehlikeli insan türü budur derim, başka da bir şey demem.
Gazetelerin sayfaları da böyledir, yani bir nevi okurun gözüne bakarak konuşma şeklidir; güven duygusunu bir kere zedelerseniz bir daha iflah olamazsınız.
Kırk yıllık gazetecilere, koca koca sütun sahiplerine ders vermek niyetinde değilim.
Bu sözlerimin elbet bir (hatta iki) muhatabı var.
Gönül isterdi ki, bu sütundan değil doğrudan muhatabına onu utandırmadan yanlışını anlatayım.
Ancak “nush ile uslanmayanı etmeli tekdir” demişse atalarımız, vardır bir bildiği.
Şahsım adına bir özür beklemiyorum, aramızda bir hukuk olmadığı için beni kıran inciten bir durum da yok. Ancak muhataplarım adına üzüldüğüm ve beni de yalancı, asparagasçı iftirasına maruz bıraktıkları için, bunları söylemek zorunda hissettim.
Muhataplarımın ilki olan tecrübeli! gazeteci hanım, okurlarını aldattığı ve yöneticilerini kandırdığı için öncelikle onlardan özür dilemeli. Ben yöneticisi olsam, görevlendirilen alan içerisinde ne kadar durduğunu, televizyonlara, kameralara yansıyanın haricinde hangi özel bilgiye sahip olduğunu sorardım.
Mesela, kurultay gününde Radisson oteldeki Gürsel Tekin’le karşılaşmada Gürsel Tekin’in Sobeci’den haberdar olup olmadığını, o konuşmada kendisinin Tekin’e neyi merak edip sorduğunu, Kanal 24’e yapılan açıklamanın haricinde ne bildiğini de sorardım.
Bana gelince, kulak kabartıp yarı duyup yarı duymadığım ve “tam olarak ne söylemişti” diyerek aldığım notları köşeme taşımadım. Gürsel Tekin’le karşılıklı konuşmamızda ne söylendiyse hiçbir yorum, çarpıtma yapmadan hem televizyonda anlattım, hem köşemde yazdım.
H
Sözü gevelemeden meramımı anlatayım.
Milliyet gazetesinde “Sobe” başlıklı köşenin sahibi hanımefendi, kendi kendini sobelediği bir yazı kaleme almış önceki gün. (Yazı İşleri’nden hiç kimse de bu yazıyı okumaz mı, “üstte ne diyorsun, altta ne diyorsun diye bir sormaz mı!)
Bu hanımefendi güya “Radisson otelde ne oldu?” sorusunun cevabını veriyor. Sonra da (ikinci muhatabım olan) Gürsel Tekin’in, Sabah gazetesindeki röportajına atfen, Kılıçdaroğlu’nun konuşmasına ilişkin sözlerini “Bunların hepsi yalan” diyerek yalanlamasını dile getiriyor ve “Acaba yalancının adını da verebilir mi, merak ediyorum” diye bitiriyor.
Tabi yalancıyı da şu cümlesinden anlıyorsunuz: “O sırada yanımızda konuşmalara tanık olan bir gazeteci yerinden fırlıyor, bu ‘kaçırılmayacak haberin’ içine bazı gazetecilerin isimlerini de ekleyip, Kanal 24’e naklediyor!”
Fakat iki cümle önce söylediklerine bakar mısınız bu Sobeci yazarın;
“Konuşma bitiyor, otelin asansöründen Tekin’in lobiye indiğini görüyoruz; yanımıza geliyor, “Konuşma kötüydü, benim yazdığım metin bu değil, gece yarısı değiştirilmiş” türünden açıklamalar yapıyor.”
Yalan 1: Kendisi arkası dönük olduğu için, Gürsel Tekin’in nerden geldiğini bile görmedi. Tekin, asansörden değil, otelin kapısından içeri girdi.
Yalan 2: Kılıçdaroğlu’nun konuşması bittikten sonra Gürsel Tekin’in otele geldiğini söylüyor. Oysa, Kılıçdaroğlu konuşmasının yarısındaydı henüz Tekin lobiye geldiğinde.
Yalan 3: Gürsel Tekin kendisiyle değil, yanımıza gelerek benimle ve Sevilay’la görüştü. Bu Sobeci yazar, Tekin’le “tek kelime” bile konuşmadığı gibi, gittikten sonra “ne dedi” diye sordu öylesine.
Bir yandan Gürsel Tekin’in “..türünden açıklamalar” yaptığını ifade ediyor (sanki duymuş gibi), öte yandan “yalancının adını da verse” diyor.
Ne diyeyim ki? İnsan kendi yalanını bu kadar mı ele verir, ayağına dolar!
Son sözüm “Bunların hepsi yalan!” diyen Gürsel Tekin’e: Böyle söyleyerek belki MYK üyeliğini kazandınız, ama “güvenilirliğinizi” kaybettiniz. Haberiniz olsun!..
Elif Çakır/Star